top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Bataklığa Saplanan Soğuk Cilalı Taşlar

Hasan Sezer yazdı: "Asırlardır sömürü ve baskı altında fısıltı halinde özgürlükten bahseden İrlanda’nın asi çayırlarında yetişen büyük isim, edebi tarihe damga vuracak genç Joyce'un izinde, James'i ararken..."


Hasan Sezer


Ağaca Değil Kanatlara

Henüz genç yaşta İbsen’e karşı beslediği hayranlığı kaleme aldığı bir eleştiri yazısıyla taçlandıran Joyce, bu erken dönemde adından söz ettirmeyi başardı. Bu yazının ardından İbsen editör William Archer aracılığıyla Joyce’a teşekkürlerini iletme kibarlığını dahi gösterdi.

18 yaşında bir genç olması, pek çok edebi baron tarafından hayret verici bir mesele olarak adlandırılsa da Joyce kendinden emin bir şekilde edebi olanın yaşla değil başla, yalnızca düşünüş ve kavrayışla yaratılabileceğini, zevkin, estetik yargının ise zamanla gelişebileceği gibi kişinin kendinden, gözüyle görüp dudağıyla okuduğundan ötesinde çabuk ehlileşen ve çabuk kabaran bilincin olduğunu biliyordu.



Bu erken yükseliş Joyce için fikirlerinin uçarı değil, aksine kabul gören ve görebilecek olduğunun göstergesiydi. İbsen’in sözlerini ömür boyu kalbinde taşıyacağını da William Archer’a ve bizlere, tarih perdesini çekip bakacaklara söyleyecekti.

Ellman’a göre İrlandalı Joyce artık Avrupalı olmuştu.

Ardına aldığı rüzgârla kolları sıvayan Joyce çeşitli eleştiriler ve oyunlar yazdı. Bu erken dönemde Oda Müziği’nin temellerini de atıyordu.


Asırlardır sömürü ve baskı altında fısıltı halinde özgürlükten bahseden İrlanda’nın asi çayırlarında yetişen büyük isim, edebi tarihe damga vuracak genç Joyce pek sevdiği İbsen’i kendi dilinden okuyabilmek adına Danca bile öğrendi. İlerleyen yıllarda, bir yabancı tanışıklığıyla 73. yaş günü sebebiyle Henrik İbsen adına bir mektup kaleme aldı. Söz konusu mektup edebi kişiliğini ve duruşunu, en çok da gelecekte yürüyeceği yolların habercisiydi.

Fakat biz en değerli şeyleri kendimize saklarız. Onlara beni size neyin bu kadar bağladığını anlatmadım. Onlara, sizin bulanık yaşamanızı sezmenin benim için nasıl övünç olduğunu, sizin savaşlarınızın bana nasıl ilham verdiğini…ve sizin halkın sanat anlayışına, çevreye ve törelere mutlak aldırmazlığınızla kendi kahramanlığınızın ışığında yürüdüğünüzü söylemedim.

Joyce mektup boyunca İbsen’e öykünüşünün altını çizerken onun adına yazdığı eleştirinin değersiz olduğunu belirtiyor, bu değersizliğin altına gençliği değil, gençliğe rağmen vurgusuyla savuşturuyordu.


Konuştuğunuz genç kuşaktan biri olarak size selam veriyorum, fakat alçakgönüllülükle değil, çünkü ben bulanığım siz parlaksınız; üzüntüyle değil, çünkü siz yaşlısınız ben gencim, küstahça değil, duygusallıkla değil fakat neşeyle, umutla ve sevgiyle, size selam veriyorum.

Görüldüğü üzere Joyce coşkun ırmak gibi derin ve sahiciydi. Danca kaleme aldığı mektubun şiirselliği onun tutumunu yansıtırken çizdiği yolun da fragmanlarını gösteriyordu. İşte bu genç, yarınların portresini şimdiden, o günden çiziyordu.




Genç Adamın Otuz Altı Gecesi

Joyce, geçen zamanla birlikte çalışmaya, yazmaya ancak en çok da okumaya devam ediyordu. Onun için okumak, düşünerek aramak ve bulmaktan farksızdı.


Dönemin etkinliğiyle artan, Herman Hesse’den batılı birçok yazara, sonraları Beat Kuşağı’na uzanacak teozofi ve oryantalist Budizm öğretisine bakışı irdeleyen Joyce bu dönemde sıkça dile getirdiği epiphany (epifani, efifani yahut anıklıklar) kavramı üzerinde çalışmaktaydı. Bir insanın, eşyanın bile aniden ruhuna kavuşması, kısaca aydınlanması anlamını taşımaktaydı. Özellikle ilerleyen yıllarda kaleme alacağı öykülerinin öncülleri, Dublinliler’e giden yolun başlangıcı bu günlere dayanmaktaydı.


İrlanda’nın yüzyıllardır beklenen özgürlük arayışının ve her daim olduğu gibi değişen dönüşen dünyanın ağır çıktıları Joyce’u etkisi altına alıyor, politik ve dinsel bir duruş geliştirmesinde özellikle İrlanda havasının büyük etkisi oluyordu. Zira İngiliz baskınlığından sıkılmış bu toplumun yükselecek savaşım mücadelesi pek de uzak değildi.


Paris’e gitmeyi çeşitli sebeplerle kafasına koyan Joyce, Dublin’e ilk ancak son defa olmamak üzere kısa süreliğine veda etti. Annesinin rahatsızlanması nedeniyle, vazgeçilecek bir ilgi atılımıyla yöneldiği doktorluğu ardında bırakıp Dublin’e yeniden döndü. Bu kısa ve karmaşık süre zarfında Nora Barnacle ile, hayatının aşkıyla tanıştı.


Bir yandan Oda Müziği’ni oluştururken diğer yandan Stephen Hero-Kahraman Stephen ismini verdiği yarı-otobiyografik romanı yazmaya başlamıştı. İlerleyen zamanlarda bu roman unutulmaz eseri Sanatçı’nın Bir Genç Adam Olarak Portresi’ne dönüşecekti.

Nora ile tanıştıktan sonra çalışmalarını hızlandırdı. Birçok erken dönem yaratımını, oyunlarını ve dağınık şiirlerini yok edip gerçek aşkın verdiği şehvetle yaratıma, yeninin peşine odaklandı.

Rastladınız mı sevdiğime buralarda? Ah yazık! Yazık! Mayıs rüzgârlarına! Aşk kahreder insanı uzaklardayken aşk uzaklarda!

Joyce Oda Müziği’ni ilerleyen dönemde toy bir gencin kaleme aldığı amatör dışavurum olarak değerlendirdi. Oysa birçoklarına göre oldukça kuvvetli ve esrarengiz, bilinmezlikle kaplı, aşk şiirleri sıfatında aşkın ötesine, keskin ve sert, bir dönem yansımasına dönüşebilecek nitelikte bu devamlı sayılabilecek metinlerin yayımlanması erken dönem Joyce’u anlamak, onun yükselen ve yükselecek değerini görmek adına oldukça kıymetliydi. Çünkü Joyce’un düşündüğünün aksine ortaya çıkan metinler belirli zayıflıklar ve kendi içinde dağılmalar yaşasa da aslen bir merkezde, arayış, kayboluş düşüncesi ekseninde toplanmaktaydı.


Bu noktada şiirleri birçok defa okumakta yarar olacaktır. Zira anlam arayışının takip edildiği üstün körü okumanın yanına eklemlenen, Joyce’un ilerleyen dönemlerde ortaya koyacağı çalışmaların temelinde yer alacak ritmik anlatının ve Dublin arayışının etkisi gözden kaçmamalıdır. Portre’den Finnegan Vahı’na uzanacak yolun temel atılımları bu noktada, Oda Müziği’nde oluşmaktadır.



Bataklığa Saplanan Soğuk Cilalı Taşlar

Joyce yarı otobiyografik romanı Kahraman Stephen’ı yazmayı sürdürürken Nora ile yurdu Dublin’i, terk etmeyi kafaya koyduğu İrlanda’yı bırakıp yola koyuldu. Bir gezgin, bir sürgün Joyce sığınmak ve çabalamak yerine uzaklaşmak ve sakınmak taraftarıydı. Birçok kenti gezdikten sonra Trieste’ye geldi. Burada hummalı bir çalışmayla hem Dublinliler’i hem de Oda Müziği’ni tamamladı. Kahraman Stephen’in de büyük bir çoğunluğunu yazmıştı.


Şiirlerin dizgisini Joyce’un kardeşi Stanislaus yapmıştı. Pek tabi bu yeni dizgi, elimizde bulunan metnin, son halin dizgisini Joyce pek beğenmemişti.

Kitabın yayımlanması Joyce’un bu erken ve karmaşık, düşmeli kalkmalı, ancak çoğunlukla yerlere yığılmalı yaşantısında pek etkisi olmadı. Oda Müziği, Joyce’un gözünde başarısızlığa dahi uğramamıştı. Onun aklı Dublinliler’de ve Kahraman Stephen’daydı.


Yine de kendi yazdığı metinlere mesafeli duran ve yetersiz bulan, özellikle Oda Müziği’ni yayımlanmasını istemezdim ancak bir yola girildi bir kere diyerek, en önemlisi bu eseri genç bir adamın kitabı olarak tanımlaması derinliklerde birçok anlam barındırmaktadır.


Joyce bir sürgün yolunu tercih etmiş, orada, sürgünde, bir kaçışın içinde yürüyeceği yolların esrarengiz izini aramıştır. Bu sürgün yaşantısı onun günlük eylemin olağan yansımalarını ele alarak yaratacağı eserlerin yaratımını belirlemiştir. Ancak bu yaratımın başlangıcı Oda Müziği’nin, gençlik ateşi ve heyecanının birikimiyle alevlenmiştir.


Oda Müziği ismi dahi Joyce gereğinden fazla iddialı, şatafatlı gelmişti. Ancak başlı başına bir şaheser olma potansiyeli taşıyan bu keskin, kısa metinler anlam bakımından vadettiği kadar kuvvetli bir çıktı oluşturamasa da özellikle Dublinliler ve Ulysses’e bakıldığında Oda Müziği’nin çizgisinin Joyce’un son yaratımlarına dair yolculuklarında katettiği yola daha yakın olduğu gözükmektedir.


Joyce’un erken dönem çalışmalarında başarısızlık, reddedilme ve çoğunlukla dışlanma gözükmektedir. Oysa bu erken çalışmaların çarptığı duvarların anlamı çok daha farklıdır. Zira birikim, şehvet anlatısının uyandığı, metaforik ve romantik yaklaşımın sembolist dansı Joyce’un yapı taşlarını oluşturmaktadır.


Oda Müziği’nin ve erken dönem bir diğer eserin, Kahraman Stephen’ın göğsünde barındırdığı yanılgı son üzerinedir. Zira Joyce yeni başlamaktadır. Yine de dilin ahengi, üslup ve ritmik yaklaşım bu erken eserlerde çok açık bir şekilde gözükmekte, oluşacak mirasın, yeni dünyanın yeni edebi yaklaşımını yaratacak bakışın kıvılcımları alelade sayfaların üzerinde süzülmektedir.


Dublinliler’in ilk öykülerini tamamlamış ve yayıncı kapılarına postalamaya koyulmuş Joyce, Kahraman Stephen’ı romantik bir anlatının duygusal yoğunluğuna göre gözünü kırpmadan çatırdayan kızgın demir odunların üzerine bırakmış, zevkle yanışını izleme zahmetine bile katlanmadan odasına kapanmıştı.

Bugün elimizde olan yarım metin ise Nora Barnacle’ın korkusuzca alevlerin içine atılıp kurtardığı sayfalardan oluşmakta.

Ancak, Joyce çalışmayı bırakmamıştı. Bu sırada Portre’nin erken dönem çıktıları güneş ışığına kavuşmuştu. Yavaş ancak çalışkandı. Dublinliler, Ölüler tarihe göğsünü açmıştı.

Adsum.


Kaynakça:

Ellmann, Richard (2012) James Joyce, Hayatı ve Eserleri, (Çev: Zafer Avşar) İstanbul, Kabalcı Yayınevi.

Joyce, James (2014) Bırak Seni Seveyim/Mektuplar, (Çev: Pelin Arda) İstanbul, Dedalus Yayınevi.

Joyce, James (2018) Nora’ya Mektuplar, (Çev: Nilüfer Akkaya) İstanbul, Alakarga Yayınları.

Joyce, James (2012) Chamber Music, Connecticut, Martino Fine Books.


İleri Okumalar:

Fargnoli A. Nicholas, Gillesie M. Patrick, (2006) Critical Companion to James Joyce:

A Literary Reference to His Life and Work, New York, Facts On File.

Boysen, Benjamin (2007) Music, Epiphanies, and the Language of Love: James Joyce’s "Chamber Music", Interlitteraria, XII/2007, 310-331.

Kenner, Hugh. (1987) Dublin’s Joyce. New York, Columbia University Press.

bottom of page