Yalnızlığınızı nasıl alırsınız?
Barış Çakır, Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk'u Yunan Tuhaf Dalgası'ndan ilhamla değerlendirdi: "Genazino, günün sonunda Yunan Tuhaf Dalgası dünyasına yabancı olmayan baş karakteriyle, müzmin hayat sorgucularına oldukça yakın ve tanıdık gelen saptamalarla dünyada olmanın tedavisi mümkün olmayan halini ustalıkla gözler önüne seriyor."
Barış Çakır
Bazen bir kitabın ismi okuru kitaba çekmeye yetiyor. Her ne kadar isim ve kapak tasarımı üzerinden eserle ilgili fikir geliştirmekten uzak dursam da zaman zaman karşıma bu anlayışı yıkan kapak tasarımları ya da kitap isimleri çıkabiliyor. Bahsedeceğim kitap da, isim kontenjanından aramıza katılıp bu yazının konusu oluyor böylece: Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk.
Alman yazar Wilhelm Genazino’nun eseri; 41 yaşında bir çamaşırhanede planlama müdürü olarak çalışan Gerhard Wahrlich’in hayatının kısa denebilecek bir zaman aralığını kesitler halinde sunuyor. Bu sunuş, Gerhard’ın bu kesitlerde ya da karşılaşmalardaki anlam arayışlarının, hesaplaşmalarının, sorgularının bir iç monolog üzerinden yansıtılması şeklinde gerçekleşiyor. Kitabın, daha doğrusu Gerhard’ın oldukça muzır bir yönü var. Tüm bu hesaplaşmalarına, hatta hayatını temelden etkileyebilecek karar anlarında hissettiklerine bile mizah gözlüğüyle bakabiliyor. O gözlüğü okura da veriyor zaman zaman. Haliyle, hissettiklerini son derece insani bir yerden (hem zor hem de kolay bir yöntemle) dramatik bir şekilde betimlerken biz gülerken buluyoruz kendimizi, bazen güldüğümüze şaşırarak… Sıkışmışlığın mizahı bu. Gerhard’ın Heidegger üzerinde doktora yapmış biri olarak bir çamaşırhanede çalışması arasındaki zıtlıkta da gizli olan bir sıkışmışlığın, sürekli yerini yadırgama halinin mizahı… Birlikte yaşadığı Traudel’in evlenme ve çocuk sahibi olmak istemesi de bu mengeneyi biraz daha daraltıyor haliyle.
Hayatın yarısının “aslında”larda gizli olduğunu savunan Gerhard, gözlemciden ziyade bir röntgenci aslında. Zira, kendisine ya da hissettiklerine yönelik gözlemci halini, başkalarının hayatını kontrol amacıyla takip etmeye ve raporlamaya kadar vardırıyor. Dolayısıyla, hayata dair sorgulamalarının kaynağında gözlemden ziyade bir ifşa motivasyonu olduğunu hissettiriyor. Bir gözleyen olarak gözlenmekten de azade değil elbette. Buradan hareketle yazar, gözleyen ve gözlenen öznelerin konumlarının değişkenliğine dair sistemsel bir eleştiri de geliştiriyor.
Mutluluk için bu kadar çaba neden diye soruyor kendine, deliliğin sınırlarında bir yer edinip edinmediğini yoklarken ya da Pity / Oiktos (Zavallı) filmindeki, karısı hastalığı sebebiyle uzun süredir yoğun bakımda yattığı için “acınası halde olan” avukata kek götürürken…
Kitabı okurken bir anda o dünyada buluyorum kendimi ve Gerhard’ı. Yunan Tuhaf Dalgası’ndan Babis Makridis’in yönettiği filmin dünyasında. Kitapta yer alan bazı sahneler hem söz konusu sinema akımına hem yönetmene hem de filme çok yaklaştırıyor beni. Özellikle, metnin en vurucu kısımları olduğunu düşündüğüm Gerhard’ın patronuyla yaptığı konuşma ya da eski kız arkadaşıyla karşılaşma sahneleri. İkisini de aynı evrende, iç içe geçmiş bir şekilde kurguluyorum elimde olmadan. Gerhard ve avukatın arkadaş olduğunu hayal edip, Gerhard’ı Yunan Tuhaf Dalgası akımına mensup bir yönetmenin gözlerinden görüyorum. Bir tuhaflık yargıcının arkadaşı, o tuhaflığın bizatihi kanlı canlı vücut bulmuş hali olacak ne de olsa…
Bir tarafta yalnızlığıyla arz – ı endam eden Gerhard, diğer tarafta zevahiri yalnızlıkla boydan boya örtmek isteyen ve kendisini sürekli zavallı ve acınası olduğu izlenimi yaratacak durumlara iten, bunun üzerinden ilgi devşirmeye çalışan bir avukat. Burada, filmin yalnızlık ve zavallılık arasındaki ilişkinin zorunluluğuna yaptığı vurgunun önemini belirtmek gerek. Yalnızlığın bu bağlamda Gerhard üzerinden de okunabilecek anlarını yoklayarak… Birine yalnızlık, aniden üstüne çökeceği bir şekilde servis edilirken diğeri bu hissi her türlü imkanı deneyerek, her alanı açarak peyderpey sipariş ediyor. Ancak her ikisinin bünyesinde de aynı etkiyi yapıyor sanki. Bu etki, günün sonunda Gerhard’ın kurduğu ancak avukatın da sahip çıkacağı, kendisini bunun üzerinden tanımlayacağı ve ikili arasındaki (muhtemel) arkadaşlığın teminatı niteliğindeki şu cümlede gizli: “Keşke Alpler’de bir köpek kulübesinde yaşasaydım diyorum ama yok.”
Bu arkadaşlık, her ikisinin yalnızlıklarını farklı alanlar ve anlamlar üzerinden sınayıp bambaşka formlara dönüştürecektir şüphesiz. Böylece, her ikisinin geldiği nokta kendi yalnızlık hallerine ve bu konudaki samimiyetlerine dair de fikir verecektir diye düşünüyorum.
Genazino, günün sonunda Yunan Tuhaf Dalgası dünyasına yabancı olmayan baş karakteriyle, müzmin hayat sorgucularına oldukça yakın ve tanıdık gelen saptamalarla dünyada olmanın tedavisi mümkün olmayan halini[1] ustalıkla gözler önüne seriyor. O ustalığı, satır aralarına incelikle işlediği mizah anlayışını hangi anlarda açığa çıkaracağını iyi bilen bir şekilde yapıyor üstelik. Ancak tüm bunların, olay örgüsünün daha akıcı, dört başı mamur bir düzlemde gerçekleştiği bir kurguda olmasının daha iyi sonuçlar vereceğini de düşünmüyor değilim.
Adı geçen eserler:
Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk, Wilhelm Genazino, Ayrıntı Yayınları (Çeviri: Süreyya Turhan), 2020.
Pity / Oiktos (Zavallı), Babis Makridis, 2018.
[1] Samuel Beckett’ın bir sözü: Dünyadasın ve bunun tedavisi yok.
Comments