Alfa ve Omega arasında “Onuncu Ay”
Nuray Elçin, Ayla Burçin Kahraman'ın ilk kitabı Onuncu Ay üzerine yazdı: "Yazar, her sonun yeni bir başlangıca kapı açtığı bu iç içe geçmişliği hissettiren öyküler sunuyor okura."
Nuray Elçin
Ayla Burçin Kahraman, İthaki Yayınlarından çıkan ilk kitabı Onuncu Ay’da okura on yedi öykü ile sesleniyor. Bu öykülerde edebiyatın büyüsü, belki çok uzak belki de çok yakınımızda olan ama göremediğimiz olaylar ekseninde, canlı bir gerçeklikle önümüze seriliyor.
Thomass Mann “Son ve başlangıç; ikisi birbirine karıştırılabilir, o kadar benzeşiyorlar. İnsan çiğdemin görüntüsüne bakıp sonbahara geri gittiğini düşünebilir ve veda çiçeğini görüp ilkbahar geldi sanabilir.” diyor Aldatan Kadın’da. Onuncu Ay da her sonun yeni bir başlangıca kapı açtığı bu iç içe geçmişliği hissettiren öyküler sunuyor okura. Yazar, kelime oyunları yapmadan, okuru gereksiz ayrıntılara boğmadan kuruyor sahnelerini ve bu sahnelerde mutlaka tanıdık bir karakter, nesne, koku, ses veya his çıkıyor karşımıza. Yazar bu aşinalığı okuru rahatsız etmeden, ne çok dışarıda bırakarak ne de çok içeride tutarak, okura bildiği bir yeri yeniden keşfetmenin vereceği heyecanı hissettirerek sunuyor.
“Ne yapsa olmuyordu. Sabah akşam harladığı sobaya rağmen buz tutmuş ruhu ısınmıyordu.” (s. 11)
Gaip isimli öyküde ana karakterin kurduğu bu cümle, ateşi arttıkça insanı buz kestiren bir gizemi barındırıyor içinde. İnsanın bitmek bilmeyen çabası karşında yüz yüze geldiği çaresizliği Hurinur aracılığıyla bir kez daha karşımıza çıkarıyor. Sobaya atılan odunlar ne kadar çok, ateş ne kadar harlı olursa olsun ruhumuzun kuytularında üstünü örtmek istediklerimiz üşütüyor bizi en çok. Öykünün beklenmedik finalinde ise görülenin, bilinenin, duyulanın gerçekliğini sorgularken buluyoruz kendimizi.
On yedi öykünün merkezinde yer alan gördüğümüz ve gerçekte olan arasındaki farklılık bazen bir karar anı bazen de geçmişe dair bir fotoğraf karesiyle karşımıza çıkıyor. Yaşamın içindeki sıradan insanların, gündelik olayların, en çıplak halleriyle karşımızda durduğu bir gerçeklik ânı bizi hiç beklemediğimiz sonlara ulaştırıyor. Bazen de tam tersi. Son dediğimiz bir bitişin karakter ve arka planda da okur için aslında yepyeni bir başlangıca kapı açtığı duygusu oluşuyor. Issız Tarlada Bir Siyeç bu öykülerden biri.
“Kimi Meral gibi yediveren, kimi de benim gibi ıssız tarlada bir siyeç.” (s. 20)
diyen Zeliha, kimsenin kendisine açmadığı kapıyı görüyor, usulca aralayıp başlangıca adım atıyor. Anlatım ve kurgunun gücüyle o kapıyı Zeliha’ya yazar mı açtırdı yoksa yazılan ne olursa olsun Zeliha birgün o kapıyı mutlaka açar mıydı ikilemi hissediliyor. En nihayetinde, öykünün finalinde okurun kendine, “Ben de Zeliha’nın yaptığını yapar mıydım?” sorusunu sorması kaçınılmaz oluyor.
“Yanına gidip ıstakayı kafasına geçirse ya da kaynar suyu yüzüne boca etse, hiç olmazsa alnının orta yerine ağız dolusu tükürse,” (s.45)
Yazarın toplumsal bakış açısı odağında ele aldığı “Köse” isimli öyküsünde ise eril zihniyetin kadın varlığı üzerinde ortaya koyduğu çarpıklık bir kahvehanenin sigara dumanı kaplı bir atmosferinde çıkıyor karşımıza. Kahvehane sokağın, toplumun aynası elbette, hem kendimizi hem de okey taşını masanın ortasına çarpan eril zihniyeti görüyoruz öykü boyunca. Okey taşları renk renk sıralandıkça duyduğumuz sesler, kara saplı bir çaydanlıktan yukarı süzülen buharın sıcaklığı ve karakterlerin arasında geçen diyalogların doğallığı okuru gerçek bir kahvehanenin yeşil kadife örtülü masasına çekip oturtuyor. Finalde masanın yanındaki sandalyeye oturmuş, gözünüzü siyah birliye dikmiş, çayınızı yudumlarken şu soruyla başbaşa kalıyorsunuz. “Hep böyle mi olacak?”
“Eski. Ne kadar eski? Bir yıl mı on ay mı? (s.87) Alıntı, kitaba adını veren "Onuncu Ay" isimli öyküden. Yazar bir söyleşisinde Onuncu Ay için, “İnsan, anne karnında var oluşunun onuncu ayında dünyaya gelir. Bize küçücük gibi gelen karanlık bir haznede geçirdiği dokuz ayın sonunda, belki de geldiği yerden daha sıkışık bir dünyaya gireceği bir kapının eşiği Onuncu Ay. Bir tamamlanma anı. Doğumun, başlangıcın simgesi.” diyor. Sahneleme yeteneğinin kitapta en belirgin haliyle var olduğu öykülerden biri Onuncu Ay. Öykünün sonuna kadar yeni doğum yapmış ana karakter ile her ânı birlikte yaşıyoruz. Elini göğsüne bastırdığında hissettiği sızı bizim bedenimizdeymiş gibi acıtıyor. Yere düşüp kırılan kavanozun cam parçaları elimizi kanatıyor ve birlikte vereceğimiz bir karar ânına doğru çıplak ayaklarımızla yürüyoruz. "Onuncu Ay" öyküsü kitaba adını vermeyi fazlasıyla hak ediyor.
“Ben onun yerinde olmak istiyorum. Kim bilir belki o da benim. Hangimiz daha şanslıyız?” (s.74) "Yıl Dönümü" öyküsü günümüz kadınlarının ortak sesi olabilecek bir iç konuşmayı barındırıyor. Karşısındaki kadının yerinde olmak isteyen ama kimin daha şanslı olduğu konusunda kesin bir karara hiçbir zaman ulaşamayacak olan öykü karakterinin zihninden görüyoruz olanları. Yaşamın olağan akışında, bir kol saati iki kadını hiç beklemedikleri bir yerde buluşturuyor. Zamanın ikisi için de doğru şekilde ilerlemediği, birbirleriyle değil kendi varlıklarıyla çatıştıkları bir koridorda yan yana duruyorlar. Yazar, kimin haklı kimin haksız olduğu tartışmasına girmeden, okuyanı hangisinin daha şanslı konusunda kesin bir yargıya vardıramayacak kadar ustaca işlenmiş bir öykü sunuyor.
Öykü evreni diye bir evren var ise, Onuncu Ay anlatımdaki özen, ritim duygusu, kelime seçimleri, mekanı gösterme, bilince sızma, çatışmayı yükseltme, okura sahnede büyükçe bir yer ayırma, tadı, kokuyu, sesi gerçek kılma konularında bu evrende yerini almış görünüyor. Şaşırtıcı son yazmak, öykü türü için bıçak sırtında yürümek gibidir ve yazar bu bıçağın sırtında bir ip cambazı ustalığıyla yürüyor. Öykülerindeki beklenmedik sonlar salt bir şaşırtma çabası değil. Görünenin ardında şaşırtıcı bir gerçek olduğunu hissettiren on yedi öykü.
Sonuç olarak yazar insanın hayatı ve doğal olarak insanı anlama çabasını etkili bir şekilde okuruna sunuyor. Her öykünün finalinde derin bir nefes alıyoruz, bazen buruk bazen rahat bir nefes…
ONUNCU AY
Ayla Burçin Kahraman
İthaki Yayınları, 2023
120 s.
Comments