top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Yaratıcılık Ritüelleri 63 / Emrah Polat: "Yazar, esasen hep yalnızdır"

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 6 dakika önce
  • 4 dakikada okunur

Fikir fikirdir ve her yerdedir.

Yazarların yaratım süreçlerine odaklanan "Yaratıcılık Ritüelleri Söyleşileri"nde Semrin Şahin'in bu haftaki konuğu, Emrah Polat


ree

Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?

Ritüelim yok doğrusu. Dört yıldır yazmıyorum da. 

Açık ya da örtülü -özellikle aydınlara sinmiş- mezhebi ayrımcılık üzerine bir roman dosyası için notlar alıyorum ama… Ne zaman başlarım, ne zaman bitiririm hiç bilmiyorum doğrusu. Acelem de yok. 

Aslında bu benim çalışma yöntemimle uyuşmuyor: 2001 yılından beri; yani 20 yıldan fazla süredir her gün çalıştım. Yazmadığım zaman çok mutsuz olurdum. Sonra, birdenbire yazmaktan soğudum ama mutsuz da olmadım. Benzeri deneyimi yaşamış Cemil Kavukçu’ya açtım bunu. “Hocam,” dedim. “Böyle böyle durumlar,”. “Emrah,” dedi Cemil Hoca, her zamanki bilgeliğiyle, “Yazma isteği sebepsiz gider, nedensiz gelir; merak etme sen!” Özetle, hâlâ bekliyorum Semrin Hanım.



Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?

“İlham” denilen kavrama inanmam ben. Yazma isteği varsa gerisi çalışmaya bakar. Fikrin parlağı matı olmaz; fikir fikirdir ve her yerdedir: Ağaçların devinimleri arasındaki farkta örneğin, söğütle çam ağacını devinim yönünden karşılaştırdığımızda ağaç olmak dışında ortak yanlarının azlığı öne sürülebilir rahatlıkla. Ayrıca fikir, bir şeyin fikri değildir her zaman; başlı başına bir şeydir de: Malum, güzellik fikri, tekil güzelliklerin toplamından daha fazla ve başka bir şeydir. 

Dediğim gibi bendeki yaratım tıkanması değil de, yazma isteksizliği. Onun da geçmesini bekliyorum. 



Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?

Sözleri Zeki Özpınar, müziği Burhan Bayar’a ait “Gözlerin Yaşlı” şarkısının sözleri ve şarkıyı dinlerken açığa çıkan anlam, kendimi ispatlayıncaya kadar geçen yazarlık sürecinin bir özeti gibi…

Neyse, hikâyenin başına dönelim: Yazmaya başladıktan dokuz yıl sonra ilk romanım basıldı, yani 2009’da. Ondan bir yıl sonra ise edebiyathaber.net kuruldu. İlk basılan romanım Köpek Adamlar’dan önce iki roman daha yazdım. Onlardan birini saklıyorum, diğerini bulamadım. Süreci uzun uzadıya anlatmayayım. Bilenler bilir. Yukarıdaki şarkıyı yeniden ve yeniden dinleyin lütfen… Sözleşmeye çok yaklaştığım anlar olsa da ellinin üzerinde yayınevi tarafından reddedildim özetle.

Romanda ya da gerçek yaşamda, insanlar asıl yüzlerini ya da kişiliklerini önüne engeller çıkınca gösteriyorlar: Yazarlık, inatçı yönü güçlü bir karakter gerektirir. Ayrıca inatçılığınız sabırla sınanacaktır; pes ederseniz, yenilmezsiniz ama yazar da olamazsınız. Katırınki gibi bir inatçılıktan bahsetmiyorum; dışsal zorlama karşısında duyulan bir inat değil dediğim, kaplumbağanınki gibi bir inatçılık; zamanla sınanır onunkisi, ama sonunda kaplumbağa menzile erer. Gerçek yazar kaplumbağa olmalıdır. 

Yazmaya başladığımda edebiyat dünyasından kimseyi tanımıyordum. Belirli bir aşamaya gelince Kalem Ajans kapısı açıldı. Ajans olarak Nermin Mollaoğlu’nun, editör olarak Levent Cantek’in faydasını gördüm. Ayrıca 2010 yılında kurduğumuz Edebiyat Haber’in profesyonelleşmesinde Can Öz’ü unutamam. 

Yolculuk boyunca çeşitli destekler olsa da yazar, esasen hep yalnızdır. Bunu hiçbir zaman unutmamak lazım.



Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?

O zamanlar içimdeki yazarak anlatma isteğini durduramıyordum. Biraz da yalnızlıktan kurtulmak için yazıyordum, ancak yazarak daha çok yalnız kaldım: Zaten yazarlık, yalnızlık gerektirir. Çoğu yazarın yaşadığı trajedi budur işte: Bir yanda yalnızlıktan kurtulma isteği, öte yanda yalnız kalma mecburiyeti. 

Şimdilerde doğru dürüst yazmadığım için konuya mesafeli bakabiliyorum; yalnızlıktan biraz da olsa kurtulmanın yollarını buldum, diyelim.



Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?

Uzunca bir dönem sabah erken yazdım. Sonra başka işlerle uğraştım. Bedensel yorgunluğun yoksa her yerde ve her zaman yazabilirim, yalnızken de gürültülü bir ortamda da.

Romanın ana hatları belirginleşmişse, ne iş yaparsanız yapın, onun içinden çıkamıyorsunuz; ya not alıyorsunuz ya onu düşünüyor. Tamamlanmamış dünya tasavvurunu; yani romanınızı tamamlamaya gayret ediyorsunuz.

Elimin altındaki kitaplara gelince; en önemlisi Özcan Yalım, Türkçe’de Yakın ve Karşıt Anlamlılar sözlüğü, diğerlerini Edebiyat Haber’de yayımlanmış bir yazıda uzun uzadıya anlattım. Meraklısı oradan okuyabilir. 



Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste vs…)  var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?

Metin Kaçan, Ağır Roman. Okuduğumda üniversitedeydim ve girdiğim dünya beni büyülemişti. Kız arkadaşımdaydım. Şartlar, birbirimize sarılıp yorgan altında uyumak dışında çok az şeye izin veriyordu. Ankara ayazıydı. Küf kokusu sinmiş Cebeci’deki öğrenci evinin kaloriferleri çalışmıyordu. Uyduruk elektrikli ısıtıcı bozuktu. En iyisi Kumtel marka olan o dandik cihazları öğrenciler iyi bilir; sonu gelmez sohbetlerin sigaralarını göğüslerindeki ince çubuklarda korlamıştır cefakâr ısıtıcılar; bakmayın dandik dediğime… Neyse, konumuz başka: İşte o gece bitirmiştim kitabı… Nasıl bitirdiğimi de anlatırım ileride, o da ayrı bir “macera”. Bu hikâyeyi yıllar sonra rahmetli Metin Kaçan’a anlattığımda, “Vay be!” demişti, etkilenmiş bir edayla. Ben de baya sevinmiştim. Yıllar sonra düşündüm ama, o kitabı -beğenerek- okuyan herkesin -okuma anıyla ilgili- unutamadığı bir hikayesi mutlaka vardır. Anlatanlar olduğunda, ne diyecek Metin abi. Ben olsam, “Vay be!” derim. İnsanları sevindirmek lazım. Ömür kısa…

Yeniden okumadım Ağır Roman’ı. Benzeri hisleri yaşayamam endişesini ya da vesvesesini taşıdım hep. Zaten filmi şusu busu da yapıldı, tadı kaçtı epey.

Yorumlar


bottom of page