top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Öykü: Anne Kız

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 3 saat önce
  • 3 dakikada okunur

"Öyle dediğinde iyi hissediyorum. Şimdilerde sevmek. Yaşattığı şey bu."


Alev Şahin


Uzun kıvrımlı bir yolda ilerliyorum bir süredir. Bitecek birazdan. Bitmesini istemiyorum. 

Kendi çıkardığı toza bulanmış arabadan indim. Ayaklarımın altında çakıl taşı. 

Yüksüz bir rahatlıkla yürüyorum. Toprağa basmayalı ne kadar olmuştu? Bu yol bitecek. Ev, ileride.

Çocukluğuma değmemiş annem evde beni bekliyor.

Bunu da ye. Senin için yaptım. 

Öyle dediğinde iyi hissediyorum. Şimdilerde sevmek. Yaşattığı şey bu.

Ya öncesi.

Kapıyı açtı. Sarıldı. Salona geçtim. Montumu koltuğa bırakıyorum, çantamı ayağımın dibine. Ne de olsa misafirim ve çıkmak istediğim anda hiç oyalanmayacağım. 

Burnu ve gözleri benimkiler gibi.

Ona benzediğim için güzel olmuşum. Bunun farkındayım elbette. Hatta temelsiz bir minnet duygusu bile dürtüyor bazen. 


Masada, birazdan yenilecek yemeğin habercisi renkli peçeteler.


Beni ayda birkaç arardı. Ben aramazdım. Bunu yirmi yaşımdan sonra yapmaya başladı. Telafi içermeyen sadece yeniden başlayan bir iletişim hali gibi. İlk görüştüğümüzde de çok ağladı. Mecburmuş. Uzak kalmaya.

Olan oldu öyle değil mi? 


Eşinin cenazesinden sonraydı. Sık sık aramaya, gel kal diye ısrar etmeye başladı.

Artık ben daha çok geliyorum. O eskiden senede bir hazırladığı dolu sofralardan daha sık hazırlıyor. Doğum günümü yapayalnız geçirme korkum, eşinin yokluğunun üçüncü senesinde ortadan kalkmış oldu. İstersem onun yanına gidebilirim.

Benim de evimmiş burası.


Beş yıldır bir sevgilim yok. Birkaç başarısız deneme hepsi o. Hepsinden sonra da çılgınlar gibi sevip boğmasaydım belki devam ederdi, dedirten bir umursamaz erkek kalıntısı bulaşıyor üzerime.

Anılarımda yer bulamayan bu ev, onun ömrünün bensizlikle başlayan tamamı demek. O adam da öyle. 

Onun çocuklarını büyüttü.

Buna mecburmuş.

Ben kendimle büyüdüm.

Buna mecburdum. 

Sürekli şikâyet eden bir babaanne ve solcu dayım.

Eksiktim, hep onu bilip de sevdiler beni. Bilip de ilgilendiler benimle. Bilip de korudular beni.

Minnettar kaldım herkese.

Ne çok.

Bazen merak ediyorum, benim gibi eksik olmayanlar nasıl yaşar?

Hayata herkes gibi tutunmak vardı. Herkes gibi büyümedim ki ben galiba.

Ama herkeste de var ya bir travma.


Mutfaktan kepçenin tencereye vurulma sesi geldi. Pat, pat, pat. Aşinayım bu sese, başka elden.

Bugün, burada, içeride uyuyacağım.

Koku çok yabancı. 


İstanbul’da işsiz ve çırpınmazsam boğulacağım bir hayatım var.

Bir başına.

Gündüzleri ve akşamları perdem, pencerelerdeki ışığı engeller.

Kapımı kimse çalmaz.

Az da olsa görüştüğüm arkadaşlarımla dışarıda kahve içerim.

En büyük sorunum şu: İşe gitmemek bana ne yapacak?

Elimdeki birikimle on ay bile yaşarım.

Ama işte peki o yalnızlık.

İçimi kıyan.

Her yanıma diken gibi batan kimsesizlik.

Biliyorum bir süre sonra kimseyle kızmadan kırıp dökmeden konuşamamaya başlayacağım. Her biri uzaklaşacak benden. Arayıp sormayacaklar. 

Ezik hissettirdiler diye tutup atacağım onları bir kenara. Hırçın konuşmak sorun olmayacak benim için. 

Zaten başka türlü konuşamayacağım. 

Bu evdeyim. 

İstediğim kadar kalabilirim.

Peki ya bu kadın?

Bu kadınla mı?

Varlığımla iyileşecek, kocasının yokluğunda. Ben de işsiz, kimsesiz halime teselli bulacağım belki. Oturup bilgisayarda yazacağım. 

Delirmeden.

Peki, çocukluğumun intikamı ne olacak? Gitti ellerimden.

Kendime bunu yapmalı mıyım?


Koltuğun süngeri sert. Küçücük bir yastık var. Arkana yaslansan da olmuyor, rahat edemiyorsun. Ayaklarım üşüyor. Terlik istemiyorum.

Alsam ne olacak? Üşüsün.

Montumu çıkardığıma pişman oldum. Tekrar giyiyorum.

Mutfaktan tencere, tabak sesleri geliyor.

Beni yalnız bıraktın.

Masaya geçiyoruz.

Yemeklerden yiyorum. Tıka basa. Bir daha sanki beş gün yemek yiyemeyeceğim. O denli. 

O kadar doluyor ki midem. Sadece baş edemediğim bu tokluğun ellerindeyim. Neredeyim, ne yapıyorum? Cevap aramama gerek yok. Midem çok dolu.


Şimdi benim gibi o da yalnız.

Dışarıdan köpek sesleri geliyor. Derinden, çırçır böceği sesleri. Deniz uzak ama kokusu içeride. Ev tuzlu deniz kokusuna alışık. Ayaklarımı uzatmak istiyorum. Uzun yoldan geldim.

Uzatamam. İçimden gelmedi. Duvarda çok büyük olmayan bir halı asılı. Üzerinde geyik ve aslan var. 

Manasız.

Evin çatısı ağaç kütüklerinden. İyi cilalanmış. Bakımlı, sağlam, parlak kütükler. 

“Halinden memnun musun?” diyor.

Halim,

Yemek yiyorum. Konuşacak biri var. İçimde küskün bir çocuk.

memnun muyum?

“Ben yaşlı bir komşu var, ona yemekten biraz vereyim, geleyim,” diyor. “Yazık, yalnız o da.”

Kim gibi hem sen hem ben mi?

Onun komşusu var. Yemek bile götürüyor. 

Arkama yaslandım, yokluğunda. Belim dinlendi. Ayaklarım yere basmıyor, üşümeleri azaldı. Hırkamın önünü kapattım. Şalımı omuzlarıma attım. Burası nasıl bir ev?

Sevmemek için tutuyorum kendimi. Bir de onu anlamamak için.

Mecburmuşum gibi.

İçimden hissizlik yükseliyor.

Boşluğa bakıyorum. 

İnsanın içindeki öfkeyi kendi ağırlığıyla yenmek zorunda olması ne acı değil mi? Bunu ben yapmalıyım. Yalnızca ben.

Onsuz.

O komşudayken hazır. Montumun düğmelerini kapattım. Şalı iyice sarındım.

Kararım değişti.

Gelirim, demişti. 

O gelmedi.

Ben de kalmayacağım.

Arabanın önünde kapıyı görecek şekilde bekledim. Yarım saat sonra geldi.

Teyzeyle iyi laflamış. Ben neden dışardaymışım. 

“Gidiyorum,” dedim. “Bir işim çıktı yarın sabahtan.” O bir şey demeden “iş görüşmem var,” diye üsteledim. Sustu. 

Üzüldü.

Yalnız kalacak.

Kalsın. 

“Yine gel,” dedi. Israrcı.

“Tamam,” dedim. İsteksiz.

Yola çıktım. En yakın öğretmen evinde kalacağım. Gözlerim doldu ama ağlamadım. Galiba ağlayamadım.

Yorumlar


bottom of page