top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Bitti

"Berjerin arkasındaki pencere aralanmış ancak üflediği duman camdan dışarı çıkmıyor. Sis gibi çökmüş salonun ortasına."

Doğa Cihan


Salondaki tekli berjerin üzerine yığılmış. Tüyler ürpertici bir ses çıkarıyor miadı dolmuş berjer ve oturanla beraber içine göçüyor minderi. Kulakları, sırtı, bacakları neredeyse tüm vücudu bu köhne bataklıktan mustarip ancak o yine de yanı başındaki servi boylu koltuğa geçmiyor. Kapının tam karşısında berjer. Ya kocasını bekliyor maun kapıyı gözlerken ya da bir daha açılmamasını ümit ediyor. İki parmağının arasında sigara var. İki parmağı arasında eğreti duruyor sigara. Yeni başlamış olmalı, muhtemelen birkaç haftalık. Ancak iki dudağının arasında kendini tamamlıyor sigara. Belli ki dudağının tiryakisi. Berjerin arkasındaki pencere aralanmış ancak üflediği duman camdan dışarı çıkmıyor. Sis gibi çökmüş salonun ortasına. Belli belirsiz aralıklarla duvardaki aynadan kendini seyrediyor. Sisten görebildiği kadarıyla.

Şoförün ardındaki ilk sıraya oturmuş. Hem camın hem de kapının kenarına. İşten çıktıktan sonra her zamanki otobüse binmeyip meydanda iki tek atmaya gitmişler. Aslında böyle bir planı yokmuş ama çocuklar çok ısrar etmiş. Zaten kaç kere hayır demiş, artık ayıp oluyormuş. Falan filan. İçinden bunları geçiriyor. Başı dönmüyor ama dalgalı. Bir camdan yansıyan suratını izliyor, bir ışıkları yanan daireleri. Bazen ikisini birden. Kendi suratını, gördüğü ışıklı dairelere yansıtıyor. Başka evlerin salonlarına yerleştiriyor kendini. Gülümsüyor. İneceği durağa gelmek üzere. Butona bastıktan sonra otobüsteki ekranın ışığı yanıyor. O sırada hayattan tek bir dileği var. Karısı uyusun, çocuğu uyusun. Evin ışıkları yanmıyor olsun.


“Neredesin sen? Sen neredesin yahu ben burada bir başıma otururken? Bıktım artık her gün aynı şeyleri yaşamaktan. Okula git. Sınıfta ağlayan zırlayan çocuklarla uğraş. Bir öğle aramız var orada da gir öğretmenler odasına; Sibellerin hafta sonu yaptıkları kaçamak Uludağ tatilini, Gamze’nin onu şehrin en şık restoranlarına götüren yeni tanıştığı haza beyefendiyi, hatta altmışlık Neriman Hoca’nın bile kocasıyla ikinci baharlarını yaşadığını dinle. Ben napayım susuyorum tabi. Zilin çalmasını bekle bekle, ardından atla dolmuşa eve gel. Bu sefer de zırlayan başka bir çocuk. Beyimiz nerede? Yok. Sonra mezar gibi yatağa girip zıbar. Her şeyi geçtim, kaç aydır elini bile sürmüyorsun bana Zafer.” demeyi çok istedi. Söyleyemedi. Bütün bu cümleleri ağzına ve kalbine tıkayan bir güç vardı. Bu esrarengiz güç çocuk yaştan çeyiz hazırlatan, birbirinden farklı rengarenk mutluluk yolculuğunu yalnızca evlilik rotası üzerinden çizdiren bir rol olabilirdi ona biçilen. Ve annesine ve onun da annesine ve tabi onun da… Ya da sadece yorulmuştu. İçerisinde iyiden iyiye kaybolmuş berjerden kalkmamasının, girişteki vestiyere paltosunu asan kocasının yüzüne bakmamasının, yere dökülen küllere rağmen sigarayı tablaya koymamasının bütün sebebi belki de yorgunluktu.

Paltosunu vestiyere astı. Şu anda isteyeceği son şey Demet’e cam çerçeve, apartmana ise reyting rekorları kırdıracak bir polemikti. İstekleri sürekli yaşadığı anı ilgilendiriyordu. Geleceğin geleceğine mi inanmıyordu yoksa tecrübeleri hayaller hakkında ona yıkıcı gerçekler mi sunmuştu bilinmez. Öyle veya böyle tek dileğinin kendi elinde olduğunun bilincindeki bu adam hiç istifini bozmadan banyoya sürdü ayaklarını. Üstünü başını dökünüp kendini sıcak suyun terbiyesine bıraktı. Akan suyun gidere yolculuğunu izliyordu. Vücudundan bir parça, belki bir deri belki bir saç öbeği bile görse yeterdi suyla beraber ilerleyen. Havlusunu peştamal gibi beline bağlayıp buğulu aynanın karşısına geçti. Aynadaki surat seçilmiyordu. Buğunun ardındakini önce babasına benzetti. Aile mefhumunu bir soyadından öteye götürmeyen, evde bulunduğu süre zarfında bir an olsun bozulmayan o duygudan yoksun ifadeli babasına. Uzun saçlarını geriye doğru attı. Üniversiteden aşkı Bahar’ı andırdı bu kez. Bütün ilkleri yaşadığı ve akabinde yaşattığı ilk aşkı Bahar. İlk öpüşme, ilk kavga, ilk terk edilme ve ilk beceremeyiş. Bunların hepsinde ise aynı donuk suratlar.


Evliliklerinin başlarında onlarca misafir ağırladıkları fakat şimdi iki kişinin sığamadığı salonda oturuyorlardı. Zafer sanki hiçbir şey olmamış ya da olabilecek her şey çoktan yaşanmış rahatlığıyla televizyonu açtı. Demet süngerine kadar emdiği sigarasını kül tablasında bir gözdağı verircesine ezerek söndürdü. Kumandayla oynamayı bir belgesel kanalında sebepsiz yere bıraktı Zafer. Belki bir daha geri dönemeyeceğini sanması, geri dönebilse bile aynı tadı alamayacağına inanması muhtemel şüphelilerdi. Yaşadıkları olanca gerçekliğin farkında olan Demet, bu farkındalığı üçüncü bir kişi daha edinmesin gayesiyle sessiz ama öfkeli bir tonda içine içine konuştu:

“Kıs şunun sesini, çocuğu uyandıracaksın.”

Çocuk odasından ilkin bir tıkırtı duyuldu, ardından yanan bir ışık görüldü. Sesler tuvaletin yolunu takip etti. Işık da peşinden gitti.

Dişi aslan kaç yüz kiloluk bir bizonu avlamış, ağzı yüzü kan içinde taşıdığı leşi yavrularının ve erkeğinin önüne atar. Yattığı yerden kalkar yaşlı erkek aslan. Ölüm gibi korkutucu ve soğuk bakışları leşin önüne gelir. Bedeni ölmüş bizon, içinde kalan birkaç gram ruhunu da o bakışların üzerine göğe bırakır. Birkaç pençe hareketiyle bizonu parçaladıktan sonra yiyeceğini yer ve sürüden ayrılır. Sonra yavrular ve dişi beslenir. Bunu işi görür ve gocunmaz dişi. Mevcudiyetinin ve mecburiyetinin farkındadır. Karnı doymuş yaşlı erkek ise nehre doğru salına salına yürür. Su içmeye eğildiği sırada kendini görür. Yaşlı aslanın sudaki yansıması kediye benzer. En çok böyle zamanlarda inletmek ister bütün ormanı. Sesi pek çıkmaz artık, güçsüzdür. Başına gelecekleri kendinden öncekine gelenden görmüştür. Her nefeste ölüme biraz daha yaklaşır. Dişisini ve yavrularını geride bırakır. Ve terk edileceğini bilerek terk eder sürüsünü.

Belgeselin sonuyla beraber televizyonu kapattı Zafer. Zifiri bir sessizlik salonda kendine bir anlam ararken tuvaletten o bağırış yükseldi:

“Anneee, bittiiii!”

bottom of page