top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Öykü: İki Ters Bir Düz

Yazarın fotoğrafı: LiteraLitera

"Öyle bir yaşıyoruz ki bir suçlu arıyoruz içimizdeki öfkeye. Sonuçların sebeplerine kızıyor, sebepsiz kızgınlıklarla yaralıyoruz bir diğerimizi. En can alıcı noktamızdan vuruyoruz sözlerimizle birbirimizi. Ayrılık bir sonuç mu oluyor yoksa ayrılık bir sebep mi oluyor bilmiyorum bu yalnızlığa."


Salih Bircan


Telefonum çalmaya başlayınca televizyonun sesini çabucak kapadım. Arayan eşimdi. Sesindeki paniğin havasına kapılarak birden panikledim ben de. Ona sakin olmasını hemen döneceğimi söyledim. Ancak şu an ben de sakin kalamazdım ve bu iş gezisinden memlekete derhal geri dönmeliydim. 

Oldum olası böyle durumlarda elim ayağım dolaşır, sakarlaşırım, ne yaptığımın farkında olmadan saçma davranışlar sergilerim. Ufak tefek eşyaların yerini değiştiririm, bardağa su doldururum, perdeyi açıp kaparım falan... Bu defa bir yandan telefonda konuşurken bir yandan da havasız otel odamın penceresini istemsizce ardına kadar açıp kafamı dışarı sarkıtmış derin nefesler çekiyorum. Gecenin bu saati dışarısı ışık kirliliğinden gündüz gibi; caddeler, vızır vızır işleyen arabalar, karşıdaki park, aylak aylak dolaşan insanlar hepsi ayan beyan görünüyor. Ara sokağın köşesinde ise sarhoşun biri küfürler savurup bir çöp konteynırını tekmeliyor ha bire.

- Neden? Neden? Neden? diye bağırıp duruyor. 

Gelip geçenler ise hor gören bakışlarını ona fırlatarak sıvışıp gidiyorlar.

Patronumu aramaya karar veriyorum. 

- Oğluma araba çarpmış. Hastanedeymiş. Yoğun bakıma almışlar... Evet efendim, bugün görüştüm firmayla. Bizi aramalarını bekliyordum. Yarın tekrar görüşecektik.

Bu sırada sarhoş adam konteynırı tekmelemeye ve küfretmeye devam ediyor. Onu izlerken bir yandan içime düşen yangın yüreğimi kavurmaya devam ediyor. Sarhoşun öfkesi ise yüreğimdeki yangını körüklüyor.

Patron, önce oğlumla ilgilenmem gerektiğini ve hemen dönmemi salık veriyor. Firma bizimle çalışmaya karar verince bizi ararmış nasıl olsa. Telefonu kapatıyorum. Şimdi ne yapacağımı düşünüyorum. Eşimi tekrar arıyorum. Eşim telefonda hâlâ ağlıyor, çabucak yanlarında olmamı istiyor. Hemen çıkmalıymışım yola. Hemen toparlanıp, hemen...

Dışarıdaki görüntüden ayırıp gökyüzüne çeviriyorum gözlerimi. O an çok yakınımda hissettiğim yıldızlara tutunmak geliyor içimden. Gözlerime dolan yaşlar tüm yıldızları bulanıklaştırıyor, sanki izlediğim sahnede ışıklar yer değiştiriyorlar. Ya oğluma bir şey olursa! Ya bir daha onu hiç göremezsem! Ya beni görmek istiyorsa! Ya? Ya? Ya? Akla gelebilecek en kötü ihtimaller sürüp gidiyor zihnimde. O esnada nefes alamadığımı hissediyorum. Başım dönüyor. Bir sıcaklık hissediyorum yanağımda süzülen, kayıp dudağımın kıvrımına doluşan; sonra tuzlu bir tat ve sarhoşun sesi:

- Neden? Neden? Neden?

Ambulansın siren sesi kulaklarımda çınlarken gözlerim aralanıyor. Beyaz önlüklü iki kişi başımda:

- Hastaneye gidiyoruz. Nasılsın? 

- Ne oldu bana?

- Otelde bayılmışsın. Tansiyonun normale dönüyor. Nasıl hissediyorsun kendini?

- Midem...

- Miden mi bulanıyor?

- Evet. Öğ...

- Acile geldik işte. Sedyeyle indireceğiz.

Başım ağrıyor, midem bulanıyor. Ama benim eşimi aramam lazım. Oğlum! Oğlum hastanede, yoğun bakımda... Öğ... Kusuyorum.

Acilde muayene ve tahliller. Serum ve iğneler. Telefonumda eşimden, tanıdıklardan bir sürü cevapsız arama. Ara tuşuna basıyorum yüreğim telaşta. Eşim feryat ediyor. Çığlıklar yükseliyor. İçimde bir kıyamet kopuyor. Artık kimse kimseyi bağırsa da duymuyor.

Bundan böyle kimse kimseyi anlamak istemiyor. Herkes kendi derdinde, kendi âleminde. Öyle bir yaşıyoruz ki bir suçlu arıyoruz içimizdeki öfkeye. Sonuçların sebeplerine kızıyor, sebepsiz kızgınlıklarla yaralıyoruz bir diğerimizi. En can alıcı noktamızdan vuruyoruz sözlerimizle birbirimizi. Ayrılık bir sonuç mu oluyor yoksa ayrılık bir sebep mi oluyor bilmiyorum bu yalnızlığa. Kendimi meyhane köşelerinde buluyorum bir başıma. 

Havuzbaşı’nda demleniyorum yine bu akşam. Eşimden ayrıldımsa da işimden henüz ayrılmadım. Ancak işimi doğru dürüst yapmamı yineleyip duruyor patron. Haklı da. Hoşgörülü adam. Başıma gelenleri bildiğinden toparlanmamı bekliyor. Ama benim toparlanmak için daha çok zamana ihtiyacım var gibi. 

Patron beni tekrar iş gezisine gönderdi haftalar sonra. Her şeyin başladığı o yere ikinci kez geldim. Firmayla görüştükten sonra caddelerde başıboş dolaştım. İçimde kabuk tutmuş bir yarayla oynar gibi adımladım şehri. Sonunda aynı otele vardım ve aynı odayı tuttum. Yani yaranın kabuğunu aralayıp biraz kanattım. Odama yerleşmek için çıktım. Yerleştim ama odamda duramadım.

Otelin barında anılarımla baş başa vakit geçiriyorum. Oğluma ve bir zamanlar âşık olduğum eşime kadeh kaldırıyorum. Sarhoş olana dek içiyor, içiyor, içiyorum.

Hesabı ödedikten sonra ayaklarım yalpalayarak otelden dışarı çıkıyorum. Ilık bir rüzgâr yalıyor yüzümü. Yanaklarım alev alıyor. Biraz daha ilerleyip ara sokağın köşesine sapıyorum. O an çöp konteynırını fark ediyorum. Konteynıra ellerimi dayayıp ağız dolusu kusuyorum önce. Midemi boşalttıktan sonra bana tiksintiyle bakarak yanımdan gelip geçenlere öfkelenip küfürler savuruyorum. 

Sonra kendimi çöp konteynırını ha bire tekmelerken buluyorum.

- Neden? Neden? Neden? diye bağırıyorum durmadan. 

Ve karşıdaki otelin penceresinden kafasını dışarıya sarkıtmış, telefonda bağırarak konuşan ve çok ağlayan bir adam var. Sürekli bana bakıyor.

1 Comment


İkbal
İkbal
Oct 26, 2024

Yazar hikâyeyi yazmamış, resmetmiş. Tebrikler.

Like
bottom of page