Sabahattin Ali ve bir çaydanlık öyküsü
- Litera

- 1 gün önce
- 3 dakikada okunur
Havva Evin Akay yazdı: "Yazarın öykülerinde iyi ile kötü, acımasızlıkla merhamet iç içedir. Sabahattin Ali’nin toplumcu gerçekçiliği bu öyküsünde neredeyse acımasız gerçekçiliğe varır."

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli yazarlarından olan Sabahattin Ali, 1940 dönemi öykücülüğünde, gerek toplumsal konuları gerekse bireyin iç çatışmalarını, duru ve kesintisiz bir dille anlatışı ile derin bir iz bırakmıştır. Ele aldığı konuları çarpıcı bir biçimde sunuşu ve okuru daima uyanık bir ilgiyle eserine dahil edişi, günümüzde hala severek okunma sebeplerindendir.
Sabahattin Ali’nin Çaydanlık öyküsü yine bu çarpıcı öykülerinden biri olarak karşımıza çıkar. Sabahattin Ali bu öyküsünde hasta mahpusların bir hastane koğuşunda geçirdikleri zamana ve onların ilişkiler ağına odaklanmıştır. Hikâyenin anlatıcısı hem hastanede geçen zamanın şahidi hem de hikâye kahramanlarından biri konumundadır. Bir kulak sancısı sebebiyle burada yatmakta olan anlatıcı, dört mahpusla birlikte kaldığı bu odada nadiren kitap okumakta, çoğunlukla istirahat ederek düşünmektedir.
Bir diğer hasta mahpus, rüşvet ve irtikaptan mahkum, eski icra memuru Süleyman Efendi ise zatürreden muzdarip; memnuniyetsiz, dırdırcı, aksi bir ihtiyardır. Kitap okuyan, düşünen koğuş arkadaşı için Süleyman Efendi: “Aptal mıdır nedir, boyuna kitap okuyup düşünür. Biz de çok okuduk ama faydası olmadı. Neyine kibirlenir acaba? Biz de efendiyiz ama, kimseye kem gözle baktığımız yok…” demekte, onu tepeden bakan bir kibirli addetmektedir.
Odadaki diğer mahkum Esrarkeş bakkal, hastanede de olsa kendi düzenini kurmuştur. Hasta değildir ancak tedavi olması gereken bir bağımlıdır. Odada durmaz da koridorda jandarmalarla ahbaplık eder.
Adam vurmaktan on beşer seneye mahkum iki köylüden biri çektikleri bağırsak hastalığı sebebiyle yataktan kalkamayacak kadar halsizdir. Diğer köylü Satılmış ise hikayenin odak kişisi Süleyman Efendi’nin, fikrini almaya lüzum görmeden kendisine hizmetçi seçtiği hikaye karakteridir. Satılmış, Süleyman Efendi’nin adeta refakatçisidir. “Satılmış, oğlum uzat şu tükrük hokkasını” “Satılmış, jandarmaya seslen, şu çeyreği ver de, bana şeker alsın!...” Hastane koğuşunda, “Beybaba” dediği Süleyman Efendi’nin çaycısıdır, Satılmış. “Satılmış …Getir çaydanlığı!...”
Süleyman Efendi, öksürüğünün bıraktığı boşluklarda hastabakıcılara, hademelere, odadaki mahkumlara, jandarmalara, hemşireye, doktora çatar. Kiminin arkasından, kiminin yüzüne sıkılmadan sayar döker. “Aman!... Doktor mu bunlar… Ben onlardan iyi anlarım bu işlerden…… Sonra tutmuş ‘çay içme!’ diyor. Allah allah… Çaydan da zarar geldiği görülmüş mü?..”
Çaydanlık sıcaklığın, yakınlığın, sohbetin, ağız tadının simgesidir. “Beybaba”nın son günlerinde içini ısıtan bu nesne öykünün devamında soğuk rüzgarlar estirecek cinsten bir simgeye dönüşür. Beybaba bilmişliğin, aksiliğin verdiği cüretle göğsünü pencereden gelen Takkeli Dağ’ın rüzgarına açıp hastalığını azdırarak hayata veda eder. Odadaki mahpuslara “Geberemedi yahu!..” dedirten öksürükleri de böylece kesilir. “Nihayet bir gece sabaha karşı ses kesildi.” Beybabanın ölümünün ardından geride kalan dört kişi, ölünün yatağı dışarı çıkar çıkmaz “gamsız bir kabullenişle” derin bir uykuya dalar.
Öykünün zirve noktası da bu kabullenişin ardından görünecektir. Beybabanın soyu sopu hastane odasına gelecek; karısı -ölüm hak miras helal deyip belki de- yana yakıla kapağı kopuk, sırları dökülmüş bir küçük emaye çaydanlığın peşine düşecektir. Süleyman Efendi’nin -kırık dökük bir çaydanlık- mirasına konan karısı, hastanenin -masraflarından bahseden- idari müdürüne de: “Ne demekmiş o? Devlet elinde can verdi, ölüsünü de devlet kaldırır. Elimi sürmem. On para vermem…….Ne yaparsanız yapın…” diye çıkışır. Yakınları ölüsünü bile görmeye tenezzül etmeyecek, kader arkadaşı Satılmış ise ailesinin karşılamadığı cenaze masrafları için yoldaşına iki on kuruşluğunu bahşederek bu son görevi de üstlenecektir.
Yazarın öykülerinde iyi ile kötü, acımasızlıkla merhamet iç içedir. Sabahattin Ali’nin toplumcu gerçekçiliği bu öyküsünde neredeyse acımasız gerçekçiliğe varır. Bir cana kıymış kader mahkumu yeri gelir bir aile ferdinden daha vicdanlı olur. İnsanın en yakını bazen en uzağı, en uzağı birden en yakını oluverir. Onun öykülerinde insan acımasızlığıyla da merhametiyle de; vicdanıyla da çıkarcılığıyla da toplumdadır. Çaydanlık öyküsünde, Sabahattin Ali ölümün soğuk yüzüyle bizi ustaca karşılaştırır ve insanoğlu mezarına bir çaydanlık olsun götüremez.













































Yorumlar