Öykü: Kitap Adasının Huzursuz Sakinleri
- Litera

- 1 dakika önce
- 4 dakikada okunur
"Rüyamda rüya gördüğümü düşünüyor da olabilirim. Belki de oğulları ile oyun oynayan uyku tanrısının bahçesine girdim."
Selma Tonay Elhan – Melih Elhan
“Yerini yadırgamazsan kal burada,” dedi. Gece yarısını çoktan geçtiği için yola çıkmak zor geldiğinden mi yoksa kitaplarla dolu bir odada kalacak olmanın cazibesinden mi bilmem, ikiletmedim. Neredeyse bir yıldır hemen her hafta onu ziyarete geliyorum. Onun yalnızlığında kendi geleceğimi mi görüyorum? İki yalnız bir araya geldiğimizde kalabalık olmuyoruz ki!
Ben balıkları getiriyorum, o içkimizi hazır ediyor. Haftada birkaç gün gelen yardımcısı da mezelerimizi ayarlıyor. Neredeyse gençliğinden beri eve yardıma gelen Kibar'ın gönlü, kimsesi kalmamış bu adamı yalnız bırakmaya elvermiyor. Eli de çok lezzetli. Belki başlarda o güzel sarmaların, üzerinde bir parmak zeytinyağı gezdirilmiş favaların, acı eşiğimizi sınadığı değişik mezelerinin cazibesi çekti beni buraya. Hangi ara Mahmut Amca'nın edebi sohbetlerinin bağımlısı oldum?
Görünürde tek konuk olsam da masanın etrafındaki boş sandalyeleri sevdiği şairlere ayırıyor, onların bahçelerine girebilmem için önayak oluyordu. Kimi zaman bir tenor ya da sopranonun söylediği aryalar ile masamız şenleniyor, kimi zaman bir kemanın telleri az önce okuduğu şiirin dizelerini yüklenip bizi baş başa bırakıyordu. Konsolun üzerinde hazır bekleyen pikabın iğnesini plakla buluşturduğu o ilk gün Zeki Müren ya da Müzeyyen Senar çalacak sanmıştım. Ah benim önyargılarım! Yanılmıştım. Mahmut Amca şaşırtmayı seviyordu.
Bu gecenin sürprizi de kütüphanede saklıymış. Duvarları kitaplarla çevrili bu oda onun adasıymış meğer. Neredeyse tavana kadar yükselen kitaplıklardan kitaplar taşıyor, camlı dolabın içinde eski, nadide kitaplar, dergiler özenle saklanıyordu. Biraz sonra yatağa dönüşecek olan koltuğun yanındaki teraryumun içinde biri bizi gözlüyordu. “Eco” dedi Mahmut Amca, şaşırmama fırsat vermeden tanıştırdı. Yeşil sürüngen kuyruğunu oynattı. Memnun olma şekli buydu sanırım. Ürperdim. “Rahatsız olmazsın Eco'dan değil mi?” derken teraryumun üstünü cam bir kapakla kapattı. Filmi izlediğinden beri pek severmiş bu hayvanları. Kitabı da buralarda bir yerdeymiş. Camlı dolaptakiler hariç diğer kitaplara istersem göz atabilirmişim.
Evcilleştirilmiş bir sürüngenle aynı odayı paylaşacak olmaktan rahatsız olsam da soğukkanlı davranmayı tercih ettim. Mahmut Amca bizi baş başa bırakıp gittikten sonra kitaplara sabah göz atmaya karar verdim. Bir yerlerde, bu sürüngenlerin ışıktan rahatsız olduğunu okumuştum. Oda arkadaşımı kızdırmamalıyım. Üstelik uykum var.
Kafamı yastığa koyar koymaz uyurum genellikle. Gözlerimi kapattım. Uyku ve uyanıklık arasında bir yerlerdeyim. Birazdan derin bir boşluğa düşeceğim. Uzaklardan bir ses, daha çok hışırtı sardı etrafı. Sanki biri kitap sayfalarını çeviriyor. Göz kapaklarımı aralamaya çalışıyorum. Açılmıyorlar. Yine de görüyorum onu. Nasıl görebildiğimi bilmiyorum. Tam karşımda kitapların arasında. Dönüp bana bakıyor. Kuyruğunu havalandırıp hızlı adımlarla üst rafa ulaşıyor. “Eco, ne işin var orada, nasıl çıktın,” diyorum. Teraryuma dönüp bakıyorum, Eco içeride uyuyor. Rüya gördüğümü düşünüyorum. Rüyamda rüya gördüğümü düşünüyor da olabilirim. Belki de oğulları ile oyun oynayan uyku tanrısının bahçesine girdim. Düşünceleri kafamdan savmaya çalışıyorum. Daha sıkı yumuyorum gözlerimi. Uyku tanrısının beni de oyunlarına dahil etmesini istiyorum.
Mırıl mırıl sesler geliyor kulağıma. İki kişi konuşuyor, ne dedikleri anlaşılmıyor. Dışarıdan geliyor olmalı, umursamıyorum. Uykunun salıncağında sallanıyorum. Morpheus'a sesleniyorum. - Duyup duymadığını bilmiyorum.- Bir köpek havlıyor. Ardından biri daha. Köpeklerin düeti bittiğinde mırıltılar odayı sarıyor. İki erkek konuşuyor. Kalkıp pencereden dışarıyı kontrol ediyorum. Kimse yok. Koltuktan bozma yatağıma uzanırken Eco'ya göz atıyorum. Uyuyor.
Kafam yastığa düştü düşecek. Mırıltılar homurdanmaya dönüşüyor. Dışarıdan değil odanın içinden, yanı başımdan geliyor sesler. Işığı açmak yerine cep telefonumun fenerini kullanıyorum. Kitaplığın üçüncü rafında bir hareketlilik var. Bir kitap kıpır kıpır. Raftan ha düştü ha düşecek. Camlı dolabın içinde de dergilerden biri camı zorluyor. Ses dolabın içinden geliyor. Bir hayli eskimiş derginin üzerindeki eski yazıyı okuyamıyorum ama homurdananın o olduğunu anlıyorum. Bana mı seslendiğini soruyorum. Sorumu duymamış gibi konuşmaya devam ediyor.
"Hüseyin Rahmi'nin gerek mevzuları gerek üslûp ve ifadesi pek adi, pek avam işi. Bunları “Gulyabani” ve “Cadı” romanları münasebeti ile söylüyorum."*
Gece gece konuşulacak şeyler mi bunlar? Uyumak istiyorum. Sırası mı şimdi Hüseyin Rahmi'nin üslubunu tartışmanın? Dolabı açıp dergiyi yerine yerleştiriyorum. Gulyabani'nin filmini seyretmiştim çocukken ama kitabı okumadım. Cadı'yı da bilmiyorum. Raftaki kitaptan geliyor ses bu kez. “Teessüf ederim,” diyor sanki aklımdan geçeni duymuş gibi. Kitabı geriye itip yatağıma dönüyorum.
Uyumalıyım. Kafamı yastığa koymamı bekleyen nöbetçi köpek havlayarak işaret veriyor diğerlerine. Köpekler korosu bir şarkı tutturuyor. Uzadıkça uzuyor şarkı. Bir araba geçiyor gecenin içinden. Köpekler şarkılarını daha tutkulu söylemeye başlıyor. Eco'ya göz atıyorum. Hareketsiz. İmreniyorum. Gözlerim kapalı, geceyi dinliyorum. Şarkı bitiyor, özlediğim sessizlik kucaklıyor beni. Uyku tanrısının da kucaklamasını bekliyorum, boşluğa bırakıyorum kendimi.
Mırıltıları duyuyorum, dikkate almayacağım. Uyuyorum işte. Mırıltılar, hışırtılar derken bir şeyler yine kıpır kıpır. Gözümü açmıyorum. Bu gece her şey beni uyutmamak için sözleşmiş. Sesini yükseltiyor biri:
"Şahabettin Süleyman Bey'in bu hikaye hakkında yapmak istediği tenkit değil tecavüzdür." * Ardından pat diye bir ses. Sıçrıyorum. Raftaki kitap kendini yere atmış, söylenmeyi sürdürüyor.
"Tecavüz ile edip ise birlikte barınamazlar. Nasıl ki öyle olmuş. Münekkit estağfurullah mütecaviz “Cadı”dan ziyade edebi rencide etmiş." *
Gece gece nasıl bir tartışmanın içine düştüm? Sanki biri susmuş susmuş da birden coşmuş gibi. "Hiç kimseye karşı “benim eserimi niçin beğenmiyorsun?” tahtiasile itiraza hakkım yoktur. Fakat bir mahsulü sa’yi balta ile hedme yürüyene karşı da sükut edilmez. Kendisinin Sabah gazetesinde çıkan “Vahimei Mesuliyet” başlıklı yazısı Fransız muharriri Emil Fake'den çalınmadır. Şahabettin Süleyman hiçbir ehemmiyetli eser vücuda getirmediği halde kendini pek beğenmiştir." *
Cam dolabın içindeki dergi yine camı zorluyor. Kitabı düştüğü yerde bırakırsam söylenme devam edecek. Çaresiz kalkıp kitabı kapatıyorum. Bu tantanayı kim yapıyor diye merak ediyorum. Cep telefonumun feneri kitabın kapağını aydınlatıyor. "Hüseyin Rahmi Gürpınar, Cadı Çarpıyor - Zamane Münekkitlerine Cevap” yazıyor. Elimdeki kitaba bakılırsa tartışma uzayacak. Camlı dolaptaki dergi de rahat durmuyor. Kitabı rafa yerleştirmekten vazgeçiyorum, onları ayırmalıyım. Hüseyin Rahmi söylenmeye başlamadan kitabı salona götürüp bırakıyorum.
Odaya dönünce atıyorum kendimi yatağa, uykunun kucağına. Garip bir cızırtı, ardından ezan başlıyor. Köpekler korosu uluyarak eşlik ediyor ezana. Salonda Hüseyin Rahmi birilerine cevap yetiştiriyor. Eco ve Mahmut Amca kim bilir hangi rüya bahçesinde. Bense bu kitap adasında seslerin kesilmesini bekliyorum. Uyku perileri göz kapaklarımın üzerinde yürüyor…
*Alıntı: Refik Ahmet Sevengil, “Hüseyin Rahmi Gürpınar Hayatı, Hatıraları” (Hilmi Kitabevi, 1944)












































Yorumlar