top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Öykü: Saçı Kesik Plastik Kedi

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 2 gün önce
  • 4 dakikada okunur

"Kim bilir kaç insanın parmak izlerini taşıyorlardı üzerlerinde?"

     

İkbal Gemici



   Bir yanım beş yaşımın eksik kalmış bir duygu aralığında; diğer yanım Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Yaş otuz beş, yolun yarısı eder,’ dizelerinin artı birinde. Sanki bir şeyleri kotarıp tamamlayabilecekmişim gibi çok sık gidiyorum o aralığa. Kendime kızmıyor da değilim hani. Gel diyorum, kop artık oradan diyorum. Yetişkin halinle çocukluk yaranı saramazsın diyorum. Lakin söz geçiremiyorum o küçük, lepiska saçlı kıza. İnce bedeni, uzun kirpikli iri gözleriyle hüzünlü bir duruşu var anılarımda. Birçok defa ellerimi uzattım şefkatimle sarıp sarmalayayım diye. Yok, hiç oralı olmuyor.

   Karanlık çökmüş. Etrafta kimse yok. Elinde ince bir çubukla toprağın üzerine bir şeyler çiziyor. Yavaşça yaklaşıyorum yanına. Onun gibi ben de çömeliyorum dizlerimin üzerine. Elimin tersiyle yüzüne dokunuyorum sevgiyle. Başını hafifçe yerden kaldırarak bana bakıyor kocaman gözleriyle. ‘Seni çok seviyorum. Haydi benimle gel benim olduğum zamana. Seni burada bırakmak istemiyorum. Bak, akşam olmuş! Hem kimse kalmamış burada. Aklım sende kalıyor. Hadi kalk! Ver elini,’ diyorum. Belli belirsiz omuz silkiyor. Tekrar yere bakarak çubuğuyla bir şeyler karalamaya devam ediyor. Ayağa kalkıp yavaşça yürüyorum. Belki fikrini değiştirmiştir diye birkaç adımda bir geri dönerek ona bakıyorum. Hiç istifini bozmuyor. Bir film sahnesinde, kamera ışıklarıyla aydınlatılmış sisli bir yolda onu bırakarak gözden kayboluyorum. Allah çocukluğun da hayırlısını versin. Çok inatçı!

   Kimin aklına gelir ki bundan otuz, kırk yıl önce insanların kullandığı eşyaların bir internet sayfasında satılıp para kazanılacağı? Neler neler yok ki bu eşyalar içinde? İncecik porselenden yapılmış kahve fincanları, biblolar, şamdanlar, vazolar, çerçeveler, kapaklı zarif porselen kutular, tablolar, ahşaptan yapılmış cam kapaklı küçük sandıklar, demirden yapılmış oyuncak arabalar, oyuncak bebekler… Kim bilir ne tür yaşantılara şahitlik etmiştir bunca eşya? Sahipleri zengin miydi? Malını mülkünü birden kaybedip yoksulluğa mı düşmüşlerdi? O ince porselen fincanlarda ne tür insanlar kahve içmişlerdi? İyiler miydi yoksa kötü mü? Hoşgörü sahibi, görmüş geçirmişler miydi? Beş kuruşun hesabını mı yaparlardı? Gönlü bol, paylaşmayı severlerden miydi? Yoksa sahipleri bu dünyadan göçmüş, eşyaları oğulları ya da kızları tarafından alelacele satılmışlar mıydı? Ah... Kim bilir acı, tatlı ne çok anıya denk gelmişlerdi? 


Kim bilir kaç insanın parmak izlerini taşıyorlardı üzerlerinde?                                                                                                

‘Gelsin bakalım benim güzel kızım. Annesi ona güzel bir banyo yaptırsın? Lepiska saçlarını seve okşaya tarasın. Sonra da huzurlu bir uykunun ellerine teslim etsin.’

Anneciğimin bu sözleri daha dünmüş gibi aklımda. Banyodan sonra huzurlu bir uykuya varamadığım da… Küçücüktüm. Zaman algım yoktu ama çok ağlamıştım. Ha, kız kardeşim mi? Bende büyük bir travmanın temellerini attıktan sonra psikiyatri doktoru oldu. ‘Hadi, çöz şimdi bu durumu,’ diyorum.

 ‘Eğitim almadan önceki çocukluk hallerime pek bir şey yapamıyorum,’ diyor gülerek.

   Dıttt! Dıtt! Dıtt!

"Alo! Merhaba."

"Merhaba, efendim."

"Sitenizde bir oyuncak kedi vardı. Aslında iki kedi ama saçı kesik olanı soruyorum ben."

"Satışı yok ne yazık ki."

"Ama nasıl olur? Satışı olmayan bir şeyi neden görünür bir yerde tutuyorsunuz, o halde?"

"O iki kediye henüz fiyat etiketi koyulmamış. İyi günler, efendim."

"Durun lütfen, kapatmayın! Aşağı yukarı bir fikir verebilirsiniz belki fiyatı konusunda?"

"Oyuncaklarımız iki bin beş yüz liradan başlıyor. Fiyatı görünür olduğunda satın alabilirsiniz. İyi günler."

‘!!!’

Gidip gelip bakıyorum siteye. Saçı kesik plastik kedi görünüyor ama hâlâ fiyat etiketi yok üzerinde. Bu nasıl bir sorumsuzluk? İki yıldır bir etiket koyamadılar üzerine. 

   Bir Ali var. Üniversiteden grup arkadaşımdı. Çok severdim kendisini. İyi bir insandı, iyi bir arkadaş, dost, sırdaş. Okullarımız bitip başka şehirlerde iş hayatına atıldıktan sonra da görüşmeye devam ettik. Bir gün dedi ki "Ben seninle evlenmek istiyorum."

Evlerden ırak! Evliliğe nasıl uzağım nasıl. "Hayır," dedim. "Sen benim sırdaşım, dostum, arkadaşım, çok sevdiğim bir insansın. Arkadaş olarak baktığım birine nasıl duygusal bir şeyler hissedebilirim ki?"

Boynunu büktü Ali. Gözlerinden bir hüzün dalgası geçti. 

‘Beklerim,’ dedi.

   Çocukluğumuzdan bahsediyorduk bir gün. Dedim ki "Bir oyuncak kedim vardı küçükken. Plastik, fötr şapkalı, şapkasının arka kısmından sarı, örgülü bir tutam saçı sarkıyordu. Annem banyo yaptırmıştı bana. Banyodan sonra saçlarımı tararken gözüm oyuncak kedime ilişmişti. Aman Allah’ım! Kedim! Kedimin saçı kesilmişti. O gün saatlerce, daha sonra da günlerce ağlamıştım o kediye. Kullanılmış eşyaların satıldığı bir siteye denk gelmiştim internette gezinirken. Onu gördüm, inanabiliyor musun? Hissediyordum ya, o benim kedimdi. Gittim geldim, sevdim o kediyi. Siteyi biraz kurcalayınca bir telefon numarası bulup aradım. Satışı olmadığını söylediler. Bir zaman sonra sitede de göremedim zaten. Bu anlattığım olay iki, üç yıl önceydi. Aklımın bir köşesi hâlâ onda biliyor musun?"

Sadece gülümsedi Ali. 

   Ayrı şehirlerde yaşıyorduk ama sıkça ziyaretime gelirdi. Aylar sonra bir gün arayıp "Sana bir sürprizim var. Aşağı iner misin," dedi. 

"A, hiç geleceğini de haber vermedin. Annemle çay içiyoruz. Yukarı gel. Sen de bize katılırsın hem," dedim.

Az sonra geldi Ali. Elinde bir paket vardı. "Bu senin," dedi içeri girerken. Paketi aldım. "Açsana," dedi. Ellerim titredi paketi açmaya çalışırken. Heyecanlandım. Ne olabilirdi ki içinde? Aman Tanrım! Şaşkınlıktan gözlerim yuvalarından oynamıştı. "Anne, bak! Bu, o! Kedim." Bir türlü çekip almayı başaramadığım o küçük kızı bana getirmişti Ali.

   E, şimdi nasıl evlenmeyeyim ben bu Ali’yle?

Comments


bottom of page