Öykü: Salyangoz
"Yağmurun altında yürümeyi göze almış ancak ıslak banka oturmaya cesaret edemeyen benim gibi hangi yalancı umursamaz inceltti acaba onu."
Ulaşcan Kurt
Hafif bir yağmur atıştırıyor. Gökyüzünün biraz önceki öfkesi dinmiş gibi. İnsanlar bu öfkenin gazabından kaçınmış olacak ki sokakta çok az kişi var; sadece ben ve benim gibi artık umursamayanlar. Yürüyüşümün son durağı Kuğulu Park. Kıdemli bir banka doğru yanaşıyorum. Üstüne özensizce iki parça karton yerleştirilmiş. Biri artık bana katlanmak zorunda, en azından bir süreliğine. Benden önce kimin kahrını çekti bu ince karton, merak ediyorum. Yağmurun altında yürümeyi göze almış ancak ıslak banka oturmaya cesaret edemeyen benim gibi hangi yalancı umursamaz inceltti acaba onu. Yine de bu kartonla ve benden önce üstünde oturanla sıkı bir bağ kuruyorum.
Bir adam köpeğiyle oyun oynuyor, bir oraya bir buraya koşturuyor köpek adamı; ikisinin de neşesine diyecek yok. Sonra köpek bir anda merdivenlerden yukarı doğru koşmaya başlıyor, hemen yukarısı arabası hiç eksik olmayan geniş bir cadde. Adam sesi titreyerek bağırıyor köpeğe ve arkasından koşuyor telaşla. Adamın sesindeki korku titreşimlerinden köpeğin yola doğru yöneldiğini anlıyorum. Sonra sesi rahatlıyor ve köpek kucağında yine aynı yere doğru geliyor. Bu adamla da bir bağ kuruyorum hemen. Önümden evli bir çift geçiyor, hemen arkalarında ufak bir kız çocuğu var. Evli olduklarını tahmin ediyorum çünkü tedavülden kaldırılması için mücadele ettiğim toplumsal yasalar pek meşru görmüyor evlilik dışı bir ilişkiyi. Sonra çocuğun hukuki bir güvencesi olması için evlilik şart. Kadın puseti sürüyor, adamsa çocuğu kolluyor. Küçük kız, bankların üzerinde birikmiş sularla oynuyor. Benim kıdemliye gelene kadar istisnasız her bankı elleriyle okşuyor. Sıra bize geldiğindeyse istediğinin olmayacağını anlıyor. Yüzünde tembel bir üzüntü ifadesi beliriyor. Sonra göz göze geliyoruz. Herhangi bir çocuk kadar güzel bakıyor. Bu banktan eli boş göndermek istemiyorum onu. Gözlerinin içine bakarak gülümsüyorum. Bankların üzerinde birikmiş sular kadar olmasa da mutlu ediyor gülümsemem onu. Yavaşça yollanıyorlar parkın içine doğru, kız yol boyu her boş bankı okşamaya devam ediyor. Bu küçük kız çocuğuyla da bir bağ kuruyorum.
Birisiyle bağ kurmam bu kadar kolay işte. Konuşmamız, göz göze gelmemiz, fiziksel ya da duygusal bir temas kurmamız gerekmiyor bir bağ kurabilmek için. Aynı yağmurda ıslanmak, havuzun kenarında olmasak bile kuğuların orada olduğundan emin olmak, ıslanmış toprağın kokusunu, burnumuz ne düzeyde işlevsel olursa olsun duyumsayabiliyor olmak bağ kurmak için yetiyor. Neyse, bu kadar oturduğum yeter. Artık eve gitmem gerek. Yolu yarıladığımda yağmur yeniden hızlanıyor. Pek umursamıyorum. İnsanlar dört duvar arasına sıkışmış, yağmurdan korunduklarını düşünüyorlar. Oysa insan, bir masanın etrafını çevreleyen rahatsız sandalyelerde oturmak için değil gerektiğinde yağmurun altında ıslanabilmesi için dizayn edilmiş doğa tarafından.
Bunları düşünürken soluğu apartmanın önünde alıyorum. Alabildiğine gri ve eski bir apartman. Nedenini bilmediğim bir şekilde başımı aşağı doğru eğiyorum. O da ne! Nedensiz bir eklem hareketi, son zamanlarda denk geldiğim en mutluluk verici şeyle karşılaşmama vesile oluyor. Kocaman bir salyangoz, etrafında olan biteni umursamadan kararlı bir şekilde bir yerlere sürünüyor. Mucizelere inansam, bu karşılaşmanın kesinlikle bir mucize olduğunu düşünürdüm. Ama bunun sadece güzel bir tesadüf olduğunu biliyorum. O olsa hemen fotoğrafını çekerdi, diye düşünüyorum ama hemen savuşturuyorum bu düşünceyi aklımdan. Bu anı mahvetmemeliyim. Salyangoz, ağır ağır yolunda ilerlerken uzun bir süre onu izliyorum. Acaba onu izlediğimin farkında mıdır? Farkındaysa bile pek de umursamıyor gibi görünüyor. Gitmesi gereken bir yer var ve oraya ulaşmak zorunda. Hızının hiçbir önemi yok. Şu anda içi boş olan kabuğu, olası bir saldırıda bir kalkan onun için. Yine de varış noktasına ulaşmak için kabuğundan çıkmak zorunda olduğunu biliyor.
Her şeyden çok bu sebatkâr salyangozla bir bağ kuruyorum. Tek farkımız, birçok insanın aksine benim içine sığınabileceğim bir kabuğum yok, olmasını da istemiyorum. Merdivenleri onun gibi yavaş yavaş ve sebatla tırmanırken hangilerinin daha savunmasız olduğunu düşünüyorum: Kabuklular mı yoksa kabuksuzlar mı?
Comments