top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Öykü: Şampanya Rengi

"Karısından hiç bahsetmiyor, o da mı evin duvarları arasında sıkışıp kalıyor? Ne renk acaba evinin duvarları?"


Eda Al


Kahvehaneden içeri giriyorum. Bir tek Albay Ali Rıza Bey var, sobanın kenarındaki tahta masaya oturmuş, gazete okuyor. Ben kapının yanına ilişiyorum. Gözlerim kahvehanenin duvarlarındaki balık gözlerine takılıyor. Meslek icabı. Çukurlar, kusurlar. Kirli beyaz, bej, devetüyü, fildişi…Yıllar önce şampanya rengi modaydı. Herkes şampanya rengi isterdi evlerin salonunu. Şimdilerde beğenmiyorlar. Sımsıcak. Yuvayı yuva yapan bir renkti halbuki. Ali Rıza Albay az sonra beni fark ediyor.

“Hoş geldin Süleyman,” diyor. “Ben de biri gelse bi tavla atsak,” diyordum. 

Yanındaki iskemleyi çekip karşısına oturuyorum. Ali Rıza Bey albay emeklisi. Ara sıra emir komuta zinciri kurmaya çalışır, her tavlaya savaşa girer gibi ciddiyetle başlar. Ali Rıza Bey'in torunlarının ikisi de hukuğu kazanmış. “Ülkenin adalet bekçileri olacaklar” diyor. Ara sıra kendi yaşadığı adaletsizliklerden bahsediyor, çok da anlamıyorum. Neden bu kahveye geldiğini bilmiyorum. “Yazlıkta yaşamaya başladım, büyük şehir beni yoruyor” diyor. Karısından hiç bahsetmiyor, o da mı evin duvarları arasında sıkışıp kalıyor? Ne renk acaba evinin duvarları?

Tavlada otuz pul, on beşi beyaz, on beşi siyah. Tavlada dört köşe, dört mevsim. Altı hane on iki ay. Senelerce yaptığım boya badana, zımpara işlerinden nasırlaşmış parmaklarım. Çekiniyorum biraz ellerimin çirkinliğinden, pulları üst üste diziyorum. Ocakçı Hamdi çayları bırakıyor, Ali Rıza Bey’inki limonlu. Zarları büyük atan seçiyor rengi. Ali Rıza Bey altı atıyor, ben yek... Beyazla başlamayı seviyor. Bana siyahları bırakıyor. 

“Dü beş!” derken dudaklarında ince bir gülümseme. 

“Yek düşe.” 

Hatice’nin vefatından sonra bıraktım boya işini. Bel fıtığı da çıkınca… Ben tam kapı alırken, kahvehanenin kapısından “Selamun aleykum” le giriyor Emin. Emin uzun boylu, geniş omuzlu bizim köyün yağız delikanlılarından. Birkaç kez evin çatısı akıttığında yardım etmişti. Elinden her iş geliyor. Ali Rıza Bey kendine dişli bir tavlacı geldiği için sevinçle gözlerini açıyor. “Hayırdır Emin, işin yok mu ne işin var bu saatte burada?” diyor. 

“Bir zeytin işi vardı Ali Rıza Albayım. Biliyon ya bu sene zeytinin var senesi amma fiyatlar iyice düştü. Geçen sene gaçtı kilosu biliyon, bu sene iyice düştü. Yevyemin yarısını verdi İhsan Bey kurtarmaz diye. Öyle cimri bir adam görmedim ben Albayıım. Mezara mı gömcek paraları. Bir iki aya Bodrum’daki oteller açılıverir de yine başlarız. Şimdi benim hanım gündeliğe gidiyo da o bakıyo eve.”

Ben yokmuşum gibi konuşmaya devam ediyorlar. Yutkunuyorum, boğazım kuru. Ocakçının biraz önce bıraktığı demli çaydan bir yudum alıyorum. Nasılım, ne yiyorum, ne içiyorum kimsenin umurunda değil. Küçük kız Selma arıyor arada. “İlaçlarını ihmal etme, kahvehaneye gitme, salgın var,” diyor. Hep emreder gibi konuşuyor, kime çekti bu kız? O uğursuzla kaçtığı gün dedim, “Sakın bana gelip ağlama!” diye. Okutmak istedim halbuki. Ben bile meslek lisesini bitirmişim zamanında. O, liseyi bile bitiremedi. El kadar bebesiyle şimdi evde oturuyor. Buraya gelmesem günler, geceler nasıl geçecek? Evin içinde koyu gölgeler. Yatak odasına bile gitmiyorum artık uyumaya, çekyatta uzanıp kalıyorum. 

“Şeş beş.“

“Dü şeş.”

Ali Rıza Bey'in kolonya kokulu tıraşlı yüzü ciddileşiyor, gözlüklerini burnunun ucuna indirerek. 

“Kırık geldi Süleyman. Bir daha atacaksın,” diyor. İtiraz etmiyorum. 

“Hep yek.”

Elimdeki pullara bakıyorum, bir var bir yoklar. Tavlada dört köşe, dört mevsim. Bunaltıcı bir yaz. Su bulanık. Pullar kumsaldaki taşlara dönüşüyor. Kıyıkışlacık’taki o kimsenin bilmediği koydayız. Sudan korkuyor giremiyor Aslı. Ellerinden tutuyorum. Hatice yere kilim sermiş, meyve soymuş, kabuklarını uzun yılan yapmış. “Çıkın artık sudan, büzüştünüz!” diye sesleniyor. Güneş alnımızda. Aslı bana tutunuyor “Baba bırakma beni” diyor. Sımsıkı tutuyorum. Bırakmıyorum. Ayağımın bir zaman sonra yere değmediğini fark ediyorum. Panikliyorum. Göğüs boşluğuma doluyor su. Aslı’yı havaya kaldırıyorum. Sonrası bulanık. Sonrası karanlık. Hatice onun derdinden hasta oldu. Selma’nın doğumu da ona teselli olmadı. Kız olduğuna sevindi önce sonra üzüntüden eridi. Erken teşhis dedilerdi bi de. Neden böyle oldu, neden kurtaramadılar anlamadım. 

“Penc- use severler güzeli genç ise.”

Ali Rıza Albay pulların tamamını toplarken neşeleniyor. Benim için “marsa yolculuk”. Yenildiğinde çocuklaşıp mızıkçılık yaptığına çok şahit oldum, hiç tahammülü yok yenilgiye. Gözüm prizlere takılıyor, prizleri de bantlamadan, parkeleri naylonlamadan boyamışlar. Şimdiki boyacılar böyle yalap şap iş yapıyor hep. Hatice öldüğünden beri boyaya gitmedim. Veysi Beylerin yazlık boyanacaktı söz vermiştim, ama gidemedim. 

Emlakçı Oğuz kulağında telefonla içeri giriyor. Elinde kara kaplı bir dosya. Üzerinde kar gibi bembeyaz, ütülü gömleği. “İstanbul' dan müşterilerim gelecek de meydanda buluşacağız, onları bekliyorum,” diyor. Parmağıyla havaya iki işareti yapıyor. Ali Rıza Bey pulları keyifle toplarken bir yandan Oğuz'la konuşuyor. “Benim oğlan da zeytinlik istiyor Oğuz aklında olsun. Büyük şehirden bunaldık baba küçük bir konteynır koyar kafa dinleriz diyor. E haklı çocuk her gün iki saat yol gidiyor.”

"Şeş Cihar."

“Aldın Zeki Müren kapısını Süleyman.”

“Ah daha önce neden söylemedin Albayım. Vardı kelepir arsalar Mumcular tarafında. Şimdi öyle arttı ki fiyatlar, el yakıyor,” diyor Oğuz. Bir yandan telefonundan gözlerini ayırmıyor. 

Hatice’nin ördüğü yün yeleği giydiydim montun içine. Sobanın harlayan aleviyle boncuk boncuk terliyorum. 

“Caari Yek!” 

“Şeş beş. Buna bilek derler!”  Elini yumruk yapıyor.

Oğuz başını telefondan kaldırıp ocakçıya “Ünlüyom duymuyon, el ediyom görmüyon Hamdi Abi sonra söğüt gölgesi mi burası diyon bak, çayları tazeliver.” Ocakçı Hamdi hızlı hareketlerle köpüğü şöyle bir bardaklarda gezdirip ovalıyor. Tavşan kanı çayı dolduruyor nemli çay bardaklarına. Ali Rıza Albay “Borsa mı yükseldi Oğuz?” diyor. “Aşk olsun Albayım çay ısmarlayamayacak mıyım dostlarıma?” diye kıs kıs gülüyor. 

Hanım merak eder diyesim geliyor. Artık öyle bir bahanem de kalmadı. Camlar buğulu, akşama sis inecek. Gideyim ben. 

“Tiktok’ta video paylaşmış bizim muhtarın büyük kızı gördünüz mü?” diyor Oğuz. “Yok göster bakalım,” diyor Emin. Kafa kafaya verip ekranın başına üşüşüyorlar. “Baya serpilmiş bu kız beranarıydı küçükken.” Ali Rıza Bey’in hoşuna gitmiyor, yüzü düşüyor. Konuyu değiştirmek istercesine “Oğuz bak unutma kelepir, güzel bir arsa.” Oğuz gözlerini ekrandan kaldırmadan “Tamam albayım o iş bende ama bütçe mühim gonuş oğlanla da gesenin ağzını biraz açsın.” 

Kapı açılıyor, köyden başkaları okey oynamaya geçiyorlar. Çaylar söyleniyor. Masaya diziliyor ıstakalar. Pöti kareli masa örtüsünde sigara delikleri. Sakız Süleyman olsa naneli sakızını çiğneye çiğneye yancılık yapardı. Televizyonda yeni dönem seçimlerinin aday adayları… Genzimi yakıyor sobanın dumanı.  

Yeniliyorum. Ali Rıza Albay beni yendiğine sevinmiyor bile. “Şans” diyor “benden yana.” Eminle ya da Oğuz’la oynamış olsa tavlayı koltuklarının altına sıkıştırıp “Hadi bakalım öğren de gel!” derdi. Demiyor. 

“Bana müsaade arkadaşlar,” diyorum. 

Birkaç adım atıp, kasketimi düzeltiyorum. Paltomun düğmelerini ilikliyorum. Kimseden ses çıkmıyor. Ayakta, boşlukta dinelip durduğumu gören Ali Rıza Bey “Sağlıcakla Süleyman,” diye sesleniyor. Elindeki zarları kafasının üzerinde çevirip “Yavrum kemik” diye öpüyor sallamadan önce. Emin'le son oynadığında 5-4 yenilmiş. Zarın dediği oluyor neticede. Ocakçı Hamdi bardakları kuruluyor bu sefer elindeki bez nemli. Diğerleri gözlerini ıstakalardan ayırmadan kafa sallıyorlar. 

Yüzüme çarpan ayazla ürperiyorum. Arkamdan “Bu da toparlanamadı, ölenle de ölünmez ki”, “Önce kızını sonra karısını kaybetti zavallı” mı diyorlar, ne diyorlar kim bilir. Ara sokaklardan eve doğru yürüyorum. Alışkanlık ya, alınacak bir şey var mı diye Hatice'yi arıyorum. Telefonu açsa “Bir ekmek al gel bey” dese. Bir tarhana kaynatmış olsa dumanı üstünde tütse... Eve varıyorum. Hayattaki çürüyen yapraklara basa basa çatıya uzanan merdivenden çıkıyorum. Malzeme odasından fırça ve şampanya rengi boyayı çıkarıyorum.

Comentários


bottom of page