Öykü: Satie
- Litera

- 24 Ağu
- 4 dakikada okunur
"Başkaları için yaşayan ruhlar, bir daha kendi coğrafyalarını bulamazdı. Kendisi olmalıydı, kendini bulmalıydı."
Belgin Usta Güç
Kadın, “akşam parkta buluşalım,” diye not bırakıp evden çıktı. Sevgilisi notu okuduğunda “o büyük ağacın altında mı?” diye soracaktı. Kadın kısacık saçlarını parmaklarıyla taradı ve kapıyı çekmeden evvel dönüp içeriye şöylece bir baktı. Kendine söz vermişti, ağlamayacaktı. Parmakları hayalindeki tuşlarda Satie’yi çalmaya başlamıştı. Adam, “beni affetmeyecek,” dedi. Beyninde dönüp duran terkediliş senaryoları.
Kısacık saçlı kadın konservatuvara giderken yolunun üstündeki büfeden bir simit aldı. Simidi her zamanki gibi susamlarını döke döke yedi. Kısık gözleri düşünceli ve bir o kadar heyecanlıydı. Heyecanının sebebi yorumlayacağı beste, düşüncelerinin kaynağı, akşam sevgilisiyle yapacağı konuşmaydı. Bahçedeki yaşlı kızılçam ağaçlarının dökülmüş iğne yaprakları kadının yürüdüğü patikaya serpilmişlerdi. Ağaçların altında oturdu, şehrin uzaktan gelen sesini dinledi.
Adam ikindi vaktini az geçe oturduğu sandalyeden kalkıp yürümeye koyuldu. Önünde köprü ve biraz yol vardı. Sonbahar, bulutları ve rüzgârlarıyla birlikte gelmişti. Denizdeki lacivert akıntı kuzeye dönmüştü. Kısacık saçlı kadın, kendini nasıl izah etmesi gerektiğini epeydir düşünüyordu. Sevgilisi onu bu denli severken, aşkın bittiğini nasıl söyleyecekti. Söylemeliydi. Başkaları için yaşayan ruhlar, bir daha kendi coğrafyalarını bulamazdı. Kendisi olmalıydı, kendini bulmalıydı. Derin bir nefes aldı. Adamın içinde huzursuzluk, elleri ceplerinde, eve doğru gidiyordu. Caddelerin sakin yerlerinden yürüyordu. Rüzgâr, yerdeki yaprakları hafifçe sürükledi. Adam, “belki yağmur yağar,” diye düşündü.
Adam bulvarların kıyısından yürürken kitabevinden gelen müzik dikkatini çekti. Durup notaların piyano tuşlarına tane tane dökülmesini dinledi. Ezgi kısacıktı, adam şarkının bu kadar kısa olmasına içerledi. Karısıyla tanıştıkları gün geldi aklına. Aynı bulvar. Dışarda şiddetli yağmur. Kitabevinin ağır hantal kapısı her açıldığında yağmur içeri kadar geliyordu. Açılan ağır kapı, ardından sakince yeniden yuvasına dönüyordu. Bir süre pencereye telaşla çarpan yağmur damlalarını izlemişti. Sokakta koşuşan insanlar. Sonra yağmurdan kaçan genç bir kız gözüne takılmıştı. Hemen gidip genç kız için o hantal kapıyı açmıştı. Kapının açılmasına şaşıran kızın tebessümü. O anı hatırlamak kendisini de gülümsetti. Kızın atkuyruğu bağladığı saçlarından yağmurlar sızıyordu. Damlaların tane tane dökülmesini seyretmişti. Kitabevinin kıyısında tüm bu anıların içinde gezinirken, adam, şarkının bittiğinin farkına vardı. Ve ezginin sona erdiği yerden mırıldanmaya başladı.
Kısacık saçlı kadın patikadaki kurumuş iğne yaprakların üzerinde yürürken şehirden gelen notaları dinledi, onlardan yeni bir ezgi yaratılabilirdi. İçinde heyecan belirdi. Kendisi gibi zihninde Satie ile dolaşanların hayatlarını merak etti. Nice olasılıklar, dağılmış duygular, kendini arayanlar, bir ezginin etrafında toplananlar.
Adam köprünün üzerinden geçerken gün batımını seyre daldı, dilinde o küçük şarkı vardı. Yakınından geçen bir araba uzunca kornaya bastı. Adam oralı olmadı. Ardından kendini rüzgâra bırakmış bağrışan martılara baktı, martıların tasasızlığına özendi ve az ötede demlenmeye erken başlamış akşamcıları izledi. Adamın zihnine yapışmış olan o kısa ezgi başa sarmıştı. “Keşke bu kadar kısa olmasaydı.”
“Keşke bu kadar kısa olmasaydı” dedi kadın, “şarkının ruhunu yakalayabilmek için biraz daha alanım olsaydı.” Konservatuvarda saatlerce çalıştı. Besteyi piyanoda tekrar tekrar çaldı, tuşlara vurmaktan parmak uçları ağrıdı. Yine de dikkatini bir türlü toplayamadı.
“Dur. Tam bu dörtlükte yavaşla. Yavaşla. Yarım ses mesafesini koru. Tıpkı sakince yağan yağmur gibi. İşte burada sol diyeze bas, es'i uzat. Biraz daha.” Kısacık saçlı kadın bir süredir bu besteyle yaşıyordu. Kendi özgün yorumunu arıyordu, kendi duruşunu. Besteyi anlamak için yalnızlığa ihtiyacı vardı. “Son dörtlüğü tekrar et, tuşlara daha güçlü bas. Kontrastı yarat. Hadi şimdi yağmur hızlansın.” Boşuna uğraşıyordu, zihni dönüp dönüp saatin kaç olduğunu kontrol ediyordu. Sonra pencereye yaklaşıp çekilip giden gün ışığına baktı. Yağmur bulutları yaklaşıyordu, işte parka gitme zamanı gelmişti. Son sözleri söylemesi, cesur olması gerekiyordu. Bitmiş bir aşkın törenini çok da bekletmemeliydi. Şemsiyesini yanına alıp konservatuvardan çıktı, yağmur artık başlamıştı. Kadın süzülen notaların ritminde yürüyordu, Satie’nin bestesinde akıyordu.
Aslında emindi, dün gece karısı telefondaki mesajları okumuştu, yine de susuyordu, hesap sormuyordu. Adam, fırtına öncesindeki sessizlikten korkuyordu. Belki de kendi anlatmalıydı. “Mesajların hiçbir anlamı yok, heyecan olsun diye yazmıştım, hayır, seni aldatmadım, onunla bir şey yaşamadık, sadece birkaç mesaj.” Böyle söylese karısı ikna olur muydu? Hem neden telefonu öyle ortada bırakmıştı ki? İçten içe yakalanmak mı istiyordu?
Kısacık saçlı kadın yağmurun sesini dinledi, usuldan yağan bir yağmur. Adam karısının yüzüne bakamayacaktı. Uzak kıyılara çarpan dalgaları duyuyordu. Uzaklarda fırtınalar kopuyordu. Kısacık saçlı kadın, “nasıl oldu da bunca zaman söyleyemedim,” diye düşündü. Adam, “neyi?” diye soramadı. “Bittiğini, aşkın sona erdiğini.” “Bitti mi?” diye sayıkladı adam, “gerçekten bitti mi?” Korku vücudunda geziniyordu. İhanetin büyüğü küçüğü olmazdı, bunu kabul ediyordu. “Evet bitti, küçük bir aşktı, tıpkı bu şarkı gibi.”
Kadının yeşil kısık gözlerinden gözyaşları yaprak yaprak dökülüyordu. Adamın dalgalı saçları, yağmurda ıslanmıştı, bir üşümeyle ürperiyordu. Kısacık saçlı kadın bunun bencillik olmadığına kendini ikna etmeye çabalıyordu, şemsiyesinin altında etekleri uçuş uçuş parka yaklaşıyordu. Adam karısını hayal edip, duyulmaz bir sesle içinden “seni hâlâ seviyorum,” dedi. Kısacık saçlı kadın sevgilisine, “biliyorum beni hâlâ seviyorsun ancak aşkımız bitti,” diyecekti. Adam şarkıyı kendi hüznüne eş tutuyordu. Kısacık saçlı kadının hemen yanı başından, bir nefes uzağından geçip gitti adam. Kadın yanından geçen adamın zihnindeki Satie’yi duydu ve başını kaldırıp göğün kararan lacivertine baktı. Adam evde kendini neyin beklediğini biliyordu, yine de umut etmekten vazgeçmedi, insan umut etmeden nefes alamazdı. Kadın parka yaklaştıkça adımları yavaşladı. Sevgilisine söyleyeceklerini içinden tekrar etti. “Bir sebebi yok, sadece aşk bitti,” diyecekti, “tıpkı birdenbire yağmurun durması gibi”. Adam hafifçe titreyen eliyle zile bastı, bir defa daha bastı ve bekledi, yanıt gelmeyince evin anahtarını yuvasına sürdü. ‘Hak ettim, terk etti beni.’ Kısacık saçlı kadın parka girince ilerde o büyük ağacın altında her zaman oturdukları bankta sevgilisini gördü. Sevgilisi, “Biliyorum aşkımız bitti,” dedi. O da ıslanmıştı. Kısacık saçlı kadın derin bir soluk aldı, ardından uzunca verdi. Rahatlamış nefesini dinledi, “Evet, bu anı Satie’ye eklemeliyim,” dedi.
Kapı ansızın içeriden açıldı, karısıydı, ilk günkü gibi saçlarını atkuyruğu bağlamıştı. Kısacık saçlı kadın sevgilisinin gözlerine bakıp, “artık gitme zamanım geldi,” dedi. Sevgilisinin ıslanmış saçlarına dokundu, elindeki şemsiyeyi ona verdi. Adam kapıyı son anda açan karısına baktı. Karısının elinde küçük bir bavul vardı. Adam, “dışarda yağmur var,” deyip af dilercesine şemsiyeyi uzattı. Karısı tam çıkarken dönüp şemsiyeyi aldı ve gitti.













































Kimseye su sıçratmadan, küçük küçük sekerek okudum öyküyü. Bazen notalarda kaydı ayağım bazen ağır kapının üzerinde süzüldüm diğer damlalarla. Ben de “Keşke bu kadar kısa olmasaydı” diye düşündüm, sona geldiğimde. Çok güzel öykü. Tebrik ederim.👏👏👏