top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Tek Ölmemeli

"Sessizlik üzerine anlaşmıştık, anlaşmamız da sessiz olmuştu."


Orkun Çay


Boynumdaki ıslaklıkla uyandım. Ter içindeydim, uyumadan son içtiklerimi kusuyordu vücudum. Her şeyin tekrarlardan ibaret olduğu pazartesilerden biriydi. Televizyon açık kalmıştı. Bakımsız bir arazi görüntüsü üzerine konuşan bir adam: "Cansız bedeni dere yatağında...". Ne çok ölünüyor diye geçirdim içimden. Sigara yaktım, alarmı çalmadan kapadım. 


Benden önce gelmişti işe. Masasında duruyordu sadece, bu kadarını hatırlıyorum. Duran biri alt tarafı, size daha fazla bir şey anlatamam o günle ilgili. Açıkçası ne zaman değişmeye başladı onu da hatırlamıyorum. Fark edildiği an bir değişim hangi noktasındadır onu da bilmiyorum. Bir pazartesiden farklı değildi işte. İş dışında görüşecek insanlar değildik. Öğle yemeklerinde bazen aynı masada otururduk kimseyle konuşmak zorunda olmamak için. Sessizlik üzerine anlaşmıştık, anlaşmamız da sessiz olmuştu. Bu yüzden belki de tek bildiğim domates çorbasını sevmediği. 


Yangın merdivenine çıktım sigara içmek için. Kapıyı kapatacakken o da geldi. Burada ilk kez karşılaşıyorduk. "Fazla var mı" dedi. İçtiğini bilmiyordum, duraksadım. Uzattım sonra paketi, eli titriyordu. Sormadan yaktım sigarasını. Sokağa dikti gözlerini. İlk kez etten kemikten biriydi benim için o an. İlk kez o gün baktım ona. İyi görünmediğini herkes söyleyebilirdi. Gözlerine kan oturmuştu, üzerindekilerle yattığı belli oluyordu. Konuşacak oldum, nefesim yetmedi. Sigarasını söndürürken "tek başına ölmemeli kimse" dedi. Kendi kendine mi konuştu, bana mı söyledi bunu bugün bile emin değilim. Sayıklıyor gibiydi. Acelem yoktu, bir sigara daha yaktım. O gün bunu hiç düşünmedim, bir cevap beklese durmaz mıydı?


Ertesi gün izin aldığını duydum. Öğlen yemekte tek başımaydım. Bir hafta böyle devam etti. Tek başına sessizlik gürültüden farksız o hafta anladım. Pazartesi izni bittiğinde yine benden önce gelmişti ofise. Bir hafta içinde üstünü değiştirmediğine yemin edebilirdim. Kadırga'da gördüğüm sarhoşlar geldi önce aklıma. Hepsine yazılmış bir hikâye vardı, aslını kimse bilmezdi ama bu öyle bir şey değildi. Kuma bırakılmış denizanası gibi her an biraz daha yok oluyordu. Bir an kafamı çevirsem bıraktığım yeri bile bulamayacaktım. "Nasılsın" demek neden bu kadar zordu bilmiyorum. Diyebilirdim çünkü sessizlik yeminimizi bozmuştu. Her yangın merdivenine çıkışımda abartılı hareketler yaptım fark eder de gelir peşimden diye. Sigara ister konuşmaya başlarız, nasılsın derim ve her şey ayarlanmış bir doğallıkta akardı. O hafta da bitti. Birikmiş izinlerini kullandığını söylediler. Bir ay gelmeyecekmiş geçen sene hiç tatile çıkmadığını o zaman fark ettim. Ailesi ya da sevgilisi var mıydı, neredeydi, günden güne onu tüketen neydi? Düşünmeden edemiyordum artık. Üç gün sonra telefon ettim, cevap veren olmadı.


Yıllardır aynı yerde, yan yana masalarda çalışıyorduk ve nerede yaşadığını bilmiyordum. Büyük şehirlerde normaldi bu, o da benimkini bilmiyor dedim. Bir huzur aradım bahanelerde. İnsan kaynaklarına gittim. Yıllar önce işe girerken evrakları teslim alan ilk gördüğümden beri sevmediğim kadın oradaydı hala. Annesi gece doğurmuş, bunu dedim. Hiçbir anlamı yoktu ama güldüm içimden. Ev adresine ulaşmak istediğimi söyledim. Neden bile demedi, bir kâğıda yazıp verdi. Yüzüme bakmadığına eminim tüm bunlar olurken. Saat altı olunca çıktım adrese gittim. Ne bulmayı bekliyordum bilmiyorum. Zili çaldım, bekledim. Hiçbir şey olmadı. Kapının önünde oyalandım belki gelir diye. Evde değil, şehirde olup olmadığını bile bilmiyordum. Yürüdüm biraz, eve gitmeden bara uğradım. İçmek istemiyordum aslında. Gece hiç uyumadım. Sabaha kadar acaba benimle mi konuşmuştu diye düşündüm. Bunu söyleyebileceği yüzlerce olmasa da üç, beş kişi olmalıydı bana gelene kadar. 


Ertesi hafta tekrar gittim. Zili çaldım, olan yine aynıydı. Biraz sonra apartmandan bir adam çıktı. Tanıyıp tanımadığını sordum. Biraz tarif edince anladı kimden bahsettiğimi. Uzun zamandır görmediğini söyledi. Eliyle gösterdi hangi daire olduğunu. Perdeleri açıktı, güneş vuruyordu camına. Apartmanın yöneticisine anlattım durumu. Uzun zamandır o kapının arkasında ne olduğunu merak ediyordu. Bu kadar çabuk kabul etmesini beklemiyordum, ben bile emin değildim bunun iyi bir fikir olduğundan. Kilitliyse zor dedi. Bir pet şişeyi kesip kapının arasına soktu. Biraz aşağı yukarı oynattı, kilidin diline denk geldiğinde açıldı birden kapı. Şaşkınlığımı gizlemeye gerek görmedim, içeri girdim. Işığın vurduğu tarafa yürüdüm, arkamdan da suç ortağım takip etti. Salonda sehpanın yanında yatıyordu yüzü sehpanın üzerindeki çiçeğe dönük. Hiç bir insanı bu kadar beyaz görmemiştim. Son kanını da o tek güle vermiş gibiydi. Saksıyı aldım evden çıktım. Ne ben bir şey diyebildim ne de onlar. 


Ter içinde uyandım. Televizyon açık kalmıştı. Bir erkek sesi: “Evinin salonunda bir hafta sonra cansız bedeni...”. Ölünüyor dedim. Bir sigara yaktım. O gün cenazesi vardı. İş yerine gittim, oradan beraber gidecektik mezarlığa. Sadece iş yerinden insanlar vardı, bir de yönetici. Ben erken ayrıldım cenazeden. Bir mezar taşına takıldı gözüm. Bir taşta iki isim yazıyordu. Bir çifti beraber gömmüşler. Ölüler için fark eder mi diye düşündüm. O an aklıma geldi “tek ölmemeli insan”. Eve gittim, işe dönmek aklıma bile gelmedi. Açmadım televizyonu. Gül yanındaydı, tek ölmedi dedim. Gülü aldım mezarlığa gittim. Mezar taşı yoktu. Toprak oturmadan olmaz demişlerdi. Kökünü bozmadan çıkardım saksısından. Mezarının başına ektim.  Bir daha da gitmedim mezarlığa.

Commentaires


bottom of page