Öykü: Usanmanın online hâli
"Birileri gözümün önündeki çırılçıplak 'doğru'yu istediği gibi eğriltiyor ve biz 'demek ki bizim bildiğimiz gibi değilmiş' avuntusuyla mağaramızda gölgelerle yaşamaya devam ediyoruz."
Sinan Şuekinci
“Sesim geliyor mu arkadaşlar,” diye başladım yine karşımdaki ekranın canlı bir varlık olduğunu imgeleyerek. Gelen herhangi bir ses yok. Sokrates öğrencilerine, “seni görebilmem için bir şeyler söyle,” dermiş. Söylesem mi acaba, belki bir ses duyarım. Tık yok! Mikrofonun üzerinde olumsuzluğu hatırlatan o çizgi.
Aklımda şu soru var: Acaba bir insandan diğerine ulaşmak zorlaşıyor muydu? Yoksa pandemiden kaynaklanan geçici bir durum mu, bilemiyorum. Yok yok hemen karamsarlığa düşmemeliyim, "toplumsal hayvan" düsturuna uygun bir vakurlukla insan diğer insanla vardır demeliyim! Hadi kendimi kandırdım diyelim ama nereye kadar. Sözgelimi neden herkes selam sabah vermekten imtina ediyor sorusu zihnimde zonkladıkça kendimi kandırma sürem çabucak tükeniyor. Ha sorarım size, selam sabaha, merhabaya, kolay gelsine ne oldu arkadaş! Belki de korkuyor insan, “sana ne ulan benim halimden,” cümlesini duymaktan, kafasını sağa sola sallayıp ama seni hiç sallamamasından… Siniyoruz o sebepten. At gözlüğü takmışçasına sadece önümüze bakıyoruz, etrafımızdan bi haber…
“Arkadaşlar sesim gelmiyor mu?”
Ekranda bir elin parmaklarını geçmeyen isimlerin sıralandığı listede hiçbir kıpırtı yok yine. Mikrofon simgelerinin üzeri çizili. Ne bileyim belki de içimize gömülmeyi bu yaşta sezinliyor insanoğlu, böyle kayıtsız olmayı… Sonrası ise bilindik hikaye; çalış diyecek birileri çalışacaksın, kazan diyecek birileri kazanacaksın kaybetmenin büyük bir günah olduğunu zihnimize nakşederek, en son tüket diyecek birileri ve insanlığını dirhem dirhem tüketeceksin!
Bu çark mı gömmüştü yoksa insanı bu derin boşluğa.
Neler zırvalıyorum yine böyle, insandan umut kesilmez, işte o kadar! Kesilmez ama ya bunca acının, kanın ve eksilmenin karşısındaki duyarsızlığa ne demeli! Bir kadın öldürülür; su testisi su yolunda kırılır, bir çocuk çalıştığı inşaattan düşüp ölür; bu işin doğasında var diyerek kendi utancımıza gömülmüyor muyuz? Birileri gözümün önündeki çırılçıplak "doğru"yu istediği gibi eğriltiyor ve biz "demek ki bizim bildiğimiz gibi değilmiş" avuntusuyla mağaramızda gölgelerle yaşamaya devam ediyoruz. Doğru dediğimiz doğurganı parçalamak bu kadar kolay mı olmalıydı, sorarım size? Siz kimsiniz ya da ben onu da bilmiyorum.
Neyse, sabah sabah mağaranın dışına çıkanın gördüğü güneşten gözünü kamaştırmasından başka bir şey değil benimki. “Hayat akıp gidiyor işte,” mi demeliyim? Yoksa "zamanın ruhu" diyerek soluk alıp vermeye devam mı etmeli, bilemiyorum. Kırmızı çizgi var tüm mikrofonlarda.
Bu zihnimin allak bulaklığı da nereden çıktı; insan olmanın o kadim cezası mı diyelim, tam da bu yüzden yarım kalmanın ablaklığı mı diyelim, elmayı yiyenin değil de sonrakilerin biteviye çekeceği ceza mı diyelim! Usandım diyeceğim ama, mücadeleyi her zaman yaşamın panzehiri kabul eden bana yakışır mı? Sınıfta başını sağa sola sallyarak her şeyi bilen edasıyla anlatıp duran bir hocanın öyle pes etmesi de neymiş! Böyle düşünce adacıklarında suya düşmeden zıplarken kendi mikrofonumun üzerini çizmek geldi aklıma. Karşılıklı susalım o zaman. Ohh rahatladım şimdi!
O halde usandığım şeyleri şimdi şu bizi kandıran ekrana sessizce mırıldanabilirim. Usandım, samimiyetsizlikten usandım, kimseye güvenememekten usandım, her şeyin aleni olmasına karşın kimsenin aldırış etmemesinden usandım, boş ekranlardaki sahte gülüşlerden usandım, betonlaşmaktan usandım, birinin hakkımda ne düşündüğünü düşünmekten usandım, çocukların gülen gözlerine bakınca onları kötü bir geleceğin beklediğini hayal etmekten usandım, geçmiş ile gelecek arasında kalıp anı kaçırmaktan usandım, ölümlerden hele ki zamansız olanlarından usandım, doğaya ait olamamaktan usandım, hesap yapmaktan usandım sonra borçlanmaktan, kimsesiz kimsesiz içine ağlamaktan usandım, bir de delice yağan kardan sonra güneşin bu güzelliği vıcık vıcık etmesinden usandım. Usandım. Usan… Zihnimin ampulu patlak karanlık odasındaki ıvır zıvırı dışarıya atmak, ne güzel!
Ben bu ruh halimle Anadolu Bilgeliği konusunu nasıl anlatayım şimdi! “Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz.” Yok olmaz bu modda değilim. Mikrofonun çizgisini kaldırdım:
“Gençler dersimizi başka bir güne erteliyorum.”
En iyisi bir termos çay yapayım, sonra doğanın kucağına…
Comments