top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Öykü: Veda

"Kendi içimde verdiğim onayı herkesle paylaşmaktan korktum. ‘Sen böylesin işte!’ dedim kendi kendime ‘iki yüzlü bir korkaksın.’"


Ünseli Karaçam Denizer

Veda.


“Ben gidiyorum çocuklar, kalmam için bir sebep yok artık” dediğinizde tüm aile üzerinize çullandı. Çok kalabalıktı dua. Zaten o kadar üzgündük ki bu cümle son darbeyi indirdi yüreklerimize. Ailemizi birbirine bağlayandınız siz. Bizi sevgi ve şefkat çemberinize alıp sarıp sarmalayandınız. Birbirimizi sevdiğimizi unuttuğumuzda hepimizi bir araya getirip aile olmanın çok güzel olduğunu hatırlatandınız.


Eşiniz dün sabah vefat etti, bugün öğleden sonra uğurladık onu sonsuzluğa. Dua bittiğinde siz de gideceğinizi söylediniz; hem de bu gece. “Yarın olmayacak” dediniz. “Yarını istemiyorum. Hazır hepimiz bir aradayken konuşalım bu işi. Leo’yu kim alacak?”


Bu sırada dünya güzeli bir çift göz kaküllerinin altından bana bakıyordu. Sorunun cevabını zaten biliyordunuz; siz de bana yan gözle bakmış olabilirsiniz ya da belki bana öyle gelmiştir. Bu bakışta bir zorlama olmadığından eminim. Sadece bildiğiniz cevabı benden duyup rahatlamak istediniz; anladım ben. “Ben alırım” demek istedim ama sesim çıkmadı. Yargılanmaktan korktum. Bu iki kelimeyle gitmenize onay vermiş olacaktım sözsüz bir lisanda. Kendi içimde verdiğim onayı herkesle paylaşmaktan korktum. ‘Sen böylesin işte!’ dedim kendi kendime ‘iki yüzlü bir korkaksın.’


Hep bir ağızdan itiraz ettiler size. Ağladılar, bağırıp çağırdılar, birbirleriyle kavgaya tutuşanlar bile oldu. Ben sustum. Size gitmeyin diyemedim çünkü haklıydınız; ben sizi anladım. 


Gitmeyin diyemedim ama şimdi hepimiz adına teşekkür etmek istiyorum; bütün kalbimle. Herbirimize ayrı ayrı ‘dünyadaki en özel insan’ olduğumuzu hissettirdiğiniz için teşekkürler. Bunu nasıl yapıyordunuz bilmiyorum ama hayattaki en kolay şeymiş gibi doğallıkla yaptığınızı biliyorum. Hepimiz böyle hissettik her zaman. Kocam bana hep anlatırdı sizi. Daha yeni tanıştığımız günden itibaren sizi dinledim ondan. Bütün yeğenleriniz çok özeldi; yıllar içinde kuzen eşleri de böyle hissetti, sonra kuzen çocukları keşfetti sizin sihirli değneğinizi. Oğlunuz trafik kazasında öldüğünde, eşiniz hasta yatağına bağlandığında bile hiçbirimizi unutmadınız. Hepimize ayrı ayrı yetiştiniz. Bir keresinde saymıştım; tam yirmi beş kişiye kendini tek ve en değerli hissettiriyordunuz. Bazen birimizin en sevdiği yemeği pişirip haber verdiniz; bazen bir diğerimizin yaptığı resmi göklere çıkardınız. Bazen tam da buna ihtiyacımız varken arayıp ne kadar ‘harika!’ olduğumuzdan bahsettiniz. Çocuklarımızdan birisinin okulda yüksek not alması bile onun ne kadar akıllı ve yetenekli olduğunu hissettirmeniz için yeter de artardı. Her bayramın ikinci günü bize mutlaka bayram yemeği hazırladınız; son zamanlarda bunu yapmak sizin için çok zorlaşmış olsa da hiç vazgeçmediniz. Hepimiz size koşa koşa geldik. 


“Bizim ailemizin dışında kendini bu kadar özel hisseden başka insanlar var mıdır diye düşünmüştüm” demişti kocam bir keresinde bana. Galiba yedi sekiz yaşlarındaymış o zaman. 


Eşinize olan aşkınız birinci, ailenize olan sevginiz ikinci sıradaydı. Üçüncü sırada on üç yıl önce kaybettiğiniz oğlunuzun köpeği Leo kendinden çok emin oturuyordu. Dördüncü sıra boştu; hayatınızda başka bir şeye yer yoktu.


Eşiniz sizin çocuğunuz olmuştu on üç yıl boyunca. Oğlunuz vefat ettikten sonra sizi hayatta tutan en önemli şey onun size ihtiyacı olduğunu bilmenizdi. Gün geçtikçe daha çok ilgilenmeniz gereken, her yeni gün geri sayımla biraz daha sıfıra yaklaşan, hiç büyümeyen bir çocuktu o. Çocuğunuz bir süre sonra bebeğiniz oldu; son zamanlarda da evinizdeki bir nefesti yalnızca. Ama o nefes sizi hayatta tutmaya ve bizleri birbirimize bağlamaya devam etmenize yetti.


“Leo’yu düşün, bizi düşün yapma!” dediler size. Boş sigara paketleri, küllükler, bardaklar, kadehler, gözyaşlarını ve sümükleri sildikten sonra yerlere fırlatılmış kağıt peçeteler evin her yerine dağılmıştı. Her zaman derli toplu ve tertemiz görmeye alıştığımız anne evimiz kalplerimiz gibi darmadağın olmuştu yarım saatten biraz daha uzun bir sürede.


Ben hiçbir şey diyemedim. İtiraz etmek, gitmeyin demek için bir neden bulmaya çalıştım. O zaman ortaya çıkıp avazım çıktığı, nefesim yettiği kadar bağırıp anlatacaktım size neden kalmanız gerektiğini. Bencilce sebeplerimizi bir kenara bırakıp baktım sizin gözünüzden sizin dünyanıza. Bir kırıntı bulsaydım büyütüp sağlam bir nedene dönüştürmeyi başarabileceğimi biliyordum; bulamadım sustum.

  

Kararınız çok netti. “Bu gece biriniz benim yanımda kalsın” dediniz en sonunda. “Sabah Leo tek başına uyanmasın.”

Kimseden ses çıkmadı. Ben de konuşamadım; korkak ve iki yüzlü olduğum için sustum. Leo’yu alan çıkmazsa sizin de kararınızı uygulayamayacağınız düşüncesine sarılmıştı herkes. Gecenin ağırlığını hafifleten, iç rahatlatan, nefes aldıran bir oksijen maskesi oldu bu düşünce; herkes ona uzandı, onu kendine çekti, ondan birkaç soluk aldı… Birimiz değil hepimiz yanınızda kaldık o gece.


Tercih ettiğiniz yolu çok asil ve cesaretli bulduğumu itiraf etmeliyim. Yerinizde olsaydım bunu yapmak ister miydim diye kendime sorduğumda cevabım evet. Ama yapabilir miydim sorusunun cevabını henüz veremedim; bu güce sahip olamayabilirim. Ama sizi anladım. 


Evin içinde herkes farklı bir yere dağılmıştı. Neredeyse hepimiz tavşan uykusuna yatmıştık; her tıkırtıda uyanıp etrafı kolaçan edip yeniden gözümüzü kapatıyorduk. Birkaç kişiyi bahçedeki banklara oturmuş gecenin son, sabahın ilk sigaralarını içerken gördüm. Kimse evine gitmeye cesaret edememişti. Bu gece yanınızda kalınıp nöbet tutulursa kararınızın değişeceğine inanmıştı herkes. Ne de olsa acınız çok tazeydi ve sağlıklı düşünemiyordunuz. 


Sabahın ilk ışıkları… 

Oturma odasında, görümcemle birlikte yarı uyur yarı uyanık bir halde uzanıyordum. Onun kalkıp tuvalete gittiğini duymuş olacaksınız ki bu fırsatı kollamış gibi hızlı hareketlerle ve kucağınızda Leo ile odaya girdiniz. Onu kucağıma verirken gözlerimin tam içine baktınız. Bir şey söylemenize gerek yoktu; kalplerimiz kendi dillerinde çoktan konuşup anlaşmışlardı.  Size gülümseyip gözlerimi kapattım, Leo’ya sarılıp uykuya geri dönmüşüm gibi yaptım.


Çekmeceden uyku ilaçlarını aldığınızı gördüğümde göz ucuyla bana baktığınızı da farkettim. Sizi yakalamış olmaktan çok, size yakalanmış olmaktan huzursuz olduğumu söylemeliyim. ‘Aramızda kalsın’ der gibi, gülümseyerek göz kırptığınızda her şeyden vazgeçmiş, yorgun ve bitmiş yaşlı bir kadından çok muzip bir çocuk gibi göründünüz bana.


Gülümseyerek gözlerimi kapattığımda bir damla göz yaşının içime akmasına izin verdim, bu damlanın korkaklığımı ve iki yüzlülüğümü temizlediğini hissettim…

bottom of page