top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Glasgow’a yazılmış bir aşk hikâyesi: Shuggie Bain

Şule Tüzül, Douglas Stuart'ın yaklaşık on yılda yazdığı ve 2020 ile 20221'de neredeyse bütün edebiyat ödüllerini toplayan romanı, Shuggie Bain üzerine yazdı: "Stuart öyle ince ince işlemiş, öyle kurgulamış ki yaşananları, romanın sonunda Agnes’e kızma, bir çocuğa yaşattıklarını nedeni ile onu yargılama şansımız kalmıyor."


Bir kitap okuduğunuzda hayatınız değişmeyebilir. Çok nadir de olsa değişen hayatlar olmuştur belki. Ama kitaplar hayatımızı değiştirir. Kim olduğumuz aslında biraz da okuduğumuz kitapların toplamıdır. Sevgili Oylum Yılmaz’ın atölyelerinde söylediği gibi, kitaplar bize hayat deneyimi kazandırır. Bunu nasıl mı yaparlar? Bizi sürekli dönüştürürler; aklımıza gelmeyen şeyleri aklımıza getirirler, bazen aylarca kafamızı kurcalayan sorunların çözümlerini aydınlatıverirler. Ama en çok kendimizle yüzleştirirler; önyargılarımızı, kibrimizi, nefret ve sevgisizlik gibi olumsuz duygularımızı törpülerler, katı yanlarımızı yumuşatırlar. Görmediklerimizi gösterir, anlayamadıklarımızı anlaşılır hale getirirler. Yaşamın başka başka pencerelerden nasıl da farklı görünebileceğini tekrar ve tekrar hatırlatırlar.



İskoç asıllı Amerikalı yazar Douglas Stuart’ın otobiyografik özellikler taşıyan ilk romanı Shuggie Bain, kitapların hayatlarımızı nasıl etkileyebileceğini gösteren en güzel örneklerden biri. Okumayı ve edebiyatı yaşamlarının bir parçası yapan insanlardan biri olarak, romanın ana kahramanı Shuggie’nin hayatına dahil oldukça içimde hâlâ varlığını sürdüren önyargıların olduğunu görmek şaşırttı beni. Diğer yandan elbette çok memnunum bu duruma, bir kitapla daha içimdeki ağırlıkları fark edip hafiflediğim için.


Kitabın ilk bölümlerinde neredeyse Shuggie dışındaki tüm kahramanlara karşı büyük bir öfke büyümeye başladı içimde. Shuggie’nin beş ile on altı yaşları arasındaki yaşamında, bu yaşamı korkunç bir cehenneme çeviren, başta annesi Agnes olmak üzere, babası, abisi, ablası ve diğer tüm insanlara karşı büyüyen bir öfke. Agnes alkolik bir anne. Shuggie, queer bir çocuk olarak farklı oluşunun farkındalığı ile baş etmeye çalışırken, arkadaşlarının, toplumun, karşılaştığı herkesin şiddet dolu ayrımcılığına maruz kalan, bu da yetmiyormuş gibi kendi temel ihtiyaçlarını kendi başına karşılamaya çalışırken alkolik bir anne ile yaşamanın tüm güçlüklerini omuzlarında taşıyan bir çocuk. Baba, abi ve abla onu yaşam mücadelesinde bir başına bırakıyorlar. Kitap, bu mücadelenin 530 sayfaya sığdırılmaya çalışılan büyük hikâyesi. Stuart kitabı için şöyle diyor:

“Sighthill, Glasgow’da büyüdüm. Çocukluğum boyunca bağımlılıkla mücadele eden bekâr bir annenin eşcinsel oğluydum. Bu kitap bu şehre yazılmış bir aşk hikâyesidir.”


Romanın başında öfkelendiğim, suçladığım ve yargıladığım tüm bu insanlara, romanı bitirdiğimde önyargılarımdan ve tüm olumsuz duygularımdan arınmış, anlayışla yaklaşırken buldum kendimi. Shuggie Bain, her ne kadar Shuggie’nin romanı gibi görünse de aynı zamanda Shuggie’nin gözünden anlatılan Agnes’in romanı. Yazar Douglas Stuart, sanki gerçek hayattaki annesine bir vefa borcu olarak yazmış bu kitabı. Zaten kitabı annesine ithaf etmiş. Stuart öyle ince ince işlemiş, öyle kurgulamış ki yaşananları, romanın sonunda Agnes’e kızma, bir çocuğa yaşattıklarını nedeni ile onu yargılama şansımız kalmıyor. Aksine Agnes’e büyük bir yakınlık ve hayranlık duyuyoruz. Sadece alkolik bir annenin değil, son nefesine kadar eril bir dünyaya tek başına kafa tutacak kadar güçlü bir kadının hikâyesini okuyoruz. Ve sadece Agnes’e değil, Shuggie’nin hayatını zorlaştıran hiç kimseye kızamıyoruz; neredeyse her kahramanı olduğu gibi kabul etmemizi, her kahramanı anlamamızı sağlıyor Douglas Stuart. Kitabın benim için en sarsıcı ve etkileyici yönü bu oldu.

Aslında kitapta yer alan her kahramanın hikâyesi başlı başına bir roman olabilir. Her biri çok zor yaşamlar. Coğrafya kaderdir, ya da coğrafya kederdir, diyoruz ya, Glasgow’un insanları için de böyle. Stuart, sanki eline bir kamera almış ve zaman zaman bu kamerayı Shuggie’nin hayatına giren çıkan insanların hayatlarına da odaklayarak bize onlarca farklı hikâye anlatıyor. Agnes’in annesi Lizzie’nin yaşadıklarına baktığımızda, Agnes’ı yaptıklarından dolayı suçlayamadığımız gibi, Lizzie’yi de yargılayamıyoruz ve onu da anlayışla karşıladığımız, kederi ile bizi kederlendiren kahramanlar arasına koyuyoruz. Agnes’in kızı, Shuggie’nin ablası Catherine’i de. Kadınların da erkeklerin de içinden çıkamadıkları çözümsüz sorunlarla dolu yaşamlar, zorunlu bir kader gibi nesilden nesile geçiyor. Oysa sorun tüm dünya için ortak: kapitalizm, adalet ve eşitliği yok sayan politik ve ekonomik uygulamalar, tüm bunların sonucu yok edilemeyen ya da yok edilmek istenmeyen yoksulluk. Kimse buna dur demediği sürece elbette değişen hiçbir şey olmayacak. Dolayısıyla Shuggie Bain aynı zamanda politik bir roman.


Bu kapsamda, Douglas Stuart bize sıkı bir ders veriyor. İnsanları tek tek yaptıklarından dolayı yargılayamazsınız diyor. Yaşadığımız dünya, ülke, sistem, politik kararlar, toplumsal yaptırımlar yaşamlarımızı ve bizi şekillendiriyor. Eğer bir şeylerin değişmesini, düzelmesini istiyorsak, süregiden bu adaletsiz, eşitliksiz, şiddet içeren sistemden başlamalıyız işe, mesajını verdiğini düşünüyorum.


Shuggie Bain, 2020’de yayınlandı ve aynı yıl Booker Ödülü başta olmak üzere pek çok ödüle layık görüldü. Romanın yazımı yaklaşık on yıl sürmüş. Douglas Stuart romanını yayınlamak istediğinde yayınevlerinden otuzun üzerinde ret cevabı almış. Roman kahramanı Shuggie’ye baktığımızda yazarın azmine şaşırmamak gerek. Stuart, aslında çocukluğundan itibaren yazar olmak istiyormuş, ama işte hayat, moda tasarımcısı olmuş. Lisedeyken yazar olmak istediğini bir öğretmenine söylediğinde, öğretmeni de yoksul ve işçi sınıfından birinin edebiyat alanında yükselmesinin zor olduğunu söylemiş ona. Shuggie Bain aynı zamanda yoksulluğun romanı. Ve ne ilginçtir ki, böyle bir romanı ancak yoksulluktan orta sınıfa geçebildiğinde yazabilmiş Douglas Stuart.


Romanın ana hikâyesi Shuggie ve Agnes’in yaşamları olsa da çok katmanlı bir romanla karşı karşıyayız. Thatcher dönemi eleştirisi ile siyaset, işçi sınıfı yaşamının anlatımı ile sınıf ayrımcılığı, yoksulluk, queer bir bireyin yaşadığı zorlukların anlatımı ile toplumsal cinsiyet, Protestan Katolik kavgaları nedeni ile dinin toplumsal çatışmalara etkisi, romanın dokusunu oluşturan konulardan bazıları. Tüm bunların harmanlandığı bir atmosferde bir anne çocuk hikâyesi ve bu hikâyenin odağındaki derin sevginin anlatımı edebi bir eser olarak romanı olağanüstü bir düzeye çıkarıyor.


Romanın başarısında diğer bir etken yazarın kullandığı teknikler. Kitap, Shuggie’nin, Glasgow’un farklı bölgelerinde yaşadığı dönemlere göre beş bölüme ayrılmış. İlk bölümde Shuggie’nin on altı yaşındaki hali ile hikâyenin içine giriyoruz. Daha sonraki bölümde yazar geriye dönüp Shuggie’nin beş yaşındaki haline gidiyor ve zamanda ileri ve geri gidişlerle roman ilerliyor. Dolayısıyla romanın temel taşlarından biri olarak zaman, anlatımı güçlendirici yönde çok iyi kullanılmış. Benzer şekilde mekân anlatımları da çok iyi. Glasgow’un anlatılan bölgeleri, işçi konutları, evler gözünüzde canlandırabileceğiniz kadar iyi anlatılmış. Shuggie Bain için aynı zamanda bir Glasgow romanı diyebiliriz.


Romanın başarısındaki önemli etkenlerden bir diğeri ise dili. Hikâye, tamamen Shuggie’nin yaşadıkları ve çevresinde olup bitenlerin onun gözünden nasıl göründüğü olduğu için yazar birinci tekil anlatıcıyı tercih edebilirdi. Ancak olaylar üçüncü tekil anlatıcı tarafından aktarılıyor. Bu çok doğru bir tercih olmuş. Çünkü, kullanılan dil o kadar ustaca ki, roman boyunca anlatıcı tüm olaylara, mekanlara ve kişilere belirli bir mesafeden yaklaşarak, toplumsal cinsiyetten mezhep kavgalarına, sınıfsal farklılıklardan kadın ve aile sorunlarına kadar çok hassas dengeler içeren meseleleri kırmadan dökmeden okura ulaştırıyor. Eğer hikâye Shuggie’nin ağzından anlatılsaydı ne Agnes’a ne de diğer kahramanlara bu kadar anlayışlı olabilirdik, diye düşünüyorum. Dolayısıyla kitabın edebi çıtası aşağı düşebilirdi kanısındayım.


Bu noktada, özellikle İskoç işçi sınıfı aksanını, İskoç ya da işçi sınıfı İngilizcesini, İskoç toplumuna özgü diyaloglar, deyim ve kalıpları Türkçeye bu kadar iyi yansıtarak romanın atmosferini doğru biçimde solumamızı sağlayan çevirmen Duygu Akın’a teşekkür etmeliyiz. Bu çeviri sayesinde romanın Glasgow, zaman ve mekân, toplumsal cinsiyet, yoksulluk, alkolizm ve aile meselelerine dair güçlü anlatımı, tüm bunların arasında varlığını inatla sürdüren bir sevginin derinliği bize ulaşabiliyor. Bu çeviri sayesinde Glasgow’a gitmeden tüm kenti taksilerle dolaşıyoruz, hatta taksicilerle o aradaki camlı bölmeden diyaloglara bizzat katılabiliyoruz, neredeyse her konuda katı bir muhafazakarlık sergileyen İskoç işçi sınıfı insanları arasında queer olmanın tüm zorlukları ile duygudaşlık kurabiliyoruz. Duygusal iniş çıkışların yoğunluğu ile okuru ruhsal olarak oldukça zorlayan bu güzel romanın çeviri sürecinde Duygu Akın neler yaşadı kim bilir. Ben birçok hikâyede gözyaşlarımı tutamadım.

Shuggie’nin on altı yaşından sonraki halini anlattığı söylenen, Douglas Sturart’ın yeni romanı Young Mungo’nun Nisan ayında yayınlanacağı duyuruldu. Bu kitabın çevirisinin de Duygu Akın tarafından yapılacağını öğrendik. Kendisine kolaylıklar diliyor, yeni kitabı da heyecanla bekliyoruz.


Teşekküre başlamışken, Shuggie Bain’i Türkçe’de okumamızı sağladıkları için Can Yayınları’na ve kitabın editörü Cem Alpan’a da okur olarak ayrıca teşekkür ederim.


Romanın beni etkileyen diğer bir yönü de yazarın doğa, hayvan hakları ve hayvan sömürüsü meselelerini de hiç göze sokmadan, alt metinlerde romanın hamuruna karıştırması oldu. Kitabın daha ilk sayfalarında hayvansal gıda konusunda insanların çelişkili davranış biçimine vurgu yapılıyor. Bir gıda reyonunda çalışan Shuggie işini, satılan hayvansal ürünlere sistemin hayvan sömürüsünü ört bas eden iştah açıcı ifadeleriyle değil de doğrudan “hayvan ölüsü”, “ölü kuş”, şişe dizilen tavukları “kafasız bebekler gibi öylece duruyorlardı”, “bataryalı kafes sistemleriyle birbirinin aynısı tavuklar üretilmesi” ifadelerini kullanarak anlatıyor. Kitap boyunca da kadına, çocuğa, farklı cinsel yönelimdeki bireylere, farklı inançlara ve kendinden zayıfa şiddet uygulayan eril iktidarın kullandığı eril dilde, hayvanlara yönelik genel kabul görmüş deyim ve tamlamaların kullanımıyla (“bencil hayvanın teki”, “dalavereci domuz sürüsü”, “halıya işemiş köpekmişim gibi”) hayvan sömürüsü ve eril iktidarın nasıl birbirine yakın bir ilişki içinde olduklarının altı çiziliyor. Özellikle işçi sınıfının yaşadığı kasvetli bölgelerin başarılı tasvirleri de doğa katliamından hiç bahsedilmeden aslında doğanın nasıl katledildiğini anlatıyor.


Shuggie Bain, okurken hoş vakit geçireceğiniz bir roman değil. 530 sayfa boyunca bu çocuğun başına daha ne gelecek tedirginliği ve sıkıntısı yakamı bırakmadı. Öyle ki, kitabı okumaya ara verdiğim zamanlarda, Shuggie’yi yalnız bıraktım, ya ben yokken başına bir şey gelirse hissi ile geçti günlerim. Hatta kitabı bitirdiğimden beri de Shuggie aklımdan çıkmıyor; sanki onu terk etmişim gibi. Başına gelen olaylar ise öyle böyle şeyler değil, her olayda bir şey yapamamanın çaresizliğini, öfke ve acısını yaşatıyor okura. Peki deli miyiz, neden okuyalım böyle bir romanı?


Güzelliği görmek için önce çirkinliği, aşkı anlamak için önce sevgisizliği, umut edebilmek için önce umutsuzluk ve çaresizliği görmek iyi olur, diyenlerdenim. İşler yolunda gittiğinde değil, işler sarpa sardığında öğreniriz neyin ne olduğunu daha çok. Başta dedim ya, kitaplar hayat deneyimi kazandırıyor…


Shuggie bize, insanları suçlamak ve yargılamak yerine anlamayı tercih etmenin önemini öğretiyor. Sevmek ve umut etmek için mücadele etmenin önemini öğretiyor. Yüreğimize yük olan önyargılarımızı, kibrimizi, nefretimizi, sevgisizliğimizi törpülüyor, bunlardan kurtulmayı öğretiyor. Diğer yandan bugün tek bir çocuk bile Shuggie’nin yaşadıklarının sadece birini yaşıyorsa, insanlık olarak hepimizin suçlu, hepimizin bundan sorumlu olduğunu düşünüyorum. Bence bize biraz da bunu hatırlatıyor Douglas Stuart. Tercihlerimizle, yaşam biçimlerimizle süregiden sistemi ne kadar desteklediğimiz, dünyanın yakın ya da uzak bir yerinde bir çocuğun nelere maruz kalabileceğini de belirliyor.


Shuggie Bain, içinden asla çıkılamayacağı düşünülen bir cehennemde var olma savaşı veren bir çocuğun hikâyesi. O çocuk o cehennemden çıkmış, başarılı bir moda tasarımcısı ve yazar olmuş. Shuggie Bain ve Douglas Stuart sevginin, umudun ve mücadelenin simgeleri olarak karşımızdalar bugün.

Shuggie Bain, o umudun ve mücadelenin romanı.

Shuggie Bain, derin bir sevginin romanı. Okurlarını o derinliğin sonsuzluğuna tanık olmaya davet ediyor.


SHUGGIE BAIN

Douglas Stuart

Can Yayınları, 2022

Çeviri: Duygu Akın

536 s.

bottom of page