top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

Yaratıcılık Ritüelleri 65 / Nurhan Suerdem: "Panik hali yaratım sürecini ketler."

"Bir öykü konusu aklıma geldiğinde, onunla yaşarım. Süreç tamamlandıktan sonra onu yazmaya başlarım."

Yazarların yazma deneyimlerine odaklanan Yaratıcılık Ritüelleri'nde Semrin Şahin'in bu haftaki konuğu Nurhan Suerdem.


ree

Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?

Yazacağım öykü konusu aklıma geldiğinde, beni yazmam için sürekli uyardığında hemen masa başına oturup yazmam. Onunla yaşarım. Yürürken, uykuya dalmadan önce, sabah uyandığımda, duşta zihnime daha çok fikirler üşüşür. Not alırım. Bu süreç tamamlandıktan sonra ki onun kararını fikirler verir, bilgisayarın başına geçerim. Ender de olsa defterde kurşun kalemle yazdığım olur. O zaman uçları açılmış Faber 2B kurşun kalemlerim (reklam değil) silgim hazır olur. Başlarım. 

 


Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?

Yaratım tıkanması yaşamayan yoktur diye düşünüyorum. Bunun üzerine gitmiyorum. Zamana bırakıyorum. 

Bir film sahnesi, kitapta bir cümle, kelime, bir karakterin özelliği, bir şiir dizesi, bir fotoğraf karesi, bir resim veya bir sokakta karşılaştığım bir olay benim için potansiyel öykü konusu olabilir. Defterime not alırım. İçimden geliyorsa bir iki cümle de karalarım. İşte bu notlar benim “taktığım şapkalar” olur genellikle. Hepsinden öykü çıkmasa da dururlar öyle. 

Yazarken arada tıkanmayı çok yaşamam. Yaşarsam da telaş etmem. Panik hali yaratım sürecini ketler. Zihni açık tutmak gerekir. Okumak, izlemek, gözlemlemek, bakmak, yürümek en iyi ilham aracıdır.


Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?

Benim yazabildiğimi anladığım ve yazmaya başladığım zaman emeklilikten sonra oldu. Çalışırken odam hep vardı ama yazma fikrinin gündeme gelmesini sağlayacak vaktim yoktu. Emekli olduktan sonra her şey benim oldu. Yazmasam olmazdı.

Emekli olduktan sonra yazmam konusunda arkadaşlarım ısrar etti. Ben onlarla günlük olaylar karşısındaki tepkilerimi dile getirdiğim veya bir duygulanımımı yazdığım metinleri paylaşırdım. Severek okurlardı. Duygularımı çok iyi ifade edebildiğimi, etkilendiklerini söylerlerdi. Emekli olunca ne yapacağım telaşındayken, arkadaşlarımın niye yazmıyorsun sorusu beni harekete geçirdi. Sağ olsunlar. 

Öykü yazmaya başladıktan sonra gönderdiğim dergilerden ret aldığım olduğu gibi basanlar da oldu. Ret almak olumsuz etkilese bile beni yolumdan caydırmadı. Sonuçta öykülerim basıldı. 


Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?

İlk yazmaya başladığımda, emekliyordum. Heyecanlıydım, becerebilecek miydim?

Sonra yazdıklarımın çoğalmasıyla yürümeye başladım. Yine heyecanlıydım. Basılacak mıydı?

Kitaplarım basıldı heyecanım farklı oldu. Okurların ve eleştirmenlerin düşünceleri de devreye girdi. 

En sonunda da yapıcı, geliştirici eleştirileri dikkate alıp yazdıklarımın üzerine katarak daha iyi nasıl yazabilirim heyecanını yaşamaya başladım. Bu heyecanı kaybetmeden çalışmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Ama güzel ülkemdeki yaşadıklarımız heyecanımızı öldürebiliyor, kelimelerimizi hapsedebiliyor. Üçüncü kitabımı çalışırken bunu hissettim. Yine de direne direne yazmalıyız.


Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?

Ne sabahçı ne gececi, ne de gündüzcüyüm. Sabahları erken kalkmak istemiyorum.  Karanlığa uyanmak beni depresif yapıyor. Onun için kahvaltımı yaptıktan, kahvemi içtikten sonra öğle vakitlerine doğru yazıyorum. 

Bir öykü dosyasına başlamışsam o dosyayı her gün açar okurum. Yeni bir öykü yazmasam bile eski yazdıklarımı gözden geçiririm. Eklenecek, eksiltilecek yerleri, varsa yanlışları düzeltirim. 

Onun dışında her gün yazan biri değilim. Hâlâ o alışkanlığı elde edemedim bir türlü. 

Yazarken şiir okurum, yazdığım konu ile ilgili kurgu dışı kitap metin, mitoloji okurum. Fotoğraf, resim bakarım. 

Bilgisayarımın yan ucundaki kitaplar: Ferit Edgü LEŞ, Gülten Akın Bütün Şiirleri, Oruç Aruoba kitapları.

Bunlar ikinci kitabımdan itibaren hep yanımda. Onların yanına yazdığım konularla ilgili başka kitaplar da geliyor. 


Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste s…)  var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?

Ben yaratmış olsaydım diyemiyorum. Çünkü her biri biricik. Ben yazdığımda aynısı olmaz. Ayrıca her gün yeni kitaplar okuyor yeni yazarlar tanıyoruz. Böyle bir belirleme yapmak olanaksız geliyor. 

Bu söylediğim tüm sanat dalları için geçerli. 

Yalnız bugünler de Matisse’in tablolarına özlem duyuyorum. İçim çok karanlık, onun eserlerindeki gibi parlak renklerin, ışığın hâkim olduğu bir yaşamın hayalini kuruyorum.

Yorumlar


bottom of page