top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook

"Yazmak kadar demlemenin de önemli olduğunu düşünüyorum."

  • Yazarın fotoğrafı: Litera
    Litera
  • 2 dakika önce
  • 4 dakikada okunur

Yavuz Yavuzer, Zeynep Kahraman Füzün ile son kitabı Prova Mankeni odağında söyleşti: "Bir bahçede farklı çiçeklerin arasında dolaşıyormuş hissi vermek istedim. Kimisi gülümsetiyor, kimisi acı veriyor."


ree

Zeynep Kahraman Füzün’ün son kitabı Prova Mankeni hem yazım süreci hem de tematik dokusuyla özenli bir emeğin ürünü. Füzün, söyleşide kitabın uzun bir yaratım döneminden geçerek olgunlaştığını, ilk kitabından sonraki yıllarda yazmayı hiç bırakmadığını ve tüm süreci “demlemek” olarak gördüğünü anlatıyor. Bu uzun yolculuğun sonunda seçilen ve elenen öykülerle kitabın mevcut formuna kavuştuğunu dile getiriyor.

Söyleşide öne çıkan bir diğer başlık ise yazarın yazınsal tavrı. Hem eleştirel bakışı hem de yüksek tempolu üslubu dikkat çekiyor. Kendisini “her şeye muhalif” olarak tanımlayan yazar, sistem eleştirisini ve anlatıdaki hızı bilinçli bir tercih olarak kullandığını ifade ediyor. Bu tavır, öykülerdeki toplumsal duyarlılık ve birey-toplum gerilimiyle birleşerek kitabın ritmini belirleyen temel unsurlardan biri haline geliyor.

Söyleşi, aynı zamanda yazarın yaratım pratiğine ve yazma disiplinine de ışık tutuyor.



Prova Mankeni, uzun süren bir emeğin ürünü. Bu süre zarfında kitap nasıl şekillendi?

Yazmak kadar demlemenin de önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden bence edebiyat aceleye gelmemeli. Kitabımın bu kadar sevilmesinin arkasında yedi yıl gibi epey uzun bir süre var. Bu aslında planladığım bir şey değildi. 2018’de ilk kitabım çıktıktan sonra öykü yazmaya devam ettim ama kafamda romanımın hikayesi dönüyordu. Hatta 2019’un ilk aylarında taslağını yazdım. Bir yıl üzerine çalıştım, yayınevine teslim ettim ve 2021’de yayımlandı. O süreçte de ara ara öykü yazıyordum. Romanımdan sonra daha çok yazdım elbette. Sonra içlerinden seçip bir dosya oluşturdum. Bazılarını çeşitli gerekçelerle çıkardım. Bir yandan eskilere çalışıyor bir yandan da yeni öyküler ekliyordum. Yayıncım dosyamı istediğinde hacmi şu andaki boyutuna ancak ulaşmıştı. 


Öyküleri bir araya getirirken ve kitaba dahil ettiğiniz öyküleri seçerken hangi ölçütleri dikkate aldınız? Kitabın genel atmosferi mi belirleyici oldu, yoksa tematik bir bağlantı aradınız mı?

Öyküleri seçerken öncelikli kriterim güçlü olmalarıydı. Güçlü ama kısa olanları en baştan elemiştim. Öykü kitaplarında konu bütünlüğü tercih edilir, ben sıkıcı buluyorum. Elbette konuların tamamen bağımsız olmasını kastetmiyorum ama benzer meseleler roman okuyormuş hissi veriyor bana. Prova Mankeni iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde kadınların yaşadığı sorunları merkeze alan öyküler var. Bu tercihim bilinçli değildi aslında. Her iki öykümden biri öyle olduğu için dosyam da o doğrultuda şekillendi. İkinci bölümde ise farklı meseleleri, çoğunlukla da günümüz insanının problemlerini ele aldığım öyküler var. Her iki bölümdeki öykülerin kendi içlerinde bağlantılı oldukları kadar ayrı perspektifleri var. Bir bahçede farklı çiçeklerin arasında dolaşıyormuş hissi vermek istedim. Kimisi gülümsetiyor, kimisi acı veriyor.


Kitapta yüksek tempolu anlatım ve yer yer sistem eleştirisi dikkat çekiyor. Bu iki unsuru aynı potada eritmek sizi ne derece zorladı? Sizin için bu dengenin kilidi nedir?

Her şeye muhalif bir yapım var. Hangi konu olursa olsun ona karşı illa bir antitezim vardır. Olaylara karşıdan bakmayı seviyorum. Bu hem bakışımın daha objektif olmasını sağlıyor hem de karşıda olmak insana eleştirel bir bakış sunuyor. Yüksek tempo ile sistem eleştirisi bir araya geldiğinde yazması keyifli bir anlatı ortaya çıkarıyor. Daha romantik meseleleri yazsaydım daha lirik bir dil tercih edebilirdim ama bu benim pek sevdiğim bir tarz değil. Bahsettiğiniz iki unsuru bir arada kullanmak yazarken daha çok canımızın yanmasına neden oluyor ama edebiyat bunun için var zaten. Yazdıklarımız uykularımızı kaçırmıyorsa neden yazıyoruz ki. Dengenin kilidi ise anlattıklarımızla anlatma biçimimizin uyumlu olması. Bunu bazen deneyerek de görebiliriz. 


Kitabın bölümleri ya da öyküleri arasında bir ritim duygusu hissediliyor. Yüksek tempo sizin için bir anlatı tercihi mi yoksa çağın hızına bir tepki mi?

Yüksek tempolu anlatım aslında benim kişiliğimle ilgili. Duyguları coşkulu yaşıyorum, bu da dilime yansıyor. Dil, kimlik demektir bence. Seçtiğimiz kelimelerde, kurduğumuz cümlelerde yani üslubumuzda biz varız. Ne anlatırsak anlatalım kendimizi anlatırız. Çağa ayak uydurmak ya da çağın problemlerine çelme takmak gibi bir amacım hiç olmadı. Ben daha çok kendi ayağıma takılan taşları ayıklamayı tercih ediyorum.


Öykülerinizde sık sık birey ile toplum arasındaki gerilim öne çıkıyor. Bu karşıtlığı işlerken sizi en çok çeken unsur ne oldu?

Günümüzde çatışmalar dıştan içe geçti. Ben hayattan soyutlanmış çatışmaları sevmiyorum. Birey ne kadar yalnızlaşırsa yalnızlaşsın bu onu dışarıya tamamen kapatamaz. Gündelik yaşantımızda bile her an diğer insanlarla temas halindeyiz. Sürekli toplumdaki yerimizi ve ödevlerimizi sorguluyoruz. Her zaman toplumla karşı karşıyayız. İnsanları olaylara verdikleri tepkilerden tanıyabiliriz. Karakterlerim de yaşadıkları hikayelerin mağdurları. Gerilimler onları daha iyi tanıtmamı ve öyküyü derinleştirmemi sağlıyor. Bu karşıtlığın benim ilgimi çekmesinin en önemli nedeni ise benim de toplumla derdimin olması. Herkesin yaptığını yapmayı, herkesin yazdığını yazmayı, herkesin okuduğunu okumayı çekici bulmuyorum. Akışın tersine yüzmek daha ilginç geliyor.


ree

Korelasyon isimli öykünüzde oysa iyi hikayelerin hepsi anlatıldı cümlesi dikkat çekiyor. Ne anlatacağınıza ve nasıl anlatacağınıza karar verirken, buna çalışırken nasıl bir yol izliyorsunuz?

Klişe konular iyi oldukları için klişeleşiyorlar. Onları bir de ben yazayım demiyorum. Belki ileride derim. Zaten onları ustalaştığımızda yazmalıyız. Ben anlatılmayanı anlatma veya anlatılanı farklı bir yerinden ele alma derdindeyim. Burada da aslında karşıt duruşum ortaya çıkıyor. Ne anlatacağıma bu kıstaslarla karar verdikten sonra nasıl anlatacağımı düşünüyorum. Her anlatının kendine has bir anlatım tekniği oluyor çünkü. Bazı anlatım usullerini çok seviyor olabiliriz ama anlatmak istediğimiz şeye uygun değilse başka bir yol bulmalıyız. Burada yapacağımız ilk şey anlatıcı seçimi. Anlatıcıyı seçtiğimizde zaten dili de seçmiş oluyoruz. Bu ikisinin arkasında ise bakış açımız yani üslubumuz var. Her yazar bakış açısında; yaşadığı coğrafyanın, okuduğu metinlerin, karakterinin, eğitiminin, mesleğinin, kısacası hayatının izlerini taşır ki bu sadece o kişiye özeldir ve benzersizdir. Bu yüzden nasıl anlattığım nesnellikten ziyade öznellikle ilgili. Bunu da tarif etmem mümkün değil. Tarif etmeye çalışsam da onu siz kendi bakış açınızla yorumlayacağınız için beyhude bir çaba olur. 


Kitap dışında, yazma sürecinize değinecek olursak… Yazı masasının başına geçmek önemli bir mesele. Nasıl başlıyor sizin süreciniz ve kendinizi yazma konusunda nasıl disipline ediyorsunuz?

Hayatın olağan akışı içerisinde yaşadığım her olaya veya kişiye, acaba öyküye dönüştürebilir miyim, gözüyle baktığım için sıklıkla aklıma yeni fikir geliyor. İlginç bulursam eğer üzerine uzun uzun düşünüp olgunlaştırıyorum. Çoğu zaman beni heyecanlandıran bir anlatıya dönüşüyor. Karakterini geliştirip hikayesini kafamda tamamlıyorum. Konuyla ilgili araştırma yapıyorum, kitap okuyup film izliyorum. Ardından kurgusunu düşünüyorum. İçime sinerse bilgisayara direkt yazmaya başlıyorum. Her gün düzenli yazma alışkanlığım yok. Bazen uzun saatler çalışıp bazen tamamen boş kaldığım günler oluyor ama o zamanlarda da zihnim üretmeye devam ediyor. Kendimi yazmaya ikna etmeye çalışmıyorum. Yazmayı hayal ettiğim hikâye zaten beni masaya oturtuyor. Sonrası yazmak, arada kalkıp hayata karışmak ve sonra tekrar masanın başına geçip kaldığın yerden devam etmek. 



PROVA MANKENİ

Zeynep Kahraman Füzün

Kutu Yayınları, 2025

Tür: Öykü

120 s.

Yorumlar


bottom of page