top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Ütopyalar da bitmez mücadele de!

"Dişi Adam’dan bugüne feminist ütopyalar farklılaşarak – ve hep bir öncekinin eleştirilerini de içererek- devam etti. Günümüzde ataerkil politik kültür, kapitalist üretim biçimleri sadece kadınları değil toplumun her kesimini, diğer cinsel kimlikleri de baskılamaya devam ediyor. Başka bir dünya inşa etmek için herkesin ütopyalarına daha fazla ihtiyacımız olduğu bir gerçek. Yeni bir dünya için ütopyalar ve umutlar da hep var."

İlke Kamar, ilk dönem feminist ütopyalardan günümüze, kadın yazınında alternatif dünya arayışlarını değerlendiriyor.




İlke Kamar

‘İdeal toplumun’ tasarlandığı ilk dönem feminist ütopya romanlarında ataerkil düzene karşı yeni bir yaşam kurgulandığını görürüz. Bu yeni yaşam biçiminde, kadınların özgürlüğünü sınırlayan siyasal, toplumsal kuralların dışında farklı bir zaman-mekân algısıyla karşı karşıyayızdır. Ütopyalarda, özellikle cinsiyet rollerini dışlayan umudun ve cesaretin korunduğu ‘yaşanabilir’ bir dünya kurgusu ön plandadır. He ne kadar ilk dönem feminist ütopyalarda “ırk-sınıf-cinsiyet” üçlüsüne ve toplumsal cinsiyet rollerine yeterince yer verilmediği eleştirilse de erkek egemen düzende kadının konumunu tartışan, kadınlara çizilen sınırları sorgulayan romanlar önemli bir mücadele alanı sunar.


İlk dönem feminist ütopya romanları daha çok toplumsal kurumlar ve kadının mülkiyet hakkının korunması üzerine odaklanır. Mary Griffith’in Üç Yüzyıl Ötede romanı, mülkiyet edinme hakkı üzerinedir. Mülk egemenliğini sorgulayarak kadının ekonomik yapılanmadaki rolünü irdeler. Bu anlamda Louisa May Alcott’un Emek adlı ütopyası ise, kadınların ekonomik özerkliğini ele alan önemli ütopya örnekleri arasında yer alır.


Bir başka ilgi çeken roman ise, Mary Howland’ın Babasının Kızı’dir. Roman, eşitlikçi bir toplum arayışında eğitimi mesele edinir. Kadının özgürleşmesinde eğitimin önemini vurgular.

Alice Jones, Ella Merchat’ın Benzerini Ortaya Çıkarmak ve May Bradley Lane'ın Mizroha: Bir Kehanet adlı ütopyaları ise savaşçı kadın mücadelesini gösteren romanlardan kabul edilir.


İdeal toplum düşü


Kadınların cinsiyet rollerinden özgürleştiği, etkin olduğu bir yaşamın temsil edildiği romanlar ise 19. Yüzyıl kültürel feminist kuramının etkisini taşır. Yazarlar, cinsiyet ilişkilerini çözümlerken ‘var olanı’ sorgulayan, yeni bir dil yaratmaya çalışır.1915’te yazılan feminist ütopya romanlardan dikkat çeken bir diğeri Charlotte Perkins Gilman'nın, Kadınlar Ülkesi’dir. Yazar ‘ideal toplum nasıl olmalı’ sorusuna cevap ararken kadınların oy verme hakkı, aile içi görevlerin yeniden düzenlenmesi gibi konular üzerinde durur ve erkeklerin yer almadığı, sınıfsız, barış içinde yaşayan bir toplumu tasarlayarak egemen yapıları sarsar.



İlk feminist üyopya yazarlarından Charlotte P. Gilman

Kadınlar Ülkesi’nde, cinsiyet ayrımcılığına yer yoktur. Yalnızca kadınlar ve kız çocukları burada yaşar. Çalışkan, eğitim düzeyi yüksek bir toplumda kadınlar bir çeşit eşeysiz üreme yoluyla çoğalır. Çocuk yetiştirme kolektif bir eylem biçimidir. Romanda aidiyet ve mülkiyet kavramı da dışlanır. Ortak soy ve tek bir aile gibi yaşam kurgusuna tanıklık ederiz bu romanda. Kadınların kurduğu işgücü ortaklığı da önemle vurgulanır.


20. Yüzyılın ikinci yarısındaki feminist ütopyaları ise, daha geniş konu kapsamıyla dikkat çeker. Örneğin toplumsal kurumların yeniden inşa edildiği ve önyargıların yıkılarak dışlandığı başka bir dünya kurgusu Ursulu Le Guin’in 1970’te yayımlanan Karanlığın Sol Eli kitabında konu edinilir. Feminist bilim kurgunun öne çıkan örneklerinden biri olan kitap, ‘kış’ adlı bir gezegende geçer. Yazar, toplumun ataerkil doğasına, kadının erkek tarafından ve doğanın toplum tarafından sömürülmesine de karşı çıkar. Kış’ın tüm sakinleri çift cinsiyetlidir. Cinsel kimliklerin değişken olduğu gezegende kişiler yılın belli bir döneminde erkek ya da kadın olur. Dolayısıyla annelik babalık rolleri de değişir. Birkaç çocuk doğurmuş bir ana daha sonra başka çocukların babası olabilir bu gezegende. Ancak bir gün gezegene uzaydan, erkek bir elçi gelmesiyle ilişkiler değişmeye başlar…


Dişi Adam romanı


Üzerine çok konuşulan, tartışma yaratan bir diğer roman ise Dişi Adam’dır. Bilim kurgunun “yeni dalgası” olarak adlandırılan Dişi Adam, Joanna Russ tarafından 1960’lı yılların sonuna doğru yazılsa da 1975 yılında yayımlandı. Bu açıdan önceki dönem Amerikan feminizmine bir yanıt olarak da görüldü. Belki de en önemlisi ‘geleneksel ütopya’ anlayışına karşı konumlanması oldu. Geleneksel ütopya anlayışı egemen ideolojiye eleştiri getirirken, genel olarak yine sabit bir toplum üzerinden yeni bir yaşam kurgular. İşte Joanna Russ’un ütopyası ise tüm bunların dışındadır. Daha yıkıcı, devrimci bir ütopya.


Romana dönecek olursak Dişi Adam’da, toplumsal mülkiyet ilişkilerinin yeniden düzenlendiği, ataerkilliği sorgulayan bir dünya kurgusu inşa edilir. Kadın varlığını bambaşka bir düzleme taşıyarak, alegoriler kurarak göstermeyi seçer Russ. Karakterlerin ve anlatıcının bilinç akışı konuşmalarının yer aldığı roman dokuz bölümden oluşur. Aynı zamanda her bölüm beş ile on yedi parçalı anlatımla sürdürülür. Romanın konusuyla ilgili net bir tanım yapmak güç. Çünkü kitabın bir konu çerçevesinde ilerlemediğini görürüz. Çizgisel bir anlatım da gerçekleşmez. Ve olaylar, olgular, karakterler sabit bir veri sunmaz bize.


Temelde cinsiyet ayrımı, cinsel roller, evlilik, ailenin kadın üzerinde yarattığı baskıya karşı bölümler halinde parçalı yapıları bir araya getiren bir teknikle anlatı oluşturur. Romanda dört karakter, üç gezegen ve dört farklı zaman dilimi kısa bölümler halinde karşımıza çıkar. Roman ilerledikçe beklenmedik olaylar ve parçalı zaman algısı, belirsiz alanlar bununla birlikte tanımlanmamış düşsel mekanlarla anlatımın sürekli dönüştüğünü görürüz.


Dünyadan bin yıl sonranın gezegeni


Dişi Adam’da zamansal-mekânsal bir bütünlüğün gözlenmediği bir alan olduğu da söylenebilir. Olaylar ve olgular birbirinden kopuk ilerler; yazarın anlatı ve dil kodlarını bozarak olanı biteni aktardığını görürüz. Kitabın dört temel karakteri Joanne, Janet, Jeannine ve Jael’dir. Janet Evason, Hoşvakit (Whileaway) gezegeninde yaşar. Yaşadığı zamandan bin yıl geriye Jeannine ‘nin yaşadığı dünyaya gelir ve tanışırlar. Büyük Buhran’ın etkileri devam etmektedir. İlerleyen zamanda Dişi Adam olacak Joanne ise New York’ta yaşamaktadır ve yıl 1969’dur. Jael ise geleceği yaşayan bir gezegendedir. Onun yaşadığı yerde Kadınlar ve Erkek Ülkesi olarak iki yer vardır ve birbirleriyle mücadele içindedirler. Kadınlar ve erkekler arasındaki bu savaşta her ne kadar erkekler gelişmiş teknolojileri sahip olsa da çocuk sahibi olamadıklarından Kadınların Ülkesi’ne ihtiyaç duyarlar. Ve kendi medeniyetlerini sürekli kılmak için bu ülkeden çocuk alırlar. Dişi Adam’da en dikkat çekici yer Hoşvakit’tir. Çünkü burası dünyadan bin yıl sonrasını temsil etmesiyle bir anlamda yazarın ütopyasıyla ilgili de ipuçları veriyor. Peki nasıl bir yer Hoşvakit? Bir veba Hoşvakit ’teki tüm erkekleri yok eder. Hal böyle olunca kadınlar başat duruma geçer ve yaşama dair tüm ilişkileri yeniden düzenlerler. Kitapta buradaki yaşamın betimlemesi günümüz kapitalist üretim biçimine bir eleştiri niteliği görünümündedir. Hoşvakit birçok açıdan kadın bedeni ve ruhu için ideal bir yerdir. Çünkü kendi varoluşlarını sınırsız yaşamaktadırlar. Ekolojik tarımın sürdüğü şehirlerin yer almadığı pastoral bir alandır burası. Haftada sadece on altı saat çalışılır Hoşvakitli’ler. Burada sömürü yoktur. Sınıfsız, statüsüz bir toplum tasarımıyla gerçekliğin kodlarını bozan bir anlatım sunulur. Dolayısıyla yazar, liberal feminist kurama karşı bir tavır geliştirir. Erkeğin gücüyle inşa edilen sistemin dışında üretimin gerçekleştiği bir dünyada kadın emeği üzerine yeniden düşünmeye teşvik ediyor okuyucuyu diyebiliriz. Romanın karakteri Joanna, ‘gerçek dünyadan’, ataerkil düzenden yakındığı bir bölümde şöyle der: “Erkekler başarıya ulaşır. Kadınlar evlenir. Erkekler başarısız olur. Kadınlar evlenir. Erkekler manastırlara kapanır. Kadınlar evlenir. Erkekler savaşları başlatır. Kadınlar evlenir. Erkekler savaşları bitirir. Kadınlar evlenir. Sıkıcı, sıkıcı…”


Romanın parçalanmış anlatısı, zaman zaman hangi bölümde hangi karakterin konuştuğunu anlamamızı da güçleştirir. Aynı zamanda karakterlerin hangi zamanda ve mekânda karşımıza çıkacağı da belirsizdir. Jeannine bir gün Hoşvakit dışında bir yerden kendi dünyasından seslenir bize. Ve düşten uyanır: “Yıkaması gereken bulaşıklar, pencere eşliklerindeki kurum, ovalanmayı bekleyen ıslatılmış kaplar, radyatörün altına konması gereken bir tabak, tüm hafta akarsa diye (su sızdırıyor). Ah. Off. Pencereler öyle kalıversin, gerçi Cal pislik sevmiyor. Şu iğrenç tuvalet temizleme işi, mobilyaların tozunun alınması. Ütülenecek giysiler. Ne zaman bir şeyi düzeltse bir başkası düşüyor.”

Roman bedenler üzerindeki ataerkil kontrolü sarsma, tahakkümün ötesine geçmek için parodik bir yöntemle feminist hareketi yeniden tesis ediyor.

Yazarın eril düzenin tahakküm ilişkisini sorguladığı konumlar dışında bedenin cinsiyetleştirilmesine tepkisi, karakterlerden Joananın erkeğe dönüşümüyle daha da artar. Hegemonik yapıya karşı alt üst edici tavrı erkeğe dönüşen karakterde daha net görürüz. Anlatıdaki belirsizlik kahramanın dönüşümünde de aynı şekilde devam eder. Bedene çizilen sınırları erkeğe dönüşen beden üzerinden tartıştığını söyleyebiliriz yazarın:

“Kafamın içi bataklık gibi. Fazlasıyla çürümüş ve felaket derecede uçmuş. Ben bir kadınım. Bir kadın beyni taşıyan bir kadın. Kadın hastalığı olan bir kadın. Her şeyi meydanda bir kadınım, süssüz, sade, engerek yılanı gibi, Tanrı bana ve size yardım etsin. Sonra erkeğe dönüştüm. Bu daha yavaş ve daha az dramatik oldu. Sanırım dışlanmış biriyseniz, acısını çekmeniz gereken bilgiyle ilgili bir şeydi bu-acı çekmek demek istiyorum; demek istediğim katlanmak ya da sarf etmek ya da tahammül etmek ya da kullanmak ya da keyfini çıkarmak ya da kataloglamak ya da dosyalamak ya da eğlenmek ya da mülkiyetine geçirmek ya da sahip olmak değil”.


Roman bedenler üzerindeki ataerkil kontrolü sarsma, tahakkümün ötesine geçmek için parodik bir yöntemle feminist hareketi yeniden tesis ediyor diyebiliriz. Jeannine, Joanna, Jael ve Janet karakterlerinin deneyimleri üzerinden eril tahakkümün farklı yüzünü tecrübe etmemizi sağlıyor.


Dişi Adam’dan bugüne feminist ütopyalar farklılaşarak – ve hep bir öncekinin eleştirilerini de içererek- devam etti. Günümüzde ataerkil politik kültür, kapitalist üretim biçimleri sadece kadınları değil toplumun her kesimini, diğer cinsel kimlikleri de baskılamaya devam ediyor. Başka bir dünya inşa etmek için herkesin ütopyalarına daha fazla ihtiyacımız olduğu bir gerçek. Yeni bir dünya için ütopyalar ve umutlar da hep var.




Kadınlar Ülkesi, Charlotte Perkins Gilman, Çeviren: Seher Özbay, Otonom Yayıncılık, 2007

Karanlığın Sol Eli, Ursula K. Le Guin, Çeviren: Ümit Altuğ, Ayrıntı Yayınları, 2019

Dişi Adam, Joanna Russ, Çeviren: Çiçek Öztek, Ayrıntı Yayınları, 2001









bottom of page