top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Kim deli, kim değil?

Yazarın fotoğrafı: Burcu KarakoçBurcu Karakoç

Burcu Karakoç, Andrew Scull’un psikiyatri ve deliliğin tarihini ele aldığı kitabı, Uygarlık ve Delilik üzerine yazdı.



Delilik, akıl hastalığı ve delilikle ilişkilendirilen birçok rahatsızlık; bugün bile ürkütücü çağrışımları olan insanda belki korku, çaresizlik ve acıma duyguları uyandıran bir durum gibi görünüyor. Andrew Scull’un psikiyatri ve deliliğin tarihini ele aldığı “Uygarlık ve Delilik” bende de benzer duygu durumlarını oluşturmakla birlikte kitap boyunca hissettiğim temel duygu çaresizlik oldu. Bu çaresizlik hissine deli olduğu düşünülen kişilere sunulan yaşam koşullarının, uygulanan tedavilerin, toplumun ve yönetimlerin deliliğe ve psikolojik rahatsızlıklara bakışının şevkatsizliği ve acımasızlığı neden oldu.


Tarihi süreçte akıl hastalıklarının tedavi yöntemlerinin dönem koşulları göz önünde bulundurulsa da etik tartışmaları ve insan hakları gibi temel meseleleri gündeme getirdiği aşikârdır. Akıl, irade, tercih, kontrol gibi kavramların devre dışı olduğu kişilere toplum sağlığını korumak adına uygulananların insan onuruyla örtüşmediğini “Uygarlık ve Delilik” aracılığıyla bir kez daha görüyoruz.


Deliliğin kimi inanç sistemlerinde günahla ilişkilendirilmesi ve bir ceza algısının oluşması bilinçdışında deliliği aşağılayıcı bir zihin terminolojisine yerleştiriyor olabilir. Deliliğin insanlığın bilinçdışındaki bu köklü yeri, deliliğe o negatif bakışın değişmesini uzun süre engellemişe benziyor.


Andrew Scull; “Uygarlık ve Delilik”te dini kaynaklardan bilimsel çevrelere, gündelik yaşamdan kültür sanat ortamına kadar deliliğin nasıl yer aldığını, hangi süreçlerden ne şekilde geçtiğini yaptığı etraflı araştırma ve çalışmalarla ortaya koyuyor. Kronolojik bir biçimde ilerleyen Scull; Antik Çağ’dan bugüne akıl hastalıklarının farklı kültür ve ülkelerdeki durumunu ele alırken tıp biliminin gelişimine, farklı şifa yöntemlerine, psikiyatrinin tıp dünyasındaki konumuna, cadılık ve hurafelerin delilikle ilişkilendirilmesine de değiniyor.


Dönemin politik, ekonomik ve sosyokültürel ortamının delilikle ve psikiyatriyle ilişkisi ise süreç hakkında önemli veriler sunuyor. Akıl hastanelerinin kurulması, yaygınlaşması ve kurumsallaşması politik ve ekonomik mevcut durumla doğrudan ilişkili. Başlangıçta bu kurumlar; akıl hastası kimselerin ailelerinin, çevrelerinin ve toplumun can güvenliğini sağlamada, ailelerinin maddi manevi yükünü azaltmada iç rahatlatıcı bir çözüm gibi görünmüş. Bu kurumlara kimler yerleştirilecek? Kim deli, kim değil? Akıl hastalıklarının sınıflandırılması nasıl ve hangi ölçütlere göre yapılacak? Mevcut tıp literatürü bu sınıflandırmayı yapabilecek mi? Bu kurumlarda uygulanacak tedavi yöntemleri nasıl belirlenecek? Peki, tedavi yöntemlerinin sonuçları ne olacak? Bu soruların cevapları (kitaptan anladığımız kadarıyla) etraflıca sorgulanmadan pek çok ülkede sayısı hızla artan akıl hastaneleri; şiddetin yaygınlaştığı, hijyenin göz ardı edildiği büyük trajedilerin ve insanlık dışı uygulamaların mekânına dönüşmüş. İngiltere’deki Bedlam Akıl Hastanesi bu durumun en bilinen acı örneği.


Dünyanın pek çok yerinde delilik yaftası ve tımarhaneye kapatılma, zamanla iktidarların kontrol mekanizmasını güçlendiren bir araç haline gelmiş. Ekonomik ve siyasi güç sahibi yöneticiler, büyük kitlelere dönüşen akıl hastalarının yanı sıra hafif düzeyde rahatsızlığı olan hastaları ya da delilik emaresi göstermeyen ama kendileri için tehdit oluşturacağını düşündükleri kişileri de kapatarak iktidarlarını perçinlemiş.


Delilik, tımarhaneler, akıl hastanelerinde yaşananlar; edebiyatı, sinemayı, tiyatroyu, operayı hem içerik noktasında epeyce meşgul etmiş hem de hastaların hastane koşullarını ve kendi zihin dünyalarını yansıtan duygusal bir dayanak olmuş. Gazetelere yazılan mektuplardaki şiirler, gotik hikâyelerde delilik tasvirleri, Albrecht Dürer’in ilk gravürlerinden birine yansıyan frengili adam vigürü, operalardaki dekorlar, Van Gogh ‘un “The Ward in the Hospital at Arles” tablosu gibi pek çok örnek; “Uygarlık ve Delilik”te yer alıyor. 20. yüzyılda ortaya çıkan sanat akımı dışavurumculuğun da delilik tarihinden etkilendiğini söylemek yanlış olmasa gerek.

Andrew Scull; fotoğrafları sıkça kullandığı on iki bölümden oluşan bu çalışmasında Freud ve psikanalize de geniş yer veriyor. Dönemin tıp anlayışı ve psikiyatristlerinin Freud’a ve psikanalize bakışı, bugün bile devam eden tartışmalar, Freud’un tedavi yaklaşımının o günkü evrendeki karşılığı ya da kimi çevrelerce karşılık bulamaması, farklı şifa yöntem ve kaynak arayışı “Uygarlık ve Delilik”in dikkat çekici noktaları.


 ABD’nin psikiyatrideki belirleyici rolü, bugün gelinen noktada psikolojik rahatsızlıkların tanımı ve gruplandırılması, ilaç endüstrisinin ortaya çıkışı ve bugüne yansımaları, ilaç şirketleriyle tedavi yöntemlerinin ilişkisi, akıl hastalıklarıyla ilgili bilimsel tartışmalar; yazarın ele aldığı çarpıcı başlıklar olarak karşımıza çıkıyor.


Psikiyatrinin tarihi ( ve bugünü) pek çok tartışma ve fikir ayrılıklarıyla doluyken bugünkü psikolojik tedavilerin sosyal medya merkezli yaygınlığı ve cesareti (alanın nitelikli uzmanları dışında) kapitalizmle doğrudan ilişkisini ortaya koyduğunu düşündürüyor. 


UYGARLIK VE DELİLİK

Andrew Scull

Yapı Kredi Yayınları, 2016

Çeviri: Nurettin Elhüseyni

Tür: Psikoloji

411 s.

Comments


bottom of page