top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Yaratıcılık Ritüelleri 13 / Ercan y Yılmaz: "Yazarken gölgemden bile rahatsız oluyorum."

"Yoğun çalışmalardan arttırdığım zamanı yazmaya ayırmak zorunda olduğumdan H. G. Wells’in Duvardaki Kapı’sı gibi nerede ve ne zaman açılacağı belli olmayan o boşlukta yazdım/yazıyorum/yazacağım. Tercihlere gelince kalp atışımdan, gölgemden bile rahatsız oluyorum yazarken ve mümkün olacaksa sıfır ses, sıfır gölge, penceresiz, dümdüz duvar, desensiz bir masa, rahat bir koltuk ve mat bir ekran tercihimdir. Hiçbir zaman hepsini bir arada bulamadım tabii.

Artık bulmayı hayal dahi etmiyorum."

Yazarların yazma deneyimlerine odaklanan Yaratıcılık Ritüelleri'nde Semrin Şahin bu hafta Ercan y Yılmaz'ı ağırlıyor.




 

Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an”a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?

Bu şık soruya direkt “yazma ritüelim yok” deyip geçmek haksızlık olacağından neden olmadığını ya da ritüellerin yerine ne olduğunu anlatmaya çalışacağım. Çocuklukla yazmaya başlamış ve hayatının her aşamasında yoğun çalışmış biriyim. Çok farklı işler tabii; yoğurtçu, bakkal, inşaat işçisi, öğretmen ve yayıncı. Yoğun çalışmalardan arttırdığım zamanı yazmaya ayırmak zorunda olduğumdan H. G. Wells’in Duvardaki Kapı’sı gibi nerede ve ne zaman açılacağı belli olmayan o boşlukta yazdım/yazıyorum/yazacağım. Tercihlere gelince kalp atışımdan, gölgemden bile rahatsız oluyorum yazarken ve mümkün olacaksa sıfır ses, sıfır gölge, penceresiz, dümdüz duvar, desensiz bir masa, rahat bir koltuk ve mat bir ekran tercihimdir. Hiçbir zaman hepsini bir arada bulamadım tabii. Artık bulmayı hayal dahi etmiyorum.


Ama şu her romanımda hemen hemen her öykümde hatta bazen de şiir ve denemelerimde olmuştur. Metnin resmini yapmak. Acayip kötü bu çizimler kafamdaki metnin (türü neyse artık) sıkıştırılmış hâlidir. Metin bitene kadar bu resimlerden faydalanırım. Altı Üstü İstanbul romanı için yaptığım çizimler polis aramasında bana bayağı sıkıntı yaratmıştı. Üç dört polis bu çizimler çözmek için içinde bulunduğum otobüsü bir buçuk saat Kars çıkışında bekletmişti. O kadar ki hiçbir şey anlaşılmıyor ya da çok şey anlatıyor bu çizimler. Bakana göre…


Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?

Benim geniş bir semender takı koleksiyonum var. Yüzük, broş, kolye, iğne, anahtarlıklardan oluşan bir koleksiyon. Birkaç taşınmadan sonra koleksiyon azalmışsa da hâlâ hatırı sayılır miktardadır. Bunun yanında yirmi civarında mineral ve başkalaşım içeren taş koleksiyonum var. Bunların yazmama hizmet etmesini ya da bana bir başlangıç ışıltı sağlamalarını istemezdim doğrusu. Kaldı ki yazmak için ilham vermektense “Abi yaz yaz, nereye kadar” deyip dikkatimi dağıtmaları daha olası.

 

Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?

Üç “evet”le uğurlayacağım dört parçalı bir soru bu. Sorunun “nasıl”ı barındıran kısmını da kısaca şöyle yanıtlayabilirim: Yazarak.

 

Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?

Henüz yazmaya başlamadığım dönem de yazar olmak istiyordum, on altı kitaptan sonra da aynı isteği sürdürüyorum. Bu histe değişen bir şey yok. Ama kalbin ya da ruhun barındırdığı tüm duygularda değişiklik oldu. Bu kaçınılmaz zaten. Sonuçta zaman diye bir şey var. En büyük şansım yazıp biriktirmek olduğunu söyleyebilirim ama ilk kitabım henüz yirmiyi görmeden yayımlanabilecekken ısrarla otuz sonrasını bekledim. Böyle olunca kitaplar birikti ve otuzlu yaşlarımın gözleriyle tekrar yazmış oldum kitapları. Bekleyerek ve tekrar tekrar yazarak yani…

 

Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?

Sınavlar için öyle tavsiyeler alırdık. Sabah zihinler açıktır, ders çalışın gibi. Ah şu lanet olası ÖYSM! Yazmak için bana şimdilerde sadece gece kalıyor. Sabahtan akşama babayım çünkü. Profesyonel babalık yapıyorum. Bunu yaparken başka bir iş yapmıyorum yani. Ne zaman ki beyefendiyi yatırdık işte o zaman yazmaya fırsatım olabiliyor.

Şimdilerde kitaplığımdan çok uzağım ama öncesinde başucumda Proust, Beckett, Pessoa, Hulki Aktunç, İlhan Berk, Turgut Uyar, John Donne, Fowles mutlaka olurdu. Yazarken değil yaşarken elimin altında olanlar bunlar. Yoksa yazarken gölgemden bile nefret ediyorum.

 

Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo, öykü, şiir, beste vs…)  var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?

Ben bu soruda bir ömür geçirebilirim. Ama yine de yetmeyebilir. Özet geçeyim o zaman. Beckett’in Adlandırılamayan’ını, İsahag Uygar Eskiciyan’ın Zift’ini keşke ben yaratmış olsaydım. İkisini de anlamla verdikleri mücadeleden seviyorum.

bottom of page