Yaratıcılık Ritüelleri 58 Sıddık Akbayır: "Her yeni bir proje için öncelikle yolculuğa çıkarım."
- Semrin Şahin

- 10 Eyl
- 3 dakikada okunur
"Dağınık çağrışımlar ve yeni öğrenme izleri, her seferinde defterlerimdeki metinlere yeniden bakmama sebep oldu, yazı ve zaman arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmeye çağırdı."
Edebiyatçıların yazma deneyimlerine odaklanan Yaratıcılık Ritüelleri'nde Semrin Şahin'in bu haftaki konuğu Sıddık Akbayır.

Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?
Üç şey olmadan yazmaya başlayamam: Ahşap rengi kurşunkalem, silgi ve açacak. Sonra kâğıdın sesi, kokusu… Güzel defterler, özenli ajandalar… Demli çay elbette… Bunlar olmadan yazamam. Daha doğrusu karalamalarımı temize çekemem. Her yıl birkaç defter doldurur, epeyce kalem tüketirim. Bilgisayar, en son aşama…
Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?
Yaratım tıkanması, yaşanabilecek en doğal bir durum… Böyle bir durumda ilkin çalışma konumu, uğraşımı değiştiririm. Başka bir işle yoğunlaşırım. Dergi yazısı mı yazıyorum, bırakır kent kültürüyle uğraşırım. Bir portre mi yazıyorum, bırakır dil öğretimi notlarıma dönerim.
Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?
Hayatın her insana sunduğu bir armağan ya da armağanlar vardır. Kendi adıma belki de en büyük şansım, hayatın bana sunduğu armağan; ekmeğimi okuyarak, yazarak, konuşarak kazanamam diyebilirim. Otuz dört yıllık meslek hayatımda, bu üç eylemle yaşadım. Bu süreçte sadece yazınsal metinler kaleme almadım.
Akademik-kuramsal kitaplar; portre-biyografi-karşılaştırma kitapları; öyküler, -dergilerde kesit kesit yayımlansa da henüz kitaplaşmamış- romanlar, senaryolar… Hayatım bu uğraşlarla geçti, geçmekte…
Yaratıcı çalışmalar yaparken genel anlamda belirgin bir engelle karşılaşmadım. Çalışmalarımı, yaklaşık on beş yıl hiçbir yerde yayımlatmadım. Şimdiye dek yayımlanmış otuz kitabımdan hiçbirini koltuğumun altına alıp herhangi bir yayınevine götürmedim, göndermedim. Birileri yayımlamak istediğinde oturup konuştuk sadece. Şanslarımdan biri de İstanbul’da yayın dünyasının içinde yer alan; birçoğuyla yüz yüze bile gelemediğim, kapısı şiire, sanata, dergiye açılan dost odalarındaki arkadaşlarımdı. Sözgelimi, Metin Üstündağ olmasaydı OT dergisinde belki de yazmayacaktım.
Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?
Eskitilmiş kitaplardan, dergilerden altı çizilen, yanına not düşülen satırlarla, özenle saklanmış dergi-gazete kesikleriyle dolu defterlerim, kitaplığımın uzak bir rafında, yıllarca kendi serüvenini beklerken sanki her şey daha güzeldi.
Dağınık çağrışımlar ve yeni öğrenme izleri, her seferinde bu defterlerdeki metinlere yeniden bakmama sebep oldu, yazı ve zaman arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmeye çağırdı. Ayrı ayrı nedenlerle farklı zamanlarda yazılan metinleri, şimdiki zaman bilgisi ve bilinciyle yeniden ele alıp ‘yayımlansın’ dediğimde aynı heyecanı duyamadım.
Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?
Her yeni bir proje için öncelikle yolculuğa çıkarım. Otobüs, tren koltukları, yazma rutinim için olmazsa olmazdır. Ardından otel odaları ve tenha çay ocakları gelir.
Yazarken elimin altında tuttuğum kitaplar, daha çok ve öncelikle yazdığım konuyla ilgilidir. Sözgelimi, bu soruları yanıtlarken masamın üzerinde koku ile ilgili kitaplar, dergiler var. Çünkü “Ankara’nın Gezgin Kokuları” üzerine bir metin yazıyorum.
Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo, öykü, şiir, beste vs…) var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını yazmak isterdim. Çünkü Türkçenin en uzun şiirlerinden Tutunamayanlar, biraz da Ece Ayhan’ın “Sizde eski harf bir Kalp Ağrısı bulunur mu?” dizesine benzer. Çünkü uyku tutmayan gecelerde ay ışığı olup sokaklara dökülen 2000 kuşağı delikanlılarına yastık olan Tutunamayanlar, biraz da ‘Oğuz Atay bilmeyen adama âşık olunmaz.’ diyen kızların alnına biriken Selim Işık kuşlarıdır.













































Yorumlar