top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Yaratıcılık Ritüelleri 14 / Neslihan Önderoğlu: “Yazı kendini dayatır. Sizin onu arayıp bulmanıza gerek yok.”

”Bir yazar hayatına eğer bir disiplini sokmak istiyorsa düzenli yazmaya kendini zorlamaktan çok daha öncelikli olarak düzenli ve çok okumayı disiplin haline getirmeli. Okumadan yazılmaz. Bu imkânsız.”

Edebiyatçıların yazma deneyimlerine odaklanan Yaratıcılık Ritüelleri’ne Semrin Şahin bu hafta Neslihan Önderoğlu’nu ağırlıyor.



Yaratıcı sanatlarda akışta kalmanın, kendimizi yaratma anının içinde tutarak, sürüklenmeden kalabilmenin ne kadar zor olduğu bilinen bir gerçek. Bizi “an” a döndürecek bazı küçük totemler, seremoniler, bazı ritüellerin olmasının yaptığımız çalışma üzerinde odağımızı canlı tuttuğuna dair çalışmalar mevcut. Bu anlamda birçok yazarın günlük yazma alışkanlıkları olduğunu da biliyoruz. Yazmaya başlamadan önce yaptığınız ritüeller var mı?

Yazmaya başlamadan önce yaptığım hiçbir şey yok. Eğer o anda aklımda bir fikir belirmiş ve onu kâğıda dökmeye niyet etmişsem ve kendi koşullarımda, evimde değilsem yapabileceğim tek şey olabildiğince yalnız kalabileceğim bir ortam bulmak olur. Bu her zaman mümkün olmayacağı için, örneğin araba kullanırken telefona ses kaydı yaparım. 


Dr. Seuss olarak bilinen yazar ve illüstratör Theodor Seuss Geisel, geniş bir şapka koleksiyonuna sahiptir. İlham gelmediğinde, dolabının başına gider, koleksiyonundan seçtiği bir şapkayı takar ve fikir bulmayı beklermiş. Ne hikmetse mutlaka parlak bir fikirle şapkayı başından çıkarırmış. Siz yaratım tıkanması yaşıyor musunuz ve bu tıkanmayı aşmak için neler yapıyorsunuz?

Benim öyle tıkanma diye tanımlayabileceğim bir dönemim olmadı hiç. Sonuçta yazmak bir ödev, bir iş değil ki kendimi ille de yazmak zorunda hissedeyim ve yazamadığım zaman endişelenip yahut paniğe kapılıp bunu aşmanın yollarını arayayım. Kimse benden bir şey yazmamı beklemiyor, ben kendi keyfime göre yazıyorum. Öncelikle kendimi tatmin etmeli yazdığım şey. O halde bunun bir frekansı, zamanı, zemini olamaz, olmamalı. Yazı kendini dayatır zaten. Sizin onu arayıp bulmanıza gerek yok. 


Yaratıcı çalışmalar yaparken hiç engellerle (iş ortamı, zamansal sorunlar, yazdıklarınızın görünür olmaması gibi engellerle) karşılaştınız mı? Bu engellerle nasıl mücadele ettiniz? Tam aksine sizi destekleyen ve yolunuzu açan kişiler oldu mu?

Ben bu tür zorluklarla karşılaştığımı söyleyemem çünkü yazmaya geç başlamış biriyim. Yapı olarak mükemmeliyetçi olduğum için ben öyle üç, beş karpuzu aynı anda koltuğunun altında taşıyabilen insanlardan değilim. Hem beyaz yakalı olarak çalışıp hem iki çocuğa annelik yapıp diğer yandan da yazmak benim başa çıkabileceğim bir şey değildi. Bir de yalnızlığı tercih eden biriyim yazmak ve okumak için. Bu koşulların hayatımda oluşabilmesi için kırklı yaşların başını beklemem gerekti. Ama hayatımın en yoğun, en çetrefilli dönemleri de dahil, okumak için her daim zaman yarattım. Çok iyi bir okur olduğumu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Bir yazar hayatına eğer bir disiplini sokmak istiyorsa düzenli yazmaya kendini zorlamaktan çok daha öncelikli olarak düzenli ve çok okumayı disiplin haline getirmeli. Okumadan yazılmaz. Bu imkânsız.


Yazmaya başladığınız dönemdeki duygularınızla şimdi hissettikleriniz aynı mı? Bu süreçte yazarlığınızda nasıl yol aldınız?

Hemen hemen aynı diyebilirim. Yazıya karşı içimde hep aşka benzer bir heyecan var. Ne zamanki o biter artık yazamam ya da yazdıklarım okurun önüne çıkarabileceğim şeyler olamaz diye düşünüyorum. Aynı şekilde iyi bir öykü, roman, şiir okuduğumda da çok heyecanlanır, hatta bazen o yürek taşmasıyla yerimde duramaz olur, evin içinde kendi kendime çığlık atarım. Coşku ve haz. Hemen paylaşmak, diğer insanları da böyle bir şeyden haberdar etmek isterim. Eğer çok uzun değilse fotoğrafını çekip yazar veya edebiyatla ilgili arkadaşlarıma gönderirim. Yazmaya başladığımdan bugüne yazarlığımda nasıl yol aldığım konusunda kendimi değerlendirmem küstahlık olur belki ama ben kendi adıma yolumdan memnunum. Çünkü bir hedef yok ortada yolun kendisi var. 


Yazar Julia Cameron “Sanatçının Yolu” adlı kitabında yazarların güçlerini toplamaları için sabah sayfalarından söz eder. Sabah uyanır uyanmaz yazmayı tavsiye eder. Siz sabah mı yoksa gece mi yazıyorsunuz? Yazma rutininiz nedir? Yazarken elinizin altında tuttuğunuz kitaplar var mı?

Bir yerde okumuştum, insanlar ikiye ayrılırmış. Erken yatan ve erken kalkan “tavuklar” ve geç yatıp geç kalkan “baykuşlar”. Ben kesinlikle müzmin bir baykuşum. Geceyi çok seviyorum. Yaratıcılığım geceleri ortaya çıkıyor. Öyle eline dizüstü bilgisayarını alıp bir kafeye oturup kalabalıkta bir şeyler yazabilecek bir insan değilim. Yazarken bir münzeviyim. Yalnız ve sessiz bir ortamda olmalıyım. Müzik bile dikkatimi dağıtabilir. Bol çay ve midem izin verdiği kadar kahve tüketirim. Yazarken elimin altında tuttuğum kitap yok ama başucu kitabı dediğimiz bazı yazarlar var. Döner döner okurum onları. Haydi birini söyleyeyim çünkü onu tanımayan edebiyat severlerin adına vefa borcum var. Selçuk Baran. Cortazar’ı da anmadan geçmeyeceğim.


Ben yaratmış olsaydım dediğiniz bir yapıt (tablo , öykü, şiir, beste vs…)  var mı? Nedeniyle birlikte bu yapıtın sizin için anlamını açıklar mısınız?

Bu soruyu bir ressamın adını vererek yanıtlayacağım. Edward Hopper. Onun bütün tabloları bir öyküdür benim için. Zamanın o anda düğmeye basılmış gibi donduğu hikâye parçaları. Nitekim sinematografik olarak da bir cazibesi var ki pek çok tablosu filmlerde de yeniden yaratılmıştır. Onun resimlerinin öykü olarak karşılığını da Raymond Carver, John Cheever gibi yazarlarda görüyorum.

bottom of page