Bu düşüşlere bir ad verelim!
Nagihan Kahraman, Aynur Kulak’ın on yedi yıl sonra çıkan ikinci kitabı, Adı Olmayan İkinci Öykü üzerine yazdı: "Aynur Kulak, birbirine bir ağla bağlanmış gibi olan bu öykülerde aileye de odaklanıyor. Aile seçilebilen değil içine doğulan canlı bir varlık."
Bu yazının adını koymakta çok zorlandım, çünkü bahsedeceğim öykü kitabındaki öykülerin adı yok. Aslında var elbette ama biz bunu okudukça öğreneceğiz, yavaş yavaş… Öykülerden biri adını vermiş esere: Adı Olmayan İkinci Öykü. Bu eser, Aynur Kulak’ın ikinci kitabı. 2005 yılında İnkılâp Yayınları tarafından yayımlanan Günlerden Bir Gün adlı romanından sonra geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları etiketi ile raflarda yerini aldı. Aradan geçen on yedi yılda kitap inceleme yazıları ve yazar söyleşileri ile çeşitli dergilerde ve internet sitelerinde aktifti yazar. Kendisini bu yazılarından tanıyan okurları için öyküleri ile de karşılaşmak bu yüzden şüphesiz büyük sürpriz!

Adı Olmayan İkinci Öykü, toplam dokuz öyküden oluşuyor. Hepsi birbiriyle örüntülü; sanki birbirinin devamı gibi. Fakat tek başlarına okunmaya da müsaitler, kendi içinde bütünlüğü var hepsinin. İlk öykü “Adı Olmayan İlk Öykü” ile ana karakterin dünyasına giriyoruz. Sonrasında da zaten bu bildiğimiz dünyadan hareketle devam ediyor öyküler. Anne, baba, büyük ve küçük abla, anneanne gibi aile fertleriyle bir aradalığın ama aynı zamanda birbirlerinden de bir o kadar farklı olmanın verdiği sıkıntı içimizi kaplıyor. Böylece ilk “düşüş”ü orada gerçekleşiyor karakterin. Bu gerçekten bir düşüş ancak soyut düşüşlerle devam edecek sonraki yıllarda öyküler. Baştan sona kadar adı olmayan dört öykü görüyoruz, aralarda “adları olan” başka öyküler de var fakat herbirinin ismi oldukça belirsiz; kendilerini açık etmeyen öyküler. Yazar tarafından özellikle seçilmişler adeta. “Karşılaştırmalı Hayal Kırıklıkları”, “Olma Yolunda Vaatler”, “Değillemeler Eşliğinde” gibi… Hikâyeler geçiyor, düşmeler devam ediyorken bir yandan da geçmişten günümüze doğru akıyor zaman. Lineer bir zaman akışından bahsetmek mümkün değil, ekseriyetle dağınık bir zaman bu ve sıçramalarla ilerliyoruz kitap boyunca. Tam da öykülerdeki gibi düşe kalka…
Yazar düşmeyi bir metafor olarak kullanmış hemen hemen her öyküde. Bu kavram etrafında okurla derin bir sohbete giriyor tâ kitabın başında. Sonunda da yine okurla birlikte cevap bulmaya çalışıyor sorulara, onu da dahil ediyor düşmelerine. İlk defa yakan top oynarken başlayan düşme hâli önündeki yıllar boyunca devam edecek ve biz öykülerde bunu ararken yıllar geçip gidecek, hep olduğu gibi. Şöyle diyor öyküde bu yüzden:
“O gece günlüğüme şunları yazacaktım: ‘Yol boyunca düştüm. Düşmeyi çok seven birinin öyküsünü günü geldiğinde yazabilmek için.’”(s.29)
