top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Acı yüklü geçmişi gerçeğin kibrine kapılmadan dile getirmek

Yeşim Günay, Oylum Yılmaz’ın son çıkan romanı Ağaçların Rüyası üzerine yazdı: "Romanında yazar, acı yüklü geçmişi gerçeğin kibrine kapılmadan dile getirmiş. Meseleyi olası varsayımlarıyla sorgulatmış okura. Geçmişi, ağaçların zaman akışıyla vermiş."


Yeşim Günay



Oylum Yılmaz’ın son romanı “Ağaçların Rüyası,” sadece ülke tarihimizin değil, dünya tarihindeki bir gerçekliğe dikkat çekiyor; geleceğimiz olan çocuklarımıza. Savaş yok edip yeniden var etmektir. Sonucunda ölüm vardır ve de korunmasız kalan çocuklar. 


Zihnimizi tazeleyelim; Osmanlı İmparatorluğu’nun şaşalı ve çöküş yılları ve geniş sınırları içinde barındırdığı etnik yapıyı düşünelim. Bildiğimiz ama konuşmadığımız; ötekileştirdiğimiz bizi, bizden olanı. Kısaca hatırlatayım: Birinci Dünya Savaşı sürecindeki gelişmeler sonucunda 1903’te açılan yetimhane, altmış bir yıl sonra ani bir kararla 1964’de kapanır. Sebep olan şey mühimdir; Kıbrıslı Türkler, Rum çeteleri tarafından katledilmiştir. 1930’da imzalanan Türkiye-Yunanistan Dostluk Antlaşması hiçe sayılarak yeni kararlar alınıp uygulanır. Büyükada’daki Rum Yetimhanesi de bu kararlar kapsamındadır. Karar kesindir. Mühürlenir kapısı yetimhanenin. Aradan seneler geçer. Toplumun konuşmaktan kaçındığı, yer yer inkâr ettiği gerçek tüm heybetiyle olduğu yerdedir. Ergenliğe henüz adım atmış adalı iki kız arkadaşın zihninden yaşatıyor yetimhanenin kapatıldığı o günün öncesini O. Yılmaz. 


Eser bütünüyle alışılmışın ötesinde, farklı bir işleyişte kaleme alınmış. Bölüm başlıkları ve alıntılarıyla klasik anlatının ötesinde farklı bir edebi türü işaret ediyor. Epigraflar okura bir dünya sunmakla kalmayıp yer yer vaatte de bulunuyor. Okurun zihninde bilinçli bir şekilde ilerliyor. Önce fikri sunuyor, ardından zihni yavaş yavaş açıyor. Peşi sıra gelen cümlelerle sunduğu fikri sorgulatıyor ve tekrar açıklıyor. Bu açıklamanın doruğundan ani bir inişle anlatı temposunu sadeleştirerek okuru klasik anlatıya çekiyor. Tam anlamıyla bireyin hayal kurarken birden gerçek dünyaya geçmesi gibi. Bu geçiş sadece zihni uyarmıyor, aynı zamanda merak unsurunu da ortaya çıkarıyor. Ustaca yapılan geçişler, okuru düşündürürken mevzunun merkezine çekiyor. Bu bağlamda, yazarın toplumsal meselelere getirdiği özgün bakış açısı, okuyucunun romanın içine daha derinlemesine girmesini sağlıyor. 


Oylum Yılmaz ne istediğini bilen bilinçli bir yazar, geçmişin görsel hafızasıyla ilişkilendirdiği mekân ve anlatı tercihi tamamen bilimsel.

Oylum Yılmaz ne istediğini bilen bilinçli bir yazar, geçmişin görsel hafızasıyla ilişkilendirdiği mekân ve anlatı tercihi tamamen bilimsel. İki kız arkadaşın diyaloğu zıtlıklarla dolu. Yetimhanenin kapatılmasına sebep olan o şey günümüzde de birçok zıtlıkları kendi içinde boyutlandırdı. Bu bağlamda romanın meselesi büyük bir titizlikle işlenmiş. İnce detaylara kadar inilmiş. Bölümler kendi içindeki felsefeyi açarak ana konuya ulaşıyor. Her cümle okuru düşündürmek için özenle seçilmiş. Derinlikli eşsiz cümleleriyle okuru nereden yakalayacağını biliyor. İçinden geldiği gibi hareket eden çocuk yetişkinlerin gözünden meseleyi vermesi ustaca yapılan bir seçim. Bir zamanlar hepimiz çocuktuk. Ve dayatmalar yüzünden heyecanlarımızı törpüleyen yine kendimiz olduk. 


Eseri okurken Nihan ve Füsun’un gözünden kendi çocukluğumu yeniden yaşadım. Aynı kitapları okumuştum, benim babaannem de öyleydi, fakat dedem kütüphanesini karıştırmama, masasının üstüne çıkmama izin verirdi, demekten kendimi alamadım. Ve farkında olmadan o günleri yâd ettim. Hatta ana karakterin gözünden kendi dedemi bir başka sebepten yargıladım. O. Yılmaz’ın yarattığı dünya o kadar gerçekti ki bunları yapabildim ben.


Tarih, geçmişi belgeleyen ve zamanı gösteren rakamlardan ibarettir. Geçmişin bir tarihi vardır, her tarih bir kayıttır. O günü yok sayamayız, silemeyiz ve unutamayız. Hiçbir güç, o rakamların ve mekânın yerini değiştiremez. Geçmişte bir olay olmuş ve izi bugünde de ayaktaysa, acılar unutulmadıysa, o olayı yok sayamayız. Olay varsa, nedeni vardır ve o nedenin sebep olduğu en az bir şey vardır. Ve bir aykırı düşünce sebeptir buna. Düşünceyi eyleme geçiren de insandır. Rol alanlar ve verilen kararlar yıllar içinde yok sayılamaz. Ancak o senenin şartlarını göz önüne alarak geçmişin değerlerini değerlendirmemiz gerektiği ifade edilir. İşte gerçeğin amasına saklanan, vicdan denen şeyi öne çıkaran acımasız gerçek, o şartlardan sıyrılamadığındandır. Vahim bir olayın sonucunda ağlamamız da bu sebeptendir, normaldir ve göz yaşlarımız kendi içimizi ferahlatan bir detaydır. Kendimizi ve ailemizi koruma hissiyatıyla yaparız.


Bugün neysek geçmişimizin izini taşıyoruz. Doğduğumuz toprak, büyüdüğümüz ev ve çevremizde edindiğimiz değerler bizi biz yapar. Bu değerlerle karakterimiz gelişir.  Sonradan edindiğimiz dostlarımız, şu anda bizimle oldukları için gerçek ve bir amaç doğrultusunda yanımızdalar. Ancak onlar da bir şey almak, belki ayakta kalmak için buradadırlar. Bu gerçekteki iyilik, genellikle menfaatten ibarettir. Ve geçerli bir bedeli vardır. Bu bedel, belki iş imkânı, belki de para olabilir. Geçmişte de durum böyleydi ve şu anda hatırladığımız, ruhumuzu rahatsız eden şeyler yaşandığı yerde kaldı.


“Ağaçların Rüyası,” meraklısının bir solukta okuyacağı bir roman. Benim için de öyle oldu. İlk sayfadan eserin içine çekildim. Ankara’da, Büyükada’nın meyve bahçeli müstakil evleri ve sokaklarının benzeri bir semte geçti çocukluğum, Mebus Evleri’nde. Bisiklet sürdüğüm kız arkadaşımla geçirdiğim sıkıcı anları unutmamıştım. Afacan Beşler ile Gizli Yediler çocuk serisinden esinlenerek, mahallemize taşınan yabancı ailenin bir ay içinde taşınmasının ardından onları ajan sanıp gizlice evlerine girmişliğimizi anımsadım. Boş dairede renkli çocuk dergilerinden başka bir şey bulamayınca arka bahçedeki ağaçların meyvelerini yememiz anılarımdan düştü gözümün önüne.


Ağaçların her şeye tanık olduğunu açıkladığı satırları, teknoloji çağında her şeyin kaydedilmesi fakat silinememesiyle ilişkilendirdim. İnsan aklıyla geliştirilen yapay zekânın bir başka yapay zekâyla sağlaması yapılınca sonsuzluk katlanarak sonsuzluğa akıyor ve her bilgi ölümsüz oluyor.

Oylum Yılmaz, eserini okuturken geçmişe gitmemi sağlamış ve ana getirmişti. Nihan ile Füsun’un yaptığı da buydu; yetimhaneyi olaylarla görselleştirmek.


Anılarımız, olmazsa olmazımız. Onları canlı kılan biziz. Bunu düşünerek yapıyoruz. Bu düşüncenin zihnimizde belirmesi bir salınım sürecinde oluyor. Yaşanmışlıklar ve öğretilerler zihnimizde depolanır. Algı adını verdiğimiz bu depoyu yeni bilgilerle sürekli besleriz. Elle tutulamayan sadece hissettiğimiz şeyler bulunur burada. Bizi kapsayan bu yerde her şey bizim idaremizdedir. Yaratıcılık ilk burada başlar. Ne yazık ki bazılarımız bu salınımda ne yaşadığının farkında değil. Yaşam postmodern bir yapıya sahiptir ve bu salınımdan kaçmak dayatmalara teslim olmaktır. Madde madde ifade edilen toplum kuralları, insanın bireyselleşmesine karşı yapılanan düzenlemelerdir. Boyun eğme bu yüzdendir.


“Ağaçların Rüyası,” romanında Oylum Yılmaz, acı yüklü geçmişi gerçek kibrine kapılmadan dile getirmiş. Farklı düşünceleri okuyucunun zihnine sokarak vermiş. Meseleyi olası varsayımlarıyla sorgulatmış okura. Geçmişi, ağaçların zaman akışıyla vermiş.


Ağaçların her şeye tanık olduğunu açıkladığı satırları, teknoloji çağında her şeyin kaydedilmesi fakat silinememesiyle ilişkilendirdim. İnsan aklıyla geliştirilen yapay zekânın bir başka yapay zekâyla sağlaması yapılınca sonsuzluk katlanarak sonsuzluğa akıyor ve her bilgi ölümsüz oluyor.


2012’de ilk romanı “Cadı,” 2017’de Duygu Asena Roman Ödülü’nü kazanan ikinci roman “Gerçek Hayat,” Eylül 2023’de Doğan Kitap tarafından yayımlanan “Ağaçların Rüyası,” Oylum Yılmaz’ın aynı üslupla yazdığı eserleridir. Dayatmalara karşı durduğunu ve kendi tarzında yazmaktan vazgeçmeyeceğinin altını çizmesi yalnızca benim değil, tüm yazar adaylarının yol göstericisi olabilir.

Işığın için teşekkürler Oylum Yılmaz.


AĞAÇLARIN RÜYASI

Oylum Yılmaz

Doğan Yayınları, 2023

144 s.

bottom of page