Ayrıntıda gizli zanaatkâr
Peyman Ünalsın Gökhan, Arlin Çiçekçi’nin Sanat-ı Beşeriye’yi postmodernist bakış açısıyla odak noktasına alarak yazdığı ilk romanı Beşerbazın Mârifeti üzerine yazdı: "Beşerbazın Mârifeti, bir sanat eserinin içinde, ayrıntıda gizli zanaatkârı sorgulayarak doğmuş bir ilk roman."
Sanat, bakmasını bilen, gördüğünü basit benzerlerinden ayırt edebilen ve onu farklı konumlandıran, adlandıran insanlar için her an her yerdedir. Karlı dağlara bakarız ve doruklarını yarı yarıya kaplamış sisler içinde ne kadar ulaşılmaz ve heybetli göründüklerini düşünürüz. Gökyüzüne dalar gideriz; maviden koyu mora değişen renk yelpazesinin ufukta, yer yer beyaz bulutlarla örselenen kızıl harelerle ebediyete uzandığını görürüz. Doğadaki her canlının, her bitkinin birer sanat eseri olduğunu inkâr edebilir miyiz? Şekilleri, bazen şekilsizlikleri, renklerindeki ahenk, hareketlerindeki zarafet ve çeviklik yadsınamaz. Büyük sanatkârın karşısında şapka çıkartmadan edemeyiz.
“Aristoteles, sanat üzerine yazılmış ilk eser olan Poetika’da; sanatın, gerçeğin gerekli bir taklidi olduğunu ve insanın, doğanın başladığı şeyi tamamlama ihtiyacı duymasından ortaya çıktığını söyler.” (syf.213) Sanatın her dalında, kurmaca metinlerde Aristoteles’in Mimesis Teorisinden besleniriz.
Sanat dediğimizde sanatçının ortaya koyduğu eserin genel çerçevesine odaklanırız. Çizgilerine, renklerine, kadrajına, temasına, biçim ve biçemine, meselesine dair gördüklerimizi irdeler ve yorumlarız. Ama bir sanat eserinin içinde, ayrıntıda gizli zanaatkârı sorgulamayız. Beşerbazın Mârifeti bu sorunun cevabının arayışında doğmuş bir ilk roman. Bir röportajında yazarımız Arlin Çiçekçi, Van Gogh’un Sarı Ev isimli tablosundaki sarı evi kimin boyadığı sorusundan hareketle bir öykü yazdığını ve hocası Mario Levi’nin öyküyü okuduğunda bunun bir devamı olabileceğini, bir romana doğru aktığını söylediğini ifade ediyordu. Yazdıkça araştıran, araştırdıkça yazan Çiçekçi, roman yazmanın, bir meselenin çatısı altında dallanıp budaklanan metaforların örgüsü gibi klasik normlarının dışına taşarak, postmodern türe derin bir giriş yapıyor. Fantastik ögelerden, zamanlar arası geçişlere, romanın değişken çoğulcu anlatıcılarından, tüm roman boyunca okuru içine alan kurmaca ve dil oyunlarına kadar her detay bizi postmodern bir yazın içinde sanatı, sanatkârı, usta kalfa ilişkisini çözümlemeye itiyor.
Okura, Adorno’nun “Her sanat eseri işlenmemiş bir suçtur” epigrafıyla kapılarını açıyor roman. Beşerbaz’ın tamamlayıcı cevabı olan “İşlenmemiş bir suç da pek tabii sanat eseri olabilir ve failler sanatkâr” epigrafı ise, içerde bizi bekleyen gizeme, bilmeceye doğru hafifçe sırtımızdan iterek yaklaştırıyor.

2036 yılında, on sekizinci yaş gününde annesinin adına imzalı Yaşar Kemal’in Yer Demir Gök Bakır romanı içinde, yine annesine yazılmış bir mektup bulur kahramanımız Atlas Balaban. Adeta bir hazine avı oyununa davetiye niteliğindeki bu mektupla kendimizi Atlas Balaban’la birlikte, İstanbul’dan Fas’a, oradan Paris’e uzanan, gelecekten kopup geçmişe fırlatıldığımız bir zaman kapsülünün içinde buluruz. Peşine düştüğümüz, dünyanın en kıymetli hazinesidir. Yokluğunda, tamamlanmamışlık hissi yaratandır. Aile çatısı altında, her bir bireyin aile ile arasındaki duygusal ve varoluşsal alışverişini, her sanat eseri işlenmemiş bir suç, işlenmemiş bir suç da sanat eseri olabilir sözünün izleğinde irdeleyebiliriz.