top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Mitos’tan Logos’a bir düşün yolculuğu

Zeynep Tandoğan, Fuat Sevimay’ın Aziz ile Nikola romanı üzerine yazdı: "Romanın kurgu teknikleriyle girizgah yapması, okura, ‘roman nasıl yazılır? bilgisini vermek değil elbette, “yazar nasıl düşünür”e okuru biraz yaklaştırıp, Brechtian bir bakışla adeta ‘bu bir roman sayın okur, hikayeye çok kaptırma kendini, meselemiz başka’ diyerek, okuru mesafelendirip, eleştirel okuma alanına davet etme marifeti."


Zeynep Tandoğan



“Belirli bir destan biçimi üzerine yapılacak her inceleme, bu türün tarih yazımıyla ilişkisini ele alır.”  Walter Benjamin

Hayal, bizi gerçeğe yaklaştırır mı? Düş-düşme-düşünme kelimelerini romanın bir çok yerinde ardı ardına kullanan Fuat Sevimay, belki de hayalin hiç de pasif bir eylem olmadığını fısıldıyordur bize. Tarihi yeniden kurgulayan romanın, bir karakterinin kurmaca kişilik Aziz, diğer karakterin de tarihi bir kişilik Aziz Nikola üzerinden nefes bulması, hayal ile gerçek geçişkenliğinde ilerlemesi tesadüf olmasa gerek. Sevimay’ın ‘üst kurmaca’ olarak nitelenecek Aziz ile Nikola romanı, çağlar arası koşturduğu karakterlerini destan, masal, mesel, roman formlarında dolaştırması, metinler arası göndermelerin bolluğu, ‘yol macerası’  boyu birçok tarihi karakterle karşılaşılması, macera boyutunu genişletmek değil, romanın asıl meselesi olan ‘kimlik’ nedir?’ sorusunun peşine günden-düne düşme çabası olsa gerek.


Yazar romanında, ‘zaman’ sorunsalını mesele olmaktan çıkarıp, edebiyatın en güzel olanaklarından ‘hayal gücü’yle birleştirip, geçmiş-şimdi-gelecek handikapını, tarihi olanla, olacak döngüsünden de çıkarıp araya sızıntılarla, anlatılmış olanla, yazılmış olana edebi müdahalelerde bulunarak bizi çağlar içi bir yolculuğa götürüyor. Hikâyesini, bir popüler kültür ‘Noel Baba’ figüründen soyundurup, üçüncü yüzyılda yaşamış figüratif kimlik öncesi Aziz Nikola ve günümüz yüzyılından arkeolog Aziz’le tarihi ‘adeta inşanın yıkımı’ mümkünlüğüne vardırıyor. “Biraz hayal gücü, biraz rüzgar gücü” diyerek, “rüzgar gücü”nün roman boyunca yazarın meselelerinin ağırlığına koşut, kaleminin gücüyle yol aldığı gerçeğini adım adım karşımıza çıkarıyor.


İlk dört bölümü günümüz Demre’sinde, bir roman yazma arifesindeki yazar Arif ile Aziz’in meyhane masasındaki ‘birbirini pek de anlamayan iki kişinin sohbeti’ üzerinden ilerler. Roman yazma tekniklerine, yazar Arif’in masada aldığı notlardan ulaşıyoruz. Bu notlar, çerçeve kurma, olay örgüsü, karakter seçimi, edebi tür, zaman-mekan, imge, dil ve büyük harflerle not ettiği ÇATIŞMA. Yazar, kimlik meselesinde neden Noel Baba/Aziz Nikola’yı seçtiğini, kurgu-yazar Arif’in, romanın unsurlarını belirlerken, karakter seçimi kısmında ön bilgi olarak sunuyor.

“Seçtiğin kişinin de aktaracağın derde uygun hikayesi olmalı. Aziz Nikola da önemli bir kimliği temsil ediyor. Hem de üzerine iliştirilmiş o janjanlı kimlikle.” (s.67)

tam da romanın meselesine burdan itibaren başlamış oluyoruz. “janjanlı” kimliği kazımaya başladığımızda karşımıza kim çıkıyor?...


Romanın kurgu teknikleriyle girizgah yapması, okura, ‘roman nasıl yazılır? bilgisini vermek değil elbette, “yazar nasıl düşünür”e okuru biraz yaklaştırıp, Brechtian bir bakışla adeta ‘bu bir roman sayın okur, hikayeye çok kaptırma kendini, meselemiz başka’ diyerek, okuru mesafelendirip, eleştirel okuma alanına davet etme marifeti.


Hikaye, yazar Arif’in, yazmakta olduğu romanının, karakteri-kahramanı olması için, ‘silik bulduğu” (belki de tam da bu yüzden) Aziz’i davet-ikna bölümünde de  karakter kimdir, kahraman nerede? gibi soruların eşliğinde ilerlerken aynı zamanda yazar kimdir, yazı yazarın özgürlük alanı mıdır, karakter yazara kafa tutabilir mi? gibi sorular eşliğiyle Sevimay’ın ironik anlatımıyla ilerliyor. 


Roman yapıtlarında genellikle yol, inşa, arayış temaları, iki karakterli yol arkadaşlığı anlatımı sıkça karşımıza çıkar. Roman kahramanına ikinci bir karakter eşlik eder ve kahramanın davasına hizmet için vardır (Don Kişot-Sancho Panza, Robinson Crusoe-Cuma, Sherlock Holmes-Dr.Watson, Huck-Köle Jim gibi.) Sevimay ise farklı bir yol izlemiş. Aziz Nikola ve arkeolog Aziz, hayalde ve roman gerçekliğinde birbirleriyle sürekli yarışıyorlar. Kimse kimsenin davasına da hizmet etmeye gönüllü değil. Birbirlerinden pek de hoşlanmıyorlar.  yazar Arif de çok yerde araya girip müdahalede bulunuyor. Fuat Sevimay’da ha keza! Bu durum, romanı  kahraman üzerinden inşa etmemesini, karakterlerin sürekli birbirleriyle çatışmasına yer vermek suretiyle de, romanın unsurlarından ‘çatışmayı’ insan ilişkileri üzerinden de okumamızı sağlıyor. Roman kimin? yazarın mı, Aziz’in mi, Nikola’nın mı, okurun mu? sorusu eşliğinde. 


“Edebiyat dediğin bir güzel hayal.” romanın ilk cümlesi. Bir  ‘Apriori’ kavram önermesi olarak algılanabilecek bu cümle,  düş, düşme, düşünce deneyimleriyle ‘Aposteriori’ algı alanına yolculanarak bir sorgulama metnine dönüşüyor. Bildiğimiz, bildiğimizi sandığımız “tarih, mit, mitoloji, destan, hikaye” anlatı ve yazı yeniden sorgulanmaya muhtaç kalıyor ki yazarın ‘hayal’i referans alıp akla yolculuğu tam da bu sebeple.


Zamanda salınan karakterler yazarla yarış içerisinde olup, kendi hayallerine sızmaya çalışarak, çoklu anlatıcı türüne de dolaylı geçiş yapmış oluyor. Sevimay’ın “gayriciddi tarihimtırak” yol anlatısı olarak nitelediği kendi romanı, kimlik sorunsalını baş mesele kıldığı anlatıda din, devlet, siyaset, kuram, edebiyat, yaşantı  olgularına, günceli es geçmeden yer vermesiyle, “gayri”den sıyrılarak, ‘ciddi’ insanlık tarihi eleştirisiyle anlatısını harmanlamayı başarıyor. 


İronik dil anlatımı meselelerin ciddiyetini bilakis örtmüyor, bunun bilincindeki Sevimay farklı bir algının kapılarını okura açıyor. Metinler arası göndermede maharetini bildiğimiz yazarın, mizâhi anlatımına ilişkin yine bir üst kurmaca eser  Umberto Eco’nun Gülün Adı romanından bir hatırlamayla; “gülme”nin yasaklanması bölümünde, romanın baş karakteri Wiliam’ın şiire ve gülmeye karşı insanı maymuna benzettiğini dile getiren  rahibe yanıt olarak “maymunlar gülmez, gülmek insana özgüdür, insanın ussallığının belirtisidir” dediği bölümü anımsayarak yazara gülümseyelim.  Yazarın mizahi dilini, ‘gülme’ ediminin algıyı kapamayacağı, bilakis zihnin mutlak karabasanından çıkararak sorgulama yetimizi serbestliğe ulaştıracağı bilinciyle kurup yazdığını düşünüyorum. Edebiyatın kimi asık yüzlü konumundan, çoğun ‘dertli edebiyat’ alanından çıkarıp, farklı bakış açılarıyla, sorunsalı mesele edinip, zihin algısını genişleten bir alana dönüştürüyor yazar.  


Bir edebiyat türü olarak da romanın steril bir alan olmadığını, romantik bakışı gerçeğe ulaştırma çabası kadar kurduğu dil ile de oldurmuş. Roman öğelerini belirlediği notlarda  “dilin karakter ve olayla örtüşmesi gerekiyor” (s.444) imlemesi,  karakterlerin sarf ettiği “argo deyimler” dudağımızı ısırarak gülmemizi sağlayan dil zenginliği örneklemeleri…


‘Kimlik arayışı çağ serüveni’nde karşımıza çıkan, düşünür, yazar, ressam kişilikler (Dante, Umberto Eco, Cervantes, Dali, James Joyce v.b.) içinde bulundukları dönem ile konumu temsilen kimlik oluşumundaki unsurları dile getiriyorlar. Bir ‘yıldızlar geçidi’ olarak algılamanın çok ötesinde. Yazarın, Antonio Gramsci’yi seçerek sistem-din-devlet-yapı eleştirisini daha bilindik siyasi bir kimlik üzerinden değil de “kuramcı”dan yana yapması, sıkı sıkıya bağlandığımız ideolojilerde ‘kuram’ın ne kadar eksik olduğu vurgusuyla düşündürüyor. 


Yazarın çağlar arası yolculukta zamanı uzamsal bir akış algısıyla değil, içine düş-düşünce-rüya  alanlarını eklemleyerek, düzenli düzensiz geri-ileri salınımla aktarmasıyla da, edebiyatın bu güzel imkanının icrasıyla, ‘bir hoş hayale’e ortak oluyoruz. Edebiyatın nasıl da ‘kayıp zamanın muhafaza alanı’ olduğu, yazar-okur işbirliğiyle kurulduğunun bir güzel cümlesi ise: “Hani rüyayı uyanınca yarım yamalak hatırlarız ya. Aziz de gördüğü rüyanın çoğunu unuttu ama siz okudunuz.” (s.373)


Romanda yolculuk, destan klasiği, serüvenle başlayıp mitos’tan haraketle modern yapının gereği logos’a ulaşıp, postmodern romanın tüm imkanlarıyla çoklu algıya, antik çağ eleştirisiyle günümüz eleştirisinin aynı düzlemden yapılabileceği gerçekliğini, yeniden muhakeme cesaretini kafa karışıklığıyla beraber vermiş oluyor diye düşünüyorum.     “Modern çağda insanın yapacağı en iyi şey belki de sürekli sorgulamak” (s.432)


Devlet-din eleştirisinde, “toprağımızı aldılar, İncil verdiler” mitoloji-din geçişkenliğinde, “Meryem Ana-Artemis”, “Zeusun oğlu Appollon, Tanrının oğlu İsa” benzetmeleriyle düşünce duvarlarını çatlatarak,”‘insanın  mitosa neden ihtiyaç duyduğu karışık mesele” (s.192) diyerek, mit mi insanlığı, insanlık mı miti belirliyor sorusuna kapıyı aralıyor roman.


Tarihin, Batı medeniyetinden yazılması, mitoloji ve felsefenin Antik Yunan’dan başlatılması eleştirisiyle Antik Çağ bölümü kadar, edebiyatımızda yer alan Doğu-Batı sorunsalına, Likya, İlyada topaklarından, İtalya-Venedik-Roma, Kuzey Avrupa-Finlandiya topraklarına vardıklarında, “..asıl kimlik sorununu, Avrupa’ya geçtiğimizden beri yaşıyorum, kendimi hem buralı hem yabancı hissediyorum. Dahil miyim dışında mı?” (s.307) diyen Aziz ile kültür hegemonyasının kimlik oluşumu ve karmaşasını da oluşturduğunu,  hayali-deneysellikle ele alıyor yazar.


Romanın iki başkarakterinin ilk karşılaşması, birbirlerine “kimsin?” sorusuyla başlıyor. Asıl meselesi de kim olduğumuz, nasıl olduğumuz üzerinden kimlik meselesi… “İnsanın kimliğini oluşturan biraz da belleği. Geçmişten bu güne aktardıkları.” (s.119) diyen Nikola ile kimlikte belleği, “bu erkeklik diye dayatılan şeyler de insanın kimliğini bozuyor. Cinsiyet, kimliğimizi nasıl da etkiliyor.” (s.151) diye düşünen Aziz ile kimlikte cinsiyeti, “bilinçaltımıza sinenler, bir şarkı sözü, bazen bir anı, bir görüntü yahut kimi zaman farkında olmadığımız bir ses, bir dokunuş, kimliğimizi, kişiliğimizi anlık davranışlarımızı nasıl da etkiliyor.”(s.238) bir ayrılık anında “ayrılık da sevdaya dahil” dizesinin de anımsatmasıyla, Aziz’in, kimlikte bilinçaltının önemini hikayeler boyu adım adım deneyimliyoruz. 


Karakterlerin Antikçağ ile başlayan yolculuğu, Homeros’un Odysseia destanındaki İthaka, hayali Miri Adası,  Aziz Nikola’nın Demre’den kemiklerinin çalınarak götürüldüğü İtalya Bari, muhatap bulma peşinde Venedik, veba-covid benzetmesi, Vatikan-Roma’ya piskopos ile görüşme hayaliyle Roma yolculuğunda yoksul halkın üzerinde yükselen dinsel yapıların görkemli mimarisinin tanıklığındaki Orta Çağ karanlığı,  Konstantin hayranlığındaki Aziz Nikola’nın Konstantinopol’ün düşüşü dönemi şaşkınlığı, İslamiyet’in üçüncü din olarak yayılımına   “Hiristiyanlık varken, neden yeni bir din geldi” sorusuna, “Yahudilik varken de Hiristiyanlık geldi” cevabıyla sus kalması, Rönesans ile Yeni Çağ’ın yeniliklerinin nicelik-nitelikleri, sanatçının yaratımı, kimliği, Fransız devrimi, ikinci dünya savaşı çılgınlığı ile olay ve olgularla, yazarın “plastik çağ” olarak adlandırdığı günümüze dek tarihin girdaplarında bata çıka devam ediyor. 


James Joyce’un roman boyu karşımıza çıkan “tarih uyanmak istediğim bir karabasandır” sözü,  yazarda “tarih günü anlamak rehberi”ne dönüşüyor ki anlamak mutlak bir algıyı değil, genişleyerek soran, sorgulayan gerçeğe ulaşma çabasını işaret ediyor. Fuat Sevimay’ın soru işarati üzre  “..soru işareti dediğin gizemli nokta. Cümle bitmiş bitmesine ama belli ki konu daha kapanmamış”(s.73) göndermesini, ‘roman bitmiş bitmesine de mevzu okurda devam ediyor sayın yazar’ diyerek ‘düşünce ummanına’ üç noktayla yolculanaduralım…



AZİZ İLE NİKOLA

Fuat Sevimay

İthaki Yayınları, 2023


bottom of page