top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Sessizliğin çok şey anlattığı bir aile öyküsü

Ali Bulunmaz, Monika Helfer'in Baba adlı romanı üzerine yazdı: "Baba’da Helfer, zaman sıçramalarıyla önce İkinci Dünya Savaşı yıllarının Avusturyası’na, ardından savaş sonrası ve 1990’lar Berlini’ne getirdiği okuru, yaşamına “eksik” devam eden bir karakterle ve onun ikilemlerle örülü hikâyesiyle buluşturuyor."


Ali Bulunmaz



Büyük travmalar, yalnızca yaşayanları değil, onları öğrenenleri de etkiliyor. Üzerinden belli bir zaman geçse bile. 

Söz konusu travmalar, sonraki kuşakların eylem ve düşünme biçimlerini de belirliyor büyük ölçüde. Bahsi geçen travmalar, yazar Monika Helfer’in metinlerini de edimlerini de belirliyor. Örneğin Helfer, 1985’te kendisine verilen Franz Michael Helfer madalyasını, iki yıl sonra alan başka bir yazarın Nazileri övmesi üzerine iade ediyor. Kitaplarında ise geçmişin ağır yüklerini işliyor; kuşkuları, sessizlikleri ve anlatıldığında gelecekte onların sorumluluğunu sırtlanacakların varlığını anlatıyor. 


Helfer’in kitaplarındaki aile hikâyeleri, geçmiş-bugün arasında esen “soğuk ve acımasız gerçeklik rüzgârları” gibi. Dışarıda ortalığı yakıp yıkan, hanede ise aile bireylerini şüphe denizine atan savaşlar mevcut. Toprağın üstünden ve altından meseleye dâhil olanlar ise ayrı bir fasıl. 


Yük’ten sonra Arzu Akay’ın çevirisiyle yayımlanan Baba’da Helfer, zaman sıçramalarıyla önce İkinci Dünya Savaşı yıllarının Avusturyası’na, ardından savaş sonrası ve 1990’lar Berlini’ne getirdiği okuru, yaşamına “eksik” devam eden bir karakterle ve onun ikilemlerle örülü hikâyesiyle buluşturuyor.


Babasını tanımaya uğraşan evlat

Hikâyenin anlatıcısı, 1990’larda babasını hâlâ tanıma aşamasında olduğunu hisseden, bu yüzden zaman zaman endişesine ket vuramayan, hatta onun ölümünden sonra bile bu kuşkuları taşıyan bir evlat; “insanın hayatı boyunca tanıdığını sandığı birinin gerçekte kim olduğunu öğrenmesi, katlanılması güç bir duruma dönüşebiliyor” diyor. 


Karşısındakinin, yüzüne baktığında hiçbir şey anlamadığı; duygularını ve düşündüklerini kavrayamadığı bir adam bu. Çocukluğunda da olgunluğunda ve yaşlılığında da böyle bu. Zorlukla, anlamsızlıkla, sessizlikle ve belirsizlikle erken yaşta tanıştığı için akranlarından ayrılan biri o: “Babam, çocukluğunda bile saygı duyulan bir insandı. Ona, sakin sakin konuşmasından dolayı böyle davranıldığını düşünüyorum. Bu tür insanların, heyecanlanacak bir sebepleri olmadığı için sükunetle konuştuğu söylenir. Bu tarz insanlar nedense genelde takdir edilir. Babam da herkes tarafından takdir edilirdi.” 


Çocuklarının saygı duyduğu, anlamaya, daha doğrusu çözmeye uğraştığı, erken büyümüş babaları Josef’in Avusturya’dan Berlin’e uzanan; yoklukla, mutlulukla, acılarla ve hayatın türlü oyunlarıyla örülü hikâyesinde, İkinci Dünya Savaşı sırasında bacağının kesilip gazi olması önemli bir dönemeç. Kaldırıldığı hastanede hem eşi olacak kadınla tanışması hem de yaşamının akışının değişmesi ise bir başka dönüm noktası. 


Josef’in hikâyesini anlatan kızı Monika, İkinci Dünya Savaşı ve 1990’lar arasında mekik dokurken aile öyküsüyle ve dönemlerin ruhuyla buluşturuyor okuru. Tabii Josef’in karakteriyle de; küçüklüğünden beri kitaplara meraklı oluşu, yaşıtlarından farklı biçimde dünyaya bakışı, aklındakileri kâğıda döküşü ve bilge kişiliği karakterinin ayırt edici özellikleri. 

Savaş zamanı Kilise ve Hitler arasında sıkışıp kalanlara şiirin ve edebiyatın gücüyle üçüncü bir yol açan, bacağını kaybetmesine rağmen sağduyusunu yitirmeden aklının ve duygularının çizdiği rotayı izleyen bir adam Josef. Yaşamındaki pek çok yoksunluğa kaybettiği bacağı da eklenen, 1945 sonrasındaki kaosu derin biçimde yaşayan, kitaplara ve ailesine biraz daha sarılırken karakterinden ödün vermeden her şeyi kuralına göre yürüterek hayatına devam ediyor. 


Çocuklarıyla beraber babasının yaşadığı yerlere ve hatıralarına doğru yolculuğa çıkan Monika ise hem henüz keşfetmediği şeyler bulunduğunu düşünüyor hem de geçmişi yâd ediyor. 


Kitaplarla örülü bir dünya 

Kızının yaptığı yolculuk da düşündüğü anılar da kitap bağımlısı olan, annelerinin ölümünden sonra asosyalleşen, çalıştığı vergi dairesinde kara para aklayıp eline geçenleri kitaba yatıran ve paranın nasıl kazanıldığını değil harcanması gerektiğini anlatan Josef’in yanı sıra “küçük” ayrıntılar üzerinden babasıyla hesaplaşmaya girişen bir evlatla karşılaşıyoruz. 

Monika’nın çocukluk hatıralarının önemli bir bölümü, Josef’in dünyanın dışında kurduğu bir dünya olan kütüphanesinde şekilleniyor. Kızı, kitaplara tutkuyla bağlı babasının kitabını yazıyor âdeta. Josef’in “meşhur okuma saatleri” gibi Monika’nın da düşünme ve hatırlama saatleri işliyor. 


1945 sonrası Avrupa’ya, daha özeli Avusturya ve Almanya’ya odaklanırken bir aile hikâyesiyle karşımıza çıkan Helfer, savaş meydanlarından gazi olarak dönen, kitaplarla ördüğü duvarların ardındaki kapalı, geride bırakmaya uğraştığı travmalarından beslenen ve bazen de egolarına teslim olan Josef’le buluşturuyor bizi. Suskunluğun, bir kişinin içindeki fırtınaları yansıtabileceğini de hatırlatıyor. Bu, aynı zamanda çocuklarının, bir eşin ve üvey annenin dâhil olduğu; sessizliklerin çok şey anlattığı, cümlelerin ise bazı yaşanmışlıkların üstünü örttüğü bir aile öyküsüne evriliyor. 


Makasla kesilen, eklemelerle süren hikâyenin başrolündeki Josef ve Monika’nın trajik, komik ve absürt hatıralarında zaman atlamalarıyla savuruyor bizi Helfer. Bu savruluşa karmaşık duygular da eşlik ediyor: “Babalar çocuklarına bir şeyleri itiraf ettiğinde çocukların nasıl davranması gerektiğini ya da fikrim olmayan bir konuya nasıl müdahale etmem gerektiğini bilmiyordum. Bir çeşit kırılma noktasıydı bu. Ondan nefret etmekten, sonrasında ona baba ya da babacığım diyememekten korkuyordum. Ne yapacaktım, ona Josef diye mi seslenecektim? Babalar o kısacık ‘ben’ ifadesini içini doldura doldura kullandığında çocuklar korkudan titremeye başlar. Çocukluğunu manastırda geçiren babamın ‘ben’ ifadesini kullanırken neden küçüldüğüne bir anlam veremiyordum. Söyleyeceklerinin devamını getirememesi onu korkutuyordu. Aynı durum benim için de geçerliydi. İçimden nefesim kesilene kadar koşmak, uzaklaşmak geliyordu.”


BABA

Monika Helfer

Düşbaz Kitaplar

Çeviren: Arzu Akay

144 s. 

bottom of page