top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Balıkçı ve Oğlu

Peyman Ünalsın Gökhan, Zülfü Livaneli’nin Balıkçı ve Oğlu isimli romanı üzerine yazdı: "Aslında Livaneli’nin bu kitaptaki asıl odağı, son yıllarda bütün dünyada toplumun hassas olduğu göçmen meselesi."

“Belki de balıkçı olmamalıydım diye düşündü. Ama bunun için doğmuşum ben.”

Zülfü Livaneli’nin Balıkçı ve Oğlu isimli romanı, metinlerarasılık kavramına örnek teşkil edecek şekilde Ernest Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz isimli romanından bu alıntı ile başlıyor. Kitabın sonunda yer alan söyleşide de Zülfü Livaneli bu romanının, ortaokul lise yıllarına damga vuran Hemingway tutkusunun bir sonucu olarak ilk gençlik yıllarından beri bir deniz romanı yazma hayalinden doğduğunu belirtiyor.

Kitabın adı bende hep, denizin iyotuyla yıkanan, nimetlerinden beslenen, dalgalarıyla hemhal olan bir baba oğul hikâyesi okuyacağım izlenimi uyandırdı. Tıpkı Hemingway’in yaşlı adam Santiago’nun yılmadan usanmadan günlerce, yakaladığı büyük kılıç balığını köpek balıklarının hışmından korumak pahasına verdiği mücadeleyi anlattığı gibi bir umut hikâyesi bulacağımı düşündüm. Romanda umut var, yok değil. Ama Livaneli’ye ilham veren şiirsel dilin izlerini yakalayamadım ne yazık ki!



Ben Zülfü Livaneli’yi öncelikle müzisyen kimliği ile beğeniyorum. Bestelerinin hayranıyım. Dünya kültürünün genişlemesi konusunda yaptığı çalışmaları, üstlendiği vazifeleri takdir ediyorum. Bu konuda kendisini son derece faal buluyorum. Okuduğum ilk romanı Mutluluk. Sırasıyla Engereğin Gözündeki Kamaşma, Leyla’nın Evi, Sevdalım Hayat, Serenad, Kardeşimin Hikâyesi, Huzursuzluk romanlarını okudum. Okuduğum yıllarda kitaplarını beğenmiştim. Metinlerinde ele aldığı meseleler duygusal açıdan beni etkilemişti. Geriye dönüp baktığımda anlatıma, dile yoğunlaşmamış olduğum çıkarımına varıyorum. Serenad’da bazı bölümleri didaktik bulmuştum gerçi ama fazla da üzerinde durmamıştım. Edebi eserleri farklı dönemlerde okuduğumuzda onlardan aldığımız tat da değişkenlik gösterebiliyor. İlk okumada dikkatimizi çekmeyen bir özellik, ikinci, hatta üçüncü okumada dikkatimizi çekebilir. Ya da ilk seferde kulağımızı tırmalamayan bir bölüm, ikinci üçüncü okumalarda bizi rahatsız edebilir. Veya anlamsal farklılıklar da gözlemleyebiliriz. Aynı şey filmler için de geçerli. Bir sahnede görmediğimiz bir detayı ikinci üçüncü izlemede fark edebiliriz. Duvarda asılı olan bir posterin, masanın üzerinde duran bir anahtarın manâsını çözebiliriz.

Balıkçı ve Oğlu’nu okuduktan sonra daha önce okuduğum bazı kitaplarına tekrar hızlıca göz gezdirdim. Ve anladım ki kendimi Livaneli’nin müziğinin etkisine terk etmişim. Kitaplarında ele aldığı meselelerin önemi gözlerime mil çekmiş.


Tanrı anlatıcı, Balıkçı ve Oğlu’nu bizlere yalın bir dille aktarıyor. Romanın izleğinde ülkemizin nadide sayfiye kasabalarından Bodrum’da yaşayan ve geçimini balıkçılıkla sağlayan Mustafa ile karısı Mesude’nin en değerli varlıkları, oğulları Deniz’i, yine o çok sevdikleri denizde yitirmelerinin ardından, denizin bir hediye gibi onlara sunduğu göçmen Samir bebeğin hikâyesi yer alıyor.