top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
Yazarın fotoğrafıLitera

Bir meyve olarak aşk

"Çürük, ham ya da taze, bir meyve sadece paylaşmak için kesilmeli, asla dilimlenerek tektipleştirilmemelidir. Meyve elle ve dişle yenir. Suyu bütün çenenizi kaplamadıysa, elleriniz yapış yapış olmadıysa o meyvenin tadını çıkarmamışsınız demektir." Haziran Düzkan'dan edebiyatta meyvelere, meyvelerin cinsiyetlerine ve tüm "çürük meyvelere" dair bir inceleme.

Haziran Düzkan



"Güneyin ağaçları çürük meyve verir

Yaprakları kanlıdır

Kökleri kanlı

Siyah cesetler güney meltemiyle salınır

Çürük bir meyve, kavak ağacında asılı

Heybetli güneyin pastoral manzarası

Pörtlemiş gözler ve bükülmüş ağız

Manolyanın rahiyası tatlı ve taze

Derken aniden etin yanık kokusu

İşte bir meyve kargalar talan etsin diye"


Amerikalı Yahudi, göçmen ve komünist Abel Meeropol, Billie Holliday’in meşhur ettiği ve kimilerine göre sivil haklar hareketinin başlamasına neden olan “Strange Fruit” (Çürük Meyve) şarkısının sözlerini 1937 yılında, kendi deyimiyle günlerce peşini bırakmayan bir fotoğraftan ilham olarak yazar. 1930 tarihli bu fotoğrafta iki siyah adam, Thomas Shipp ve Abram Smith, aralarında kadın ve çocukların da olduğu beş bin kişilik bir grup tarafından linç edildikten sonra bir ağaca asılmıştır. Olayın yaşandığı yıllarda buna benzer sayısız ırkçı saldırı gerçekleşmiş, ırkçı beyazlar ağaca astıkları siyahlara “çürük meyve” ismini takmışlardır.


7 Ağustos 1930 gecesi yaşananlar, Lawrence Beitler’in çektiği bir fotoyla ölümüzleşir. Beitler ilerleyen yıllarda bu fotoğrafın binlerce kopyasını satacaktır. Buna şaşırmıyorum, çünkü ben de fotoğrafı saatlerce inceledim. Fotoğraftaki insanların neşesine, sıradanlığına, yaşanan olaya ne kadar da alışkın olduğuna da şaşırmıyorum. “Kötülüğün banalliği” açıklamasına hızlıca sığınıveriyorum. Bu insanlar cani, psikopat barbarlar değildi, tanıdıkları ve sevdikleri insanlarla, komşuları ve topluluklarıyla birlikte hareket eden sıradan insanlardı işte. İçim rahatlamıyor elbette, bu insanlarla arama kalbimde hissettiğim koca çizgiyi çekemiyorum. Hala anlamlandıramadığım şeyler var; örneğin, bu insanları yetiştiren toplum, ülke, çağ nasıl oldu da Meeropol’ü de yetiştirdi?


New York’un yoksul mahallesi Bronx’ta bir devlet lisesinde İngilizce öğretmenliği yapar Meeropol. “Strange Fruit” ilk kez üye olduğu sendikanın gazetesinde, şiir olarak yayınlanır. Birkaç yıl sonra şarkı olarak meşhur olmasıyla birlikte Meeropol, şarkıyı Amerikan Komünist Partisi’nin para karşılığı yazdırdığı gerekçesiyle polis tarafından sorgulanır. Öğretmenliği bırakmak zorunda kalır ve hayatının geri kalanında orta sınıf bir şarkı yazarı olarak geçimini sağlar. Yıllar sonra iki çocuk evlat edinir: Michael ve Robert.


Meeropol, 1974 yılında, eski öğrencisi James Baldwin’e bir mektup yazar. Baldwin’in söylediğine göre, hatırlayamadığı bu öğretmenden mektup almak büyük bir sürpriz olmuştur. Oysa Meeropol gayet iyi hatırlamaktadır Baldwin’i; minik bedenini, kocaman gözlerini, yoksulluğunu ve yeteneğini. Meeropol, tıpkı bu devlet okulundaki pek çok komünist öğretmen gibi, öğrencilerinin hiçbir zaman üniversiteye gitme şansı bulamayacağının farkında, onları yeteneklerine göre yetiştirerek mezuniyet sonrası yaşama hazırlamaya çalışır. Nitekim, Amerikan edebiyatının en büyük isimlerinden biri olan Baldwin de hiçbir zaman üniversiteye gitmemiştir.


Meeropol’ün mektubu ani bir itirafla sona erer: Yıllar önce evlat edindiği iki çocuğun herhangi iki yetim olmadığını, komünist oldukları için 1953 yılında idam edilen Julius ve Ethel Rosenberg çiftinin çocukları olduğunu söyler. Rosenbergler, öylesine nefret edilen figürlere dönüşmüş, öylesine büyük bir düşmanlıkla karşı karşıya kalmışlardır ki, çocuklarının sağlıklı ve güvende olabilmesi için kimlikleri gizlenmek zorunda kalmıştır. Baldwin ve Meeropol. İki iyi adam yaşayıverirken birbirlerinin hayatına değip geçer ve minicik bir bağ geliştirir. Yaşam böyle ihtimallerle doludur neyse ki.

Amerikalı beyazların linç edip ağaca astıkları siyah insanlara “çürük meyve” demesi oldukça ilginç; özellikle de dönemin argosunda “meyve”nin aynı zamanda eşcinsel erkekler için kullanılan aşağılayıcı bir kelime olduğu düşünüldüğünde. Nedir bu kerevizlerin, bu patateslerin, bu yobazların meyvelerle derdi?

Amerikalı beyazların linç edip ağaca astıkları siyah insanlara “çürük meyve” demesi oldukça ilginç; özellikle de dönemin argosunda “meyve”nin aynı zamanda eşcinsel erkekler için kullanılan aşağılayıcı bir kelime olduğu düşünüldüğünde. Nedir bu kerevizlerin, bu patateslerin, bu yobazların meyvelerle derdi? Elmadan başka meyve bilmez mi bunlar yahut portakaldan? Baldwin de bir meyvedir kuşkusuz, belki üzüm yahut tam kıvamında bir erik, belki de nefis bir kavun. Ama bir portakal değil.

Jeanette Winterson “Tek Meyve Portakal Değildir” için, kitabın ilk basımından otuz yıl sonra yazdığı önsözde, muhtemelen yazarın kadın olması sebebiyle kitapevlerinin romanı “Reçeller” bölümüne koyduğunu anlatır. Alternatif marmelat tarifleri için küçük bir araştırmaya girişen bir kadının, belki bir ev kadının, lezbiyen bir genç kızın büyüme hikayesiyle karşılaşması fikri insanı ister istemez neşelendiriyor. Zamanla, kitap tanınırlık kazanınca gey/lezbiyen kısmına terfi eder. Winterson lezbiyendir, “Tek Meyve” de lezbiyenlikle ilgilidir muhakkak ama sadece bununla ilgili de değildir. Eşcinsellerle ilgili hiçbir şey sadece eşcinsellikle ilgili değildir çünkü; portakal sadece ekşi, kiraz sadece kırmızı, karpuz da sadece büyük değildir. Bir şey her zaman birden fazla şeydir. Winterson bağnaz bir aile tarafından evlat edinilmiş, annesiyle hiçbir zaman barışamamış, tutkulu bir lezbiyendir. Baldwin hem siyahtır, hem yoksul, hem eşcinsel. Ve nasıl ki bir armutun yeşilden çok sulu olduğunu söyleyemiyorsak, Baldwin de siyahtan çok eşcinsel değildir.


“Vişnenin Cinsiyeti ananas hakkında bir kitaptır.”


“Tek Meyve” modern bir edebiyat klasiğine dönüşünce nihayet “Edebiyat” raflarındaki yerini alır ya da diğer ismiyle beyaz heteroseksüel erkekler rafına kurum kurum kurulur. Baldwin de oradadır muhakkak. Winterson dört yıl sonra “Vişnenin Cinsiyeti”ni yazar; kitap “Vişnenin Cinsiyeti ananas hakkında bir kitaptır.” cümlesiyle başlar. Winterson “Vişne”de kuir bir perspektifle yazar; tıpkı tarih ve zamanın ve mekanın kendisi gibi, cinsiyetler de meyveler için, insanlar için olduğunun aksine, bir özgürlük alanıdır. Örneğin muz her ne kadar bir erkeğe benzese de aslında bir kadındır. Bu masalsı tarihi romanın ana karakteri Jordan, bir bölümde, kara kirazı vişneye aşılar. Köpekkadın annesi kudurur bu duruma, “yaptığın o canavarın cinsiyeti ne olacak?” diye haykırır. Ağaç büyüdüğünde cinsiyeti dişi olmuştur.


“Bir yerin haritada olmaması ne fark eder ben orayı tarif edebildiğim sürece?” diye yazar Winterson. Kuir olmak, kuir üzerine yazmak tam da böyle bir şey. En azından yüzyıllar boyunca öyleydi. Bir çok kez içimizdeki duygunun karşılığını dünyada göremedik ve kuir yazarlar sayesinde biz de kendi memleketimizi bulduk. Romanlar, masallar, filmler ve şarkılar hep aynı ülkeyi anlatırken kuir yazarlar rüyalarında gördüğü bir kıtayı keşfetmeye çalıştı. Orada olduğunu biliyorlardı, bıraksalar elleriyle koymuş gibi bulurlardı ama dünya onlara deli muamelesi yaptı. “Bakın” derdiler bazen “bu elimde gördüğünüz şeftali buranın şeftalisi değil. Bu şeftali başka bir yerden, benim memleketimden geliyor.” Ama kimse onlara inanmazdı.

Şeftali, “Adınla Çağır Beni”de yeniyetme Elio’nun kafasını epey karıştırır. Sıcak bir öğleden sonra iki kadeh şarabın çakırkeyfliğiyle Elio, birkaç şeftaliyle birlikte yalnız kalmak için odasına çekilir. Başparmaklarıyla ikiye ayırdığı şeftaliyle mastürbasyon yaparken aklında hem yasak aşkı Oliver, hem de flörtü Marzia vardır. Bir süre sonra fantezisi herkes ve her şey hakkındadır, özellikle de şeftali. Şeftalinin cinsiyeti nedir? Elio şayet arzusunu tek bir cinsiyete yönlendirebilseydi her şey daha az karmaşık olacaktır belki. Elio orgazma ulaşır ve ardından uyuyakalır. Uyandığında yanında Oliver’ı bulur; şeftaliyi yemek istemektedir. Elio’nun Oliver, Marzia ve şeftaliden oluşan üç kişilik hayali, Oliver’ın şeftaliyi dişlemesiyle bir anda ikisinin gerçeğine dönüşecektir. Belki bu yüzden Elio uzun süre engellemeye çalışır Oliver’ı ama sonunda izin verir ve Oliver şeftaliyi yerken ağlamaya başlar. Hayatında yaşadığı en mahrem, en sevgi dolu anlardan biri olduğunu düşünür bunun. Elio hem Marzia’yla, hem Oliver’la, hem de şeftaliyle sevişmek istemiştir ama içlerinden sadece Oliver’a aşıktır.

Bu derin ve hüzünlü bölümde konuşulmayan bir şey vardır ki, “rubyfruit” (yakut meyvesi) nar için kullanılan ağdalı bir kelimedir, yani burada tadı alınan nardan biraz daha fazlasıdır. Daha önemlisi, nar ormanı diye bir şey yoktur.

İlginçtir ki, Rita Mae Brown’ın hem “Tek Meyve” hem de “Beni Adınla”dan yıllar önce yazdığı romanı “Rubyfruit Jungle” da bir büyüme hikayesidir. Hayatının ilerleyen yıllarında namlı bir feministe ve bir LGBTİ hakları savunucusuna dönüşen Brown, sağcı ailesini terk ederek üniversiteye girmiş, okuduğu okulda öğrencilerin ırka göre ayrılmasını isteyen yönetime karşı geldiği ve sivil haklar hareketine katıldığı için okuldan atılmıştır. Nihayetinde otostop çekerek New York’a gelir; yıllar boyunca kimi zaman evsiz kalarak New York Üniversite’sinde eğitimi tamamlar ve 70’lerin başında “Rubyfruit Jungle”ın yayınlanmasıyla kült bir isme dönüşür.


“Tek Meyve”ye benzer şekilde, “Rubyfruit” da henüz çocukken lezbiyen olduğunu anlayan, evlatlık bir çocuk hakkındadır; nitelim her iki yazar da evlat edinilmiş ve kendilerini evlat edinen aileler tarafından lezbiyenlikleri nedeniyle dışlanmıştır. Her iki karakter de hayatlarının bir noktasında heteroseksüel olmaları için “tedavi edilmeye” çalışılmıştır. Öte yandan “Rubyfruit”un ana karakteri Molly Bolt, cinseliğini çok daha sınırsızca yaşar. Kitabın sonlarına doğru, artık genç bir kadın olan Molly’ye seviştiği kadın bir soru sorar: Hiç fantezisi var mıdır? Yoktur, yani bir şey vardır ama bir fantezi sayılır mı, emin değildir?


“Kadınlarla sevişirken genitallerinin şey gibi, şey, eee, bir nar ormanı olduğunu hayal ediyorum. Kadınlar yoğun, zengin ve saklı hazinelerle dolu ve tüm bunların yanında, tatları güzel.”


Bir meyve çürürken de işe yarar


Kadın Molly’yi aşağılar, belki de cinselliği bu kadar çocuksu olduğu için lezbiyendir? Bu derin ve hüzünlü bölümde konuşulmayan bir şey vardır ki, “rubyfruit” (yakut meyvesi) nar için kullanılan ağdalı bir kelimedir, yani burada tadı alınan nardan biraz daha fazlasıdır. Daha önemlisi, nar ormanı diye bir şey yoktur. Nar ağaçlarının ömrü de boyları da kısadır. Bir kez daha, haritada olmayan ama kimilerimizin bildiği bir topraktan bahsedilmektedir. Yakut bir nar ormanında, narın ekşisini, tatlısını, kızılını ağzında hissederek yürümek; sadece bir kadının başka bir kadın için kurabileceği bir hayal.



Eşcinsel aşka dair bu üç anlatının da, yeniyetmelik ve açılmayla ilgili olması tesadüf değil. Hem edebiyat hem de sinema eşcinsel aşkı genelde ani, yasak, tutkulu ve kafa karıştırıcı tasvir eder. Kahraman sıklıkla gençtir, bazen çok genç. Çocuklukla yetişkinlik arasında, yaşayan için bir eziyet, atlatanlar içinse harcanmış bir hazine olan o küçücük aralıkta, değeri anlaşılmadan geçip giden bir özgürlük. Belki de heteronormativite ortadan kalktığında kimsenin birbiriyle yaşlanmak istemeyeceğine dair bir kabüldendir bu. Uzun yıllar birlikte olan, birlikte bir dünya, bir hayat, bir orman yaratan eşcinsel çiftlerin hikayesi çok nadiren çıkar karşımıza.


Veya belki de çürük bir meyve olmaktan çok korktuğumuz içindir. Oysa ki bir meyve çürürken de işe yarar. Örneğin ağacından kopardığınız bir muz, yahut yenemeyecek kadar ham bir avokado ancak bir elmayla yan yana kaldığında, onun çürürken saldığı gazla olgunlaşır. Elma yavaş yavaş kararır, küçük sinekler başına üşüşürken o bir yandan, hayata hazır olmayan bir muzun nişastasını şekere çevirmesine yardımcı olmaktadır. Sonra toprağa karışır, tıpkı ölen her şey gibi toprağı zenginleştirir. Keşke her ham meyvenin çevresinde olgunlaşmasına yardımcı olacak bir çürük elma olsa.


Çürük, ham ya da taze, bir meyve sadece paylaşmak için kesilmeli, asla dilimlenerek tektipleştirilmemelidir. Meyve elle ve dişle yenir. Suyu bütün çenenizi kaplamadıysa, elleriniz yapış yapış olmadıysa o meyvenin tadını çıkarmamışsınız demektir. Meyvelerin cinsiyetleri dışarıdan göründüğünden çok farklı olabilir ve bir meyvenin kokusu ve tadı asla taklit edilemez. Afiyet olsun.


* Tüm resimler: Hilary Harkness


Commentaires


bottom of page