Her Şeyin Hikâyesi: Gizli bir umut
S. Serdar Yegül yazdı: "Çevre ile ilgili konularda okumayı seviyorsanız, Richard Powers’in doğa, insan ve kültür ilişkilerini anlatan, 2019 Pulitzer ödüllü romanı, Her Şeyin Hikâyesi tam da size göre olabilir."
Öncelikle romanın bölümlerinden bahsetmek isterim. Roman; Kökler, Gövde, Dallar ve Tohumlar başlıklı dört bölümden oluşuyor. Ağaçların ve ormanların asıl kahraman olduğu romanda, ağaçların öyküleri insanların hikâyeleriyle harmanlanıyor.
Kökler bölümünde, on karakter ayrı ayrı alt başlıklarda tanıtılıyor. Bazılarını kısa kısa tanıtmak isterim. Çiftçi bir ailenin sanatçı olmak isteyen oğlu Nickolas Hoel (Nick) ile Olivia’nın yolları kesişiyor. Nick ve Olivia, “Hıristiyanlığın yarı yaşındaki” dev Sekoya ağaçlarının kesilmesini önlemek için, birlikte bu ağaçlardan birinin altmış metre yüksekliğine çıkarak günlerce orada yaşıyorlar. Çin’den göç etmek zorunda kalan bir ailenin Amerika’da yetişen mühendis kızı Mimi Ma, okulunu bitirmeye yakın okulunu bırakıyor ve mistik bir yolculuğa çıkıyor. Yolculuğu esnasında Douglas (Doug) Pavlicek ile tanışıyor. Orta öğrenim yıllarında bir ağaçtan düşerek tekerlekli sandalyede yaşamını sürdüren bilgisayar yazılım dâhisi Neelay Mehta, Sempervirens isimli bir şirketi kuruyor. Doğadan ilham alarak muhteşem bilgisayar oyunları tasarlıyor. Amerika'nın sayılı zenginlerinden biri oluyor. ABD’de yazdığı bir bilimsel makale yüzünden üniversite camiası tarafından bilimsel hevesi kırılan, bu yüzden zehirli mantarlar yiyerek intiharın eşiğine gelen ve kendini ağaçların neler söylediğini insanlara anlatmaya adayan Patricia (Patty) Westerford. Ağaçların da en az insanlar kadar hak sahibi olabileceğini hukuken ispatlamaya çalışan avukat Ray ve onun eşi Dorothy. Şimdi gelin, birlikte bu roman kişilerinin izlerini sürelim.
Kökler bölümünden itibaren yazar, insan hikâyeleriyle birlikte pek çok çevresel konuya da değiniyor. En beğendiğim bölüm olan Patricia’nın (Patty) hikâyesinin anlatıldığı bölümde Patty; “Yeraltındaki sayısız, binlerce kilometrelik canlı mantar iplikçiklerinden oluşan bir ağ sayesinde bağlantıda olan ağaçlar birbirlerini besleyip şifalandırıyor, bebekleri ve hastaları hayatta tutuyor,” diyor (s. 171). Dahası romanda, çevresel yazının duayenlerinden; Aldo Leopold, John Muir ve Henry David Thoreau’nun düşüncelerine ve Ovidius’un Dönüşümler eserine de yer veriliyor.
Gövde bölümünde yazar, roman kişilerinin yıllar içindeki gelişimini başarıyla veriyor. Tıpkı bir ağacın köklerinin birleşerek gövdesini oluşturması gibi, on kişinin öyküsü birleştirilerek birbiri peşi sıra anlatılıyor. Bu bölümde kişilerin ağaçlarla olan ilişkilerinin derinleştiğine ve ağaçların romanın merkezine doğru geldiğine şahit oluyoruz.
Örneğin Patty ağaçlardan söz ederken; “her biri kendine özgü, birbirini şekillendiren, kuşları besleyen, karbonu azaltan, suyu arıtan, topraktaki zehirleri filtreleyen, mikroklimayı dengeleyen, gelişmiş söz dağarcıklarına sahip o telaşsız, temkinli yaratıklar” (s. 330) diyerek bizi bilgi bombardımanına tutuyor. İnsanın dünyanın efendisi olmadığını gösteren şu sözleri ise oldukça ilginç; “İnsanlar zannettikleri gibi en üstün tür değiller. İklimi, bizzat havayı oluşturan, güneş ışığını yiyen, esas borusu öten – onlardan daha büyük, daha küçük, yavaş, hızlı, yaşlı, genç, daha güçlü – başka yaratıklar. Onlar olmazsa hiçbir şey olmaz,” (s. 332).
Gövde bölümünün sonunda, ağaçlar için ölümü göze alan çevre aktivistlerine dönüşen Nick, Doug, Mimi, Adam ve Olivia’dan oluşan beşli, Sekoya ağaçlarının tepelerine çıkarak o ağaçların kesilmesine engel olmaya çalışıyorlar. Beşlinin mücadelelerini okurken ister istemez aklıma Edward Abbey’in Sabotaj Çetesi isimli romanının geldiğini belirtmeliyim.
Dallar bölümüne geldiğimizde, dallar gövdeden nasıl farklı farklı yönlere doğru uzuyorlarsa, Nick, Doug, Mimi, Adam ve Olivia’nın da yolları da benzer şekilde ayrılıyor. Bu bölümde Nick; “(..) beğenmek ve beğenmemek tüketim kültürünün çomağı ve değneği (..)” diyor (s. 439). Ray ve Dorothy; “dünyanın kötüye gitmesinin nedeni tam da dünyadaki üstünlük savaşını, hiçbir romanın birkaç sorunlu insanın mücadelesi kadar ilginç ve inandırıcı gösteremediğine” dikkat çekiyor (s. 441). Doug; “Gezegenin milyarlarca yıllık tasarruf bonolarının bozdurulup şatafata, lükse harcandığını” dile getiriyor (s. 445). Yazılım dâhisi Neelay, ekibiyle birlikte geliştirdiği bilgisayar oyununun içeriğini sorguluyor. Elbette biz de romanın okurları olarak, dünyanın doğal kaynaklarını düşünerek bu sorgulamaya dâhil oluyoruz. Patty'nin kitabını okuyan Neelay, geliştirdikleri ve milyonlarca dolar kazandıkları oyunun aslında baştan sona yanlış bir düşünceyi temsil ettiğinin farkına varıyor: kaybetmenin olmadığı, sürekli biraz daha bir şeyler istiflemeyi, sürekli yükselmeyi, sınırsız ve amaçsız bir refahı hedefleyen, bir seviyeye geldikten sonra oyuna devam etmenin anlamsızlaştığı, bir finali olmayan bir oyun. Milyonlarca insanı kendine bağlayan saçma sapan bir oyun.
Romanın bu bölümünde, hak, tüketim, talep, ihtiyaç ve üstünlük gibi pek çok kavramın tartışıldığını görüyoruz.
Romanda bir ironi: Humboldt Kerestecilik Şirketi
Romanda hemen dikkatimi çeken bir ironi var. Modern bilimlerin, özellikle doğa bilimlerinin başlangıcı olarak kabul edilen Aleksander von Humboldt’un (1769 – 1859) soyadının, yazar tarafından yaklaşık bin yıllık Sekoya ağaçlarının kesiminden sorumlu şirkete verilmesi oldu; “Humboldt Kerestecilik”. Romanda ağaçların kökleri mantar iplikçikleri yoluyla birbirleriyle bağlantı kuruyorlarsa ve “Ormandaki bütün ağaçlar bir” (s. 554) deniyorsa, benzer şekilde, A. von Humboldt da şunları söylüyordu; “Doğa, fenomenlerin bütüncül etkileşim ve bağlantılardan ibaret bir birliktir. Sadece çevremizdeki en yakın tepenin şekline bakarak değerlendirme yapmayınız. Afrika Çölleri, Venezüella Çayırları ve Kuzey Avrupa fundalıklarının «tek bir doğa» resmini oluşturduğunu hatırlayınız”. Yazar şirkete; “Humboldt Kerestecilik” ismini vererek; bizim kendimize “biz hangi anlayıştan hangi anlayışa geldik?” sorusunu somamızı istiyor diye düşündüm.
Yazıyı, Richard Powers’ın “son söz”leriyle bitirmek isterim: “Dört milyar yıllık evrim sonucunda, konu burada kapanacak. Siyasi, duygusal, entelektüel açılardan, uygulamada: İnsanlardan önemli hiçbir şey yok, son söz bu. İnsanın açgözlülüğünü dindirmek mümkün değil. Yavaşlatmak bile mümkün değil. Birazcık durmak bile bu türün yapabileceği bir şey değil.” (s. 554). Bu cümleleri okuduktan sonra, ister istemez derin bir umutsuzluğa kapılıyor insan. Ancak bu umutsuzluğa hemen bir umut ışığı da yakıyor yazar: “En sağlam argümanlar bile insanın fikrini değiştiremez. Bunu ancak iyi bir hikâye başarabilir” (s. 563). Tıpkı romanda Adam Appich’in “yetmiş artı yetmiş” hikâyesi gibi. Yazarın hepimizi, duruşumuzla bir hikâye oluşturmaya davet ettiği söylenebilir.
Ağaçlar, insanlar ve kültür arasındaki bağları böylesine güzel bir şekilde veren, güzel ve akıcı dili ve çevirisiyle bir çırpıda okunabilen Her Şeyin Hikâyesi romanını okumanızı öneriyorum.
HER ŞEYİN HİKÂYESİ
Richard Powers
İthaki Yayınları, 2024
Çeviri: Kıvanç Güney
584 s.
댓글