top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Kurmacanın Eleştirisi, Eleştirinin Kurmacası

Ricardo Piglia’nın kendisi ile yapılmış söyleşilerden ve yazılardan oluşan Kurmaca ve Eleştiri kitabı kurmacayı işaret ederek eleştirel bağlamda sorulan şu soru ile dikkat çekiyor: “Peki her şey kurmaca gibi okunabiliyorsa, o zaman kurmacada kendine özgü olan nedir?” Tiempo Arjantin adına Monica Lopez Ocon’un, Ricardo Piglia ile 24 Nisan 1984’te yaptığı söyleşiye istinaden sorduğu dördüncü soru bu. Kurmaca Nasıl Okunur; bu soru başlığı esas alınarak kitabın tüm bölümleri, yapılan tüm söyleşiler ve deneme yazıları boyunca Ricardo Piglia edebiyat, edebi metinler ve yazarlar odağında, siyaseti ve kapitalimin gerçeklerini de kapsayacak şekilde içten, nitelikli ve edebi dünya adına neyin sürdürülebilir olduğu ile ilgili cevaplar veriyor. Kurmaca ve Eleştiri kitabında okura, polisiye bir romandaki dedektif gibi, kurmacanın gizemlerini çözmeye davet var. “Eleştirmen bir dedektif midir?” sorusuna Ricardo Piglia’nın verdiği yanıt şu oluyor mesela: “Birçok anlamda eleştirmen sorgulayıcı, yazar da suçludur.” Böylesine keskin bir cevabın nasıl oluşabileceğini anlatır şekilde, kurmacada kendine özgü olan nedir sorusuna verilen cevap ile ikna olmaya yaklaşıyoruz fakat kitabın son sayfasına kadar eleştirinin dozunu yükseltmeyi ihmal etmeksizin. Ricardo Piglia’nın cevabı ne mi oluyor? “Gerçekle kendine özgü ilişkisidir. Gerçekle kurmacanın kesiştiği bulanık alanda çalışmak ilgimi çekiyor. Çünkü her şeyden önce kurmacanın, örneğin bir bilim gibi sınırları belirlenmiş kendine özgü bir alanı yok.”



Kurmacanın ve Eleştirinin Laboratuvarı


Kurmaca ve eleştirinin aynı laboratuvardan çıkıp, kendi gerçekliklerine özgü yol alışlarından sonra yine aynı laboratuvara döndüğünü ilk elden söylemek gerekiyor. Suçlunun eninde sonunda suç mahalline dönmesi gibi. Bu durumun bir tür kendini gösterme, -bunu ben yaptım, ben yarattım dürtüsüyle hareket etme- veya bir tür katarsis (arınma) duygusu ile olabileceğini var saymak ve daha başka birçok sebeple düşünmeye başlayıp, yorumlamak hem kurgusal hem de eleştirel bazda önemli. Ricardo Piglia’ya sorulan, “Kurmacanın bir tür katarsis (arınma) olabileceği söyleniyor. Bu düşünceye katılıyor musunuz?” sorusuna verdiği yanıt şaşırtıcı. Konuyu eleştiri üzerinden bağladığı noktalar da: “Katarsis teorisine inanmıyorum. Eleştiriye gelince, bunun otobiyografinin modern biçimlerinden biri olduğunu düşünüyorum. İnsan okudukları üzerinden yorum yazabileceğine inandığında aslında kendi yaşam birikimini ortaya koyar. Bir tür Don Kişot, değil mi? Eleştirmen de aslında metni okurken aynı zamanda kendi yaşamını irdeleyip yeni bir kalıba döken ve onu yeniden yaratandır.”


Kendi yaşam birikimimiz ne? Çünkü onu (yaşamı) kendi düzen akışı içinde yeniden yaratmak, kalıbının içinden çıkarmak zor. Aslında bu soru edebiyat söz konusu olduğunda birkaç perspektiften ele alınmayı elzem hale getiriyor; yazarın kendisi, yarattığı kurmaca dünyası, aynı zamanda eleştirmen de olan okur ve salt okur olan okur. Dolayısıyla edebiyat söz konusu olduğunda sorulması gereken soru şu oluyor: Kendi yaşamımız hem yazar, hem eleştirmen hem de salt okuyucu ile kendi yaşam birikimimiz üzerinden nasıl bir yansıma ile gerçekliğimizin içine yuvalanıyor?


“Kitaplarımın nasıl okunması mı hoşuma gider? Okunduğu gibi, o kadar. Yazar, eserlerine ilişkin söylenenleri niye doğrulamak ya da düzeltmek zorunda olsun ki? Bir metni kim nasıl isterse öyle okur.” Ricardo Piglia söyleşilerinde yıl yıl daha katmanlı cevapların karşımıza çıktığını, yukarıdaki paragrafta bahsettiğim yuvalanmadan kurgu etkisinin yuva yaptığı her bir kişide (özellikle salt okurda) parmak izi kadar farklı etkilerle yansımalarını gerçekleştirdiğini, buna karşılık eleştiri noktalarında da (eleştirmen de olan okur) aynı şekilde kendine özgü ve öznel eleştiriler ile bir laboratuvar düzeninin çalıştığını görüyoruz. Edebi metinlerin, kurmacanın, eleştirinin, okuma ediminin laboratuvarına girildiği an gerçekliğin içinden edebi metinleri kaleme alan yazarların dünyasına da ister istemez giriyoruz ve anlıyoruz ki, Piglia’nın “sorgulayıcı” eleştirmene karşılık “suçlu” olarak nitelediği yazar laboratuvarın başat unsuru.


“Kitap yayımlayan yazar benzersiz bir deneyim gerçekleştirir. Bu yüzden sanatıma yönelik eleştirileri büyük bir ilgiyle okurum. Konuyla ilgili eleştiriler metinle eşzamanlı okunabilir. Okurların bir kitaba bakış açılarının çeşitliliği inanılmaz olduğu gibi, edebiyata göreceli bakış açılarını analiz etmek bakımından da faydalıdır. Değerlerin ve keyfi yargıların (üst üste de denk gelebilirler) ötesinde, birinin yazdığı kitap, ona yönelik eleştirinin odaklandığı bölüme veya okunduğu bakış açısına göre dönüşür ve bambaşka bir şey halini alır. Kitabın bu sorgulanış tarzını deneyimlemek dikkate değerdir.”


Edebiyatın laboratuvarı benzersiz düşünceleri ve duyguları mercek altına koyup inceler, her defasında yepyeni buluşlar eşliğinde. Bu laboratuvarda gerçekliğin içinden kurguyu yaratan, yazan, bütünleyen, bozan ve eseri her haliyle okumaya hazır hale getiren yazar varken işin gerçeğinin ironisi mahiyetinde şunu da söyler Piglia; “Edebiyat sadece okumak isteyenler olduğu için ortaya çıkmaz. Edebiyatın kendisi de okur üretir. Edebiyatın evrimi böyledir.

Edebiyatın kendisini üreten okurların başında yazar olarak Jorge Luis Borges başta olmak üzere William Faulkner ve Julia Cortazar sorularının ağırlıkla sorulduğu yazarlar üzerinden söz alıyor Piglia, bu yazarlara ilişkin düşüncelerini samimiyetle paylaşırken. Tabii ki Marcel Proust, Franz Kafka, Fyodor Dostoyevski, Vladimir Nabokov üzerine de konuşuyor soruları cevaplarken fakat Borges farklı bir yere konumlanıyor Faulkner ve Cortazar ile beraber. Borges için, “Olağandışı bir okurdu.” diyor. “Yüzünü gömdüğü sayfayı okuyan miyop okur pozuyla bir fotoğrafı vardır. Kitaba çok yakından, kendini alamayan bu bakış o bulanık siyah işaretlerin ne olabileceğini anlamaya çalışmaktadır.” Paragrafın bundan sonrasını Borges okumaları üzerinden okuma ediminin önemine binaen okur olmanın güzelliğini harika bir şekilde açıklıyor Piglia; “Detayları en ufak izleri bile gören okurumuz, yarım yamalak gördüğü o işaretleri sonra sanki haritada kayıp bir rotayı arıyormuşçasına birbiriyle ilişkilendirir. Sonuçta hep aynı sayfaları yani yazarların metinlerine ait aynı sayfaları okurdu ama yaklaştığı mesafeye bağlı olarak hep farklı şeyler görürdü”


Bu satırlara istinaden edebiyatın kendisi okur üretir ve edebiyatın evrimi işte tam da böyle oluşur, tam da Piglia’nın dikkatimizi çektiği yazar-okur, kurgu-eleştiri ekseninde gerçekleşenler gibi.


Toplumsal Edebiyat, Edebi İktidar, Kapitalizm


Dokuz söyleşi beş denemeden oluşan Kurmaca ve Eleştiri kitabı elbette sadece kurmaca, eleştiri, yazarlar ve okurlardan ibaret olamazdı. Üstelik Ricardo Piglia’nın bir Arjantinli olduğunu düşünürsek ve Amerika kıtasının güneyinde yer alan bu ülkenin ürettiği edebiyat metinlerinin Latin Amerika edebiyatını büyük ölçüde şekillendirdiğini, söylenecekler hiçbir zaman bitmez.


Ortaya çıkan edebiyatın toplumsal yapının yansıması olduğu, çoğaldığı ve kırıldığı noktaların da siyasi şekillenmelerle kendini göstermesi Latin edebiyatı açısından bilinen bir gerçek. Sadece Latin edebiyatı veya Arjantin üzerinden düşünüldüğünde mi böyle peki bu durum? “Politikacıların yerine düşünmek. Egemen eğilim bu. Entelektüeller sanki bakanmış gibi konuşuyor. İktidarı doğrudan uygulayanların kendileri komik duruma düşürdükleri bir üslupla ölçüp biçerek, vaatlerde bulunarak söz ediyorlar gerçeklikten.”


Toplumun edebiyatla, edebiyatın toplumla kurduğu ilişki yazar tarafından hangi toplum içinden yazılıyorsa yazılsın siyasetin bir parçasını veya büyük parçasını içinde barındırır diyor Piglia. Bu durumun paradoksal iz düşümleriyle ilgileniyor verdiği cevaplar boyunca. Dünya edebiyatında önemli pay sahibi olan Latin edebiyatının siyaset içindeki varlığının çok değerli olduğunu şu muhteşem tespitlerle anlatıyor: “Edebiyatın ölümüne giden diğer yol, kapitalist toplumun onu öldürme girişimidir. Bunun toplumsal politika-edebiyat ilişkisinde ortaya çıktığını düşünüyorum. Şakayla karışık hep derim ki, bu toplum, edebiyatı eline doğmuş bulmasaydı, onu yaratamazdı. Toplumsal açıdan bu kadar verimsiz, bu kadar özel, ekonomik açıdan değerlendirmesi bu kadar üç bir pratiği yaratmak kapitalist toplumun aklına gelmezdi.”


Alıntı yaptığım bu paragraf bir buçuk sayfa boyunca uzanıyor önümüzde ve edebiyat-siyaset–kapitalizm üçgeninin nasıl çalıştığını edebiyatın siyasi ve kapitalist düzeyde yerinin ve öneminin ne olduğunu bizlere açıklıyor. Nihayetinde öznenin ihtiyaç duyduğu şeyin sadece bir kağıt ve bir kalem olmasının toplumun en ifrit olacağı şey olabileceği gerçeği kurmaca ve eleştirinin gerçeğini de gözler önüne sermesi açısından önemli.


Kitaptan tek bir söyleşi seçmem gerekirse, niteliği, derinliği, seçilen konu itibariyle (Eleştirmen Olarak Borges konusuna odaklanılmış) katmanlara inmedeki başarısından dolayı, 1997 yılında Sergio Pastor Merlo ile yapılan söyleşiyi seçerdim. Ve bir eleştiri yapmam gerekirse Ricardo Piglia’nın kendisine sorulan sorulara karşılık veya denemeleri boyunca neredeyse hiç, kadın yazarları ve kitaplarını telaffuz etmiyor oluşu. Bir yerde, Sylvia Plath’dan bahsediyor ama verilen bir dizi örnek yazar arasında bir isim olarak geçip gidiyor Sylvia Plath, o kadar.


Ricardo Piglia’nın söyleşilerinin ve deneme yazılarının yer aldığı Kurmaca ve Eleştiri kitabı Murat Tanakol çevirileriyle Delidolu Yayınları tarafında bizlere ulaşıyor. Aynı yayınevinden Pınar Savaş çevirisi ile yayımlanan Yok Şehir ve Son Okur kitaplarını da okuma listenize ekleyin lütfen.


Evet, son nokta olarak, bu inceleme yazısı şu cümle ile bitebilir: “Edebiyat yaşamın çok daha şık bir biçimidir.”






KURMACA VE ELEŞTİRİ

Ricardo Piglia

Çevirmen: Murat Tanakol

DeliDolu, 168 s.

Ankara, 2021.


bottom of page