top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

"korkunç, cezalandırıcı bir anne"

Nagihan Kahraman Avustralya'nın önemli yazarlarından Helen Garner'ın Misafir Odası adlı romanı üzerine yazdı: "Roman vurucu şekilde başlıyor: Nicola ve Helen uzun yıllardır arkadaşlar ve Nicola kanser."

On beş yıllık arkadaşınız hastalığı sebebiyle şehir değiştirip yanınıza gelseydi ve ona üç hafta bakacak olsaydınız nasıl bir duygu hâsıl olurdu içinizde? Muhtemelen üzüntü... Onca yıl paylaşılanlar geçer zihninizden. Peki hiç ummadığınız şekilde sabrınız, "yeter!" deme eşiğiniz sınanırsa? O zaman ne olur? Bu yazıda tam da bu minvalde bir romanı konu ediniyorum. Helen Garner'ın 2008 yılında basılan bizde ise 2021 yılında çevrilen eseri Misafir Odası'ndan söz ediyorum. Helen Garner; 1942 doğumlu, Avustralya'nın önemli yazarlarından biri. Hayatı boyunca Melbourne Edebiyat Ödülü, Windham-Campbell Ödülü, Australia Council Edebiyatta Yaşam Boyu Başarı Ödülü gibi ödüllere lâyık görülmüş. Geçen yıl, yazarın ilk kez Çocuklar İçin Bach kitabı basılmıştı Yapı Kredi Yayınları'ndan. 1984 tarihli bu romana pek ısınamamıştım ancak aynı yıl, yazardan bir roman daha basılınca ve çevirisi de Roza Hakmen'e ait olunca okumaktan geri duramadım. İyi ki de öyle olmuş, inanılmaz iyi bir üslûp ve etkileyici bir tema bir araya gelmiş çünkü bu kitapta.



Roman vurucu şekilde başlıyor: Nicola ve Helen uzun yıllardır arkadaşlar ve Nicola kanser. Bağırsaklarındaki tümör zamanla başka organlarına da sıçramış. Uzun yıllar süren kemoterapi ve radyoterapi tedavilerinden bir sonuç alamayınca kendini alternatif tıbba vermiş Nicola. Bu sebeple yaşadığı Sydney'den Helen'in yaşadığı Melbourne'a geliyor üç haftalığına. Başta her şey çok üzücü fakat bir yandan da yapılacak olan basit: Nicola gelecek, üç haftalığına tedavi sürecinde Helen ona destek olacak ve bitecek. Oysa ki her şey bu kadar kolay olmuyor Helen için, bir anda karmaşıklaşıyor süreç. Çünkü ne kadar yakın arkadaş olsalar da Helen ve Nicola birbirine zıt karakterlere sahip iki kişi. Nicola'nın büyük bir ihtaşla istediği C vitamini yüklemesi, kahve lavmanı gibi uygulamalar Helen'e hiç akıl kârı gelmiyor ve bu işlemleri yapan enstitüdekiler her geçen gün gözüne şarlatan olarak görünmeye başlıyor. Öte yanda ise gözü kapalı hâlde kendini bu kişilere teslim etmiş arkadaşı var. Evinin bir odasını misafir odası olarak düzenlemiş bir arkadaşın durumu, bir noktadan sonra misafir ağırlamaktan hasta bakıcılığına evriliyor. Peki Helen tüm bu süreçte tek başına ne yapacak, nasıl baş edecek? Kendi kızını, damadını ve özellikle küçük torunu ile işini ihmal etme pahasına arkadaşının her anında yanında olan Helen, sadece haftalar içinde kendini arkadaşının karşısında, onunla inatlaşan ve hatta onun deyimiyle arkadaşına "korkunç, cezalandırıcı bir anne"ye dönüşmüş biri olarak bulur. Birbirleriyle inatlaşmaları nereye varacak, ezici hasta psikolojinin üzerinden nasıl birlikte kalkacaklardır?


Romanın ana izleklerinden biri ölüme yaklaştıkça bunu reddetme ve bu durumdan kaçma hâli. Kaba taslak ifade edilen bu durum romanda iki kadının zıtlaşmaları üzüntü hissinin zamanla öfkeye dönüşmesi ile ifade edilmiş. Ölümden, kendini kandırarak kaçma yolunu seçen Nicola, aslında savunma mekanizmalarını kullanıyor. Fakat bir iki hafta içinde iyileşeceğine inanmak ve hastalığını yok saymak hem tedavisini ihmâl etmesine sebep oluyor hem de bu "toksik iyimserlik" hâli ona bakım veren kişide sinir bozucu bir his yaratıyor. Öte yandan aynı yaşta olmalarına rağmen -ikisi de altmış yaşlarında- kanser veya ona benzer ölümcül bir hastalık taşımayan Helen'in Nicola'yı anlaması imkansız elbette. Kaçma hâli mantıksız geliyor fakat Nicola kendince mantıkla çözülebilecek raddeyi çoktan geçtiğini düşünüyor. Helen hâlâ işi olan, çevresinde onun ilgisine ihtiyacı olan insanlar olan aktif bir kadın. Nicola ise Helen'in olmayan yönü olarak tasvir edilmiş. Hayatı boyunca anı yaşamış, gezmiş, çalışmış ama çalıştığını harcamış fakat geleceğe bir aile bırakmamış "köksüz" biri. Kaybedeceği bir şey yok esasında kendinden başka. Bu sebeple o da şimdi tutunuyor hayata belki de sıkı sıkı. Romanda yazar bunu da sorgulamamızı sağlıyor elbette. Başarı ölçütlerimiz illa toplumun kabul ettiği kriterlere göre mi olmalı? Yani Helen başarılı, Nicola kaybeden mi? Roman boyunca satır aralarında bunu sorguluyoruz ve metnin dili tamamen Helen'in bakış açısından kurulmuş olsa da çoğu zaman Nicola'nın yerine de koydum kendimi okurken. Arkadaşınızın hastalığına üzülürken bir yerden sonra tahammül edememeye dönen bu ilişkinin sağlamlığı Helen'in Nicola'ya söylediği sözler ile sınanıyor adeta:"'Beni dinler misin yahu?' diye bağırdım avaz avaz. 'BEN BUNU YAPAMAYACAĞIM.'" (s.102) İşte bu sözler aracılığıyla tam da romanda Helen'in dediği durumu görüyoruz; en yorucu duygu keder mi yoksa öfke mi?


MİSAFİR ODASI Helen Garner

Yapı Kredi Yayınları, 2021 Çeviri: Roza Hakmen

112 s.

bottom of page