top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara

Modern yalnızlığın felsefesi: Bu benim yalnızlığım




"Yalnızlığın Felsefesi, yalnızlığın özüne inmemizi sağlarken, başkalarıyla ilişkimiz üzerine düşünebileceğimiz ve onlara gerçekten ne kadar ihtiyacımız olduğunu hissedebileceğimiz bir alan yaratıyor."

Aynur Kulak, Korkunun Felsefesi, Sıkıntının Felsefesi ve Hayvanları Anlamak gibi kitaplarıyla tanıdığımız Norveçli filozof Lars Svendsen'in Türkçeye yeni çevirilen çalışmasını değerlendirdi.



“Karakter dışında her şey tek başınalıkta kazanılabilir.” Stendhal


Lars Svendsen kitabı Yalnızlığın Felsefesi, “Yalnızlık hakkında bildiğimi düşündüğüm neredeyse her şey yanlış çıktı,” cümlesiyle başlıyor. Yalnızlık kavramı, içinde netlik barındıran kavramlardan biri. Svendsen’in cümlesini okuduktan sonra kitaptan kafamı kaldırıp düşünmeye başlıyorum bu yüzden. Bir sorun mu var? Bu arada kitabın kapağına ve adına göz gezdirirken dikkatimi çeken bir şey yeniden aklıma geliyor. Kapağa dönüyorum. Kitabın adı, evet! Bir tuhaflıktan veya bir sorundan ziyade yalnızlık adına bir anlam farklılığı var sanki. Kitabın adı felsefi açıdan ve konu olarak sıkça işlendiği şekliyle Yalnız(lık) Felsefesi değil; Yalnız(lığın) Felsefesi. Bu kitapta yalnızlık ile ilgili şimdiye kadar yazılanlardan farklı olarak, yalnızlık konusunu içeren değil, yalnızlığa “ait” olan bir şeyler var sanki.

Yalnızlık bize ait olan tek duygu olabilir mi? Tabii ki, elbette. Aynen, yalnızlık kavramının net tanımları içermesi gibi yalnızlığın duygusu da nettir ve kişinin kendisini ait hissetmesiyle ilgilidir. Bağlılıktır bu, -bağımlılık değil- ve durumun böyle olması da –maalesef- onu ya çok sahiplenmemize ya da ondan çok korkmamıza sebebiyet verir. Ezcümle, net bir şekilde her şeyiyle sadece bize ait olan fakat bütünüyle sahip olduğumuz halde paylaşamadığımız ya da paylaşmak istemediğimiz şeyin adı da olan yalnızlık senfonimiz üzerine söylenecek çok şey var. Buyurun başlayalım.


Sosyal bir varlık olarak yalnızlık


İnsan sosyal bir varlıktır. Ve tam da bu yüzden, yalnızızdır. Ne kötü değil mi? Fakat hemen ardından bizi kendi köşemize değil de ters köşeye götüren soru ile yüzleşmemiz gerekebilir: Kötü mü gerçekten? Yalnızlığın özünü kavrayabilmek adına yüzleştiğimiz bu soru her kavram ve duygunun popülerleşmesi meselesine götürüyor bizleri. Yalnızlık konusunda da her şey, her kavram ve herkes popülerleşti. Bir tek şey hariç, yalnız olarak orada duran kişi çağı ne olursa olsun popülerleşmedi. Mevzu tüm bunların iyi olması veya kötü olması değil aslında, konunun özünü kavramak önemli, yalnızlığı yani. Lars Svendsen bu yüzden sekiz bölümden oluşan Yalnızlığın Felsefesi kitabının ilk bölümünü Yalnızlığın Özü olarak belirliyor ve konuya buradan bir giriş yapıyor.


Svendsen ilk olarak, yalnızlığın tam olarak ne olduğunu, kimlere tesir ettiğini, yalnızlık hissinin neden doğduğunu, neden kolayca geçmeyip sonra da kaybolduğunu, hem bireyler hem toplum olarak yalnızlıkla nasıl ilişkilenebileceğimizi keşfetme girişimleri üzerinden ele alıyor ve kitabın odak noktalarını da bu yapılar üzerine yerleştiriyor. Yalnızlığın bir duygu olduğunu akılda tutmanın önemli olduğunu çünkü sık sık başka olgularla karışabileceğini vurgulayıp, “bilhassa tek başınalıkla” diyen Svendsen, yalnızlık ve tek başınalık ayrımının itinayla yapılması gerekliliğine dikkat çekiyor.


Üzerinde durulan bu fark/ayrım çok önemli, zira tek başına olmak ile yalnız olmak mantıksal ve deneyimsel açıdan birbirinden bağımsız Svendsen’e göre. Tek başına olmak temelde sayısal ve fiziksel bir terimdir, bir kişinin başkalarıyla çevrili olmadığı olgusundan daha fazlasını belirtmez ve tek başınalık bir olgunun olumlu mu olumsuz mu olduğu konusunda herhangi bir değerlendirme yapmaz. Yalnız ise daima değer yüklüdür ve çoğunlukla olumsuz hallerde ifadesini bulur. Bu sebeple, “tek başına olmaktan zevk aldığımızı” söyleriz ve bu durum “yalnız” kavramı karşısında tek başına olmanın sahip olmadığı duygusal boyutu içermesiyle ironiktir.


Bazen çok yalnız hissedersin



Hissetmenin tınısı zayıfmış gibi gözükse de yanından öylesine geçip gidemezsiniz. Yalnızlık hissi de buna izin veren bir duygu değildir zaten. Bunca kalabalık içinde bu hisse kapılmanın çaresizilğini de deneyimler insan. Yalnızlık her sosyal mekânda ikamet eder, diyor Svendsen. Bir deneyimi başkasıyla paylaşsak bile bir deneyimin sadece bize ait olan ve asla bütünüyle aktaramayacağımız yanları vardır. Bu yüzden Sevendsen kitabın son dört bölümünü, Yalnızlık, Dostluk ve Sevgi; Bireycilik ve Yalnızlık; Tek Başınalık; Yalnızlık ve Sorumluluk başlıklarından oluşturmuş.


Kitabın son dört bölümünde öne çıkan temel nokta şu: İnsan, “Ben” yapısı içerisinde, aile içinde, sosyal ortamında, arkadaşlık, dostluk ve aşk ilişkisi içinde kendini nasıl hisseder ve yalnızlık duygusu ile birlikte kendini nereye konumlar? İnsanın “Ben” yapısı kesinlikle çok zorlayıcıdır ve bizler bu “Ben”i edebi metinler içerisinde de sıkça okuruz. Lars Svendsen bu noktada varoluşçu akımın teorisyenlerinden Karl Jasper’in çalışmalarından örnek vererek ilerliyor: “Karl Jasper’in felsefesinin merkezi kavramlarından biri yalnızlıktır. “Ben” olmak yalnız olmak anlamına gelir, diye yazar. Her kim “Ben” derse bir mesafe tesis eder, kendisinin etrafında bir daire çizer. Yalnızlık çalışması Ben’in çalışmasıdır. Yalnızlık ancak bireylerin olduğu yerde vardır. Bununla birlikte, bireylerin olduğu yerde, hem bireysellik arzusu (ve eşliğinde yalnızlık özlemi) hem de bireyliğin yarattığı ıstırap (ve eşliğinde yalnızlıktan kurtulma özlemi) vardır. İnsan onu hem rahat yalnız bırakılmaya hem de başkalarıyla derin bir aidiyet paylaşmaya iten içsel bir çelişki taşır. Jasper’e göre hem başkalarından ayrık olma bilincine hem de karşılık olarak iletişim yetilerimize ayrılmazcasına bağlıdır.”


Bazen çok yalnız hissederiz evet, çünkü ayrılmamacasına bağlı olduğumuz şeyler, “Ben”ler bize böyle hissettirir. Bireycilik de burada devreye girer ve sorular art arda gelir. “Ben” ve “Birey” insanı bencilliğe sürükleyen bir yalnızlık duygusundan mı gelir? Özellikle içinde bulunduğumuz çağ düşünüldüğünde yalnızlık cemaat kültürünün altının oyuluşuna yenik mi düşüyor yoksa? Ya da daha önemli bir soru olarak yalnızlık özellikle modern ve geç modern bireye musallat olmuş bir duygu mudur?


Liberal birey nedir? Svendsen, bir yer ve zamanda birden, öylece ortaya çıkmamıştır ve hala gelişmektedir der liberal birey için ve deva eder: “Ulrich Beck şöyle yazar: “Tam gelişmiş modernliğin temel figürü tek kişidir. (single person)” Ya da başka bir deyişle “birey” Liberal birey tarihsel bir gerçekliktir.” Çağımızda gelişen ve gelişmeye devam eden yalnız birey “özel biri” olmalıdır. Aynı Nietzche’nin şu cümlesiyle ifade ettiği gibi diyor Svendsen: “Olduğun kişi haline gelmelisin.” Salt bir liberal birey değil, kendini şekillendirmiş bir kendi olma hali. Bu anlamda liberal birey edebiyat türlerinin konusu olmuştur. Yalnızlıkla cebelleşirken kendine yabancılaşan kurmaca karakterler 20. Yüzyılın edebi gündemini oluşturmuştur.


Bu senin yalnızlığın


Yalnızlığın Felsefesi, yalnızlığın özüne inmemizi sağlarken, başkalarıyla ilişkimiz üzerine düşünebileceğimiz ve onlara gerçekten ne kadar ihtiyacımız olduğunu hissedebileceğimiz bir alan yaratıyor. Günümüzün ultra modern insanının yalnızlığını kitap kapağında sarkan kulaklıktan tanıyoruz mesela. Çünkü o kulaklığı takarak diğerleri ile muhatap olmayacağımızın sinyalini vererek çıkıyoruz her sabah evden.


Korkunun Felsefesi (Redingot Yayınları), Kötülüğün Felsefesi (Redingot Yayınları), Sıkıntının Felsefesi (Bağlam Yayınları) ve Hayvanları Anlamak (Redingot Yayınları) kitaplarıyla tanıdığımız Lars Svendsen tüm kitaplarını tavsiye ederim. Ve tabii ki değinmeden bu yazıyı bitirmeyeceğim, Lars Svendsen’in Kötülüğün Felsefesi hariç tüm kitaplarının çevirisinde imzası olan Murat Erşen’e, dipnot kısımlarına varana kadar yapmış olduğu ince işçilikle dolu, detaylı, temiz, nitelikli çevirisi için teşekkür etmek isterim.


Norveçli bir filozof olan Lars Svendsen neredeyse marka değeri taşıyan Norveç Yalnızlığı üzerinde de duruyor elbet ve yalnızlık üzerine her çağda geçerli olacak şu cümlelerle bitiriyor kitabı: “Başkalarının sizi tanımasına o kadar da bağımlı olmayacağınız ama aynı zamanda başkalarını arayıp bulacağınız ve kendinizi onlara açacağınız şekilde kendinize bel bağlamayı öğrenmek suretiyle yalnızlık azaltılabilir. Yine de yalnızlık zaman zaman tokat gibi çarpacaktır. Bu sorumluluğunu almanız gereken bir yalnızlıktır. Çünkü her şeye rağmen bu sizin yalnızlığınızdır.”


YALNIZLIĞIN FELSEFESİ

Lars Svendsen

Çeviren: Murat Erşen

Redingot Yayınları, 216 s.

İstanbul, 2021.


bottom of page