top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Geçmişten Günümüze Gelen Bir Aile "Miras"ı

Nagihan Kahraman

Son zamanlarda büyük yayınevlerindense butik yayınevlerini daha sık takip eder oldum. Özellikle çeviri eserlerde çok başarılı bulduklarım var içlerinde. Siren Yayınları, bunlardan biri. Geçtiğimiz günlerde de Norveçli yazar Vigdis Hjorth'un Miras adlı romanını dilimize kazandırdılar. Norveç'te oldukça ses getiren eser, birçok dile çevrildi ve İngilizce çevirisi ile de 2019 yılında Amerikan Ulusal Kitap Ödülü'ne aday gösterildi. Çevirisi Dilek Başak'a ait olan Miras, yazarın Türkçedeki ilk kitabı.

Kitap adından da anlaşılacağı üzere somut olarak bir aile mirasını temel alan fakat bununla birlikte geçmişte yaşanmış tatsız olayların da su yüzüne çıktığı bir roman. Ana karakter Bergljot'un kendisinden büyük bir erkek kardeşi -Bård- ve iki de küçük kız kardeşi -Astrid ve Åsa- var. Bu dört kardeş ellili yaşlarını sürmekte ve iyice yaşlanmış anne babalarının vasiyetleri konusunda çatışmaktalar. Aslında miras dağılımı yaşanan tüm gerginliğe yalnızca bir sebep. Birbirleri ile artık samimi olmayan bu kardeşler anne babaları tarafından da farklı muamele görmüşler senelerce. Ebeveynlerinin desteğini hiç göremeyen ağabey Bård ve yirmi küsur yıldır ailesiyle görüşmeyen Bergljot'un karşısında mirastan daha fazla pay alacak olan küçük kız kardeşler durmaktadır. Onlar kendisi gibi kara çalı değil çünkü Bergljot'a göre. Senelerdir susan Bård bu sebeple birbirleriyle iletişimi yeniden başlatır. Anne ve babaları Bråteveien'de yaşamakla birlikte Hvaler'de iki de kulübeleri vardır. Hvaler, Norveç'in Viken ilçesinin içinde bir belediye. Yazları burada geçiren aile üyeleri, buradaki iki kulübeyi iki küçük kızlarına bırakmaya karar verir. Bu kulübeler, konumları ve kullanım amaçları açısından bizdeki yazlık evler gibi düşünülebilir. Buraya kadar olan kısım romanın kısa bir girişi. Aileyle görüşmemenin ve yeniden alevlenen tartışmaların sebebinin sırf mirası bölüşememeden ibaret olmadığını, altında başka sebepler olduğunu yazar sık sık sezdiriyor okuyucuya. Bu sebeple Miras aile olmaktan öte, olamayışı gözler önüne seren bir roman. Sorunlu anne-kız, baba-kız, baba-oğul ilişkileri ve kardeşler arasındaki çekişme... Hepsinden var bu romanda. Herkesin sorunu da farklı esasında. Derdi toplumun ne düşüneceği olan, hayat boyu bu düsturla hareket eden bir anne, kocasının ve kendisinin yaptıklarını kolayca yok sayıyor ve gerçeklerle yüzleşmekten kaçıyor devamlı. Bu sebeple de sürekli agresif; bir noktadan sonra kaçacak yer bulamıyor ve ilaç içip hastanelik olmaya sığınıyor. Baba ise annenin aksine ketum ve aileden uzak. Anne-babanın ev içindeki bu hâlleri kardeşler arasındaki bağın da zayıf kalmasına sebep oluyor senelerce.


Toksik bir aileye sahip çocuklar neler yaşar ve yetişkin olduklarında bile çocukluklarında maruz kaldıkları şeyler unutulur mu? Unutulmayacağını, duyguların geri geleceğini Bergljot'tan öğreniyoruz. Çeşitli dergilerde yazılar yazan, tiyatro eleştirmeni bir kadın var karşımızda. Kariyer sahibi ve güçlü. Fakat büyüdüğü evden uzaklaşmış seneler önce çünkü beş yaşından yedi yaşına kadar yaşadıklarından ve sonrasında olanlardan ancak bu şekilde kaçabilmiş. Burada kaçmak mı yoksa bir nevî kovulmak mı? sorusu geliyor aklıma. Bir baba ve annenin çocuğunun hayatında travmalara sebebiyet vermesi fikri korkunç. Bu romanda çocuğun bedeninde ve yüreğinde meydana gelen hasarlar, gazetelerde çoğu gün okuduğumuz haberlere benziyor. Bir çocuğun istismar edilmesine annesinin toplum baskısı sebebiyle susması ve kendilerini koşulsuz seven kızlarını da ailesiz kalmakla susturması, bilinçaltına ittiği bu endişelerin küçücük bir işaretle yeniden canlanması kaçınılmaz.

Yazarın bilinçdışına önem verdiğini karakterin cümlelerinden anlıyoruz. Freud ve Jung'a oldukça hâkim Bergljot. Zaten yazdığı bir cümleyle hastalandığına, bu cümlenin onu geçmişe yani korkularına götürdüğüne şahit oluyoruz. Çocukluğuna saplanıp kalan kadın anne-babasından kaynaklanan korku ve endişelerine günlük hayatın pratikleri esnasında bile geri dönüyor; bu oldukça etkileyici. Ayrıca romanda rüyaların da büyük yeri var. Rüyalarında karşısına sıkça çıkanlardan biri yine annesi. Yıllar önce yaşadıklarını "aileyi kaybetmemek" için yok saysa da küçücük bir kıvılcım geçmişi harlamaya yetmiş ve bastırdığı şeyler gün yüzüne çıkmıştır. Geçmişte yaşadıklarının bugününü yönetmesinden kurtulmak amacıyla da psikanaliz tedavisine başvurur. "Haftada dört gün divana uzandım ve kah acıdan, utançtan kah günlük ıvır kıvırdan konuştum. Aydınlanmalar yaşadığım da oldu."(s.109) der o süreç için. Jung'un, bilinçaltının kocaman bir tarih deposu olduğundan, kendisinin de bir çocuk odası olduğundan söz ettiğini söyledikten sonra "Ben de çocuk odasından çıkmak istiyorum! Çocuk odasından çıkmama yardım edin!"(s.235) der Bergljot da. Fakat en çok yardımı olacak kişi yine kendisidir.


Vigdis Hjorth'un dili sakin, soğuk ve vurucu. Bir aile trajedisini yıllar öncesine giderek tekrar tekrar yaşayan ve anlatan bir karakter için fazla sakin cümleleri var yazarın. Ancak kısacık cümlelerle o kadar keskin şeyler söyleyebilmek büyük beceri. Kitapta bazı sayfalar iki üç dört cümleyi geçmiyor. Yazarın bu minimal üslûbu okuyucuda büyük etki bırakmaya yeterli. Örneğin bir sayfada yalnızca şunlar yazılı: "Prøysen'in Lambadaki Ardıçkuşu romanındaki Gunvor'ın şakağında bir yara izi vardır. O, sık sık bu yaraya dokunur, yarasını sevip okşar. Yaramı sevip okşuyor muydum ben?" (s.277) Öte yandan roman bir geçmişte, bir günümüzde geçiyor. Olanları böylece biz zihnimizde tamamlıyoruz. Doğrusal bir zaman akışının bulunmayışı, dikkatimizi her an uyanık tutuyor. Yazar, bir filme de değiniyor romanda: Festen. Türkçeye Şölen adıyla çevrilmiş olan 1998 yapımı film, kitabın temasıyla ortak bir paydada bulunuyor. Bergljot da filmdeki karakterle kendini kıyaslıyor sık sık. Bana ise bu kitap, Claire Keegan'ın Mavi Tarlalardan Yürü adlı kitabındaki "Ayrılık Hediyesi"ni hatırlattı. Bergljot'un çocukluğundan bir kesitin İrlanda kırsalındaki hâli gibi bu öykü adeta.


Vigdis Hjorth, evrensel bir meseleyi, Kuzey Avrupa edebiyatının sakin anlatımını kullanarak bize sunuyor. Okunduğunda huzursuz eden bir roman Miras; okuyucuyu konfor alanından çıkarıp üzerine ayrıntılı düşünmeye sevk ediyor. Yazarla tanışanlar, yazarın hem üslûbunu hem konuyu ele alış şeklini tahminimce çok seveceklerdir.



bottom of page