top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Özlemler, kırgınlıklar ve birikmiş öfkeler

Ali Bulunmaz, Gökçe Gündüç'ün yeni öykü toplamı Nankör üzerine yazdı: "Gündüç’ün öykülerinde geçmişe dönenler kadar geleceğe seslenen, hatta ileriki yaşlarına mektup yazan ve ebeveynlerinin hatalarını tekrarlamamaya söz veren karakterlerle karşılaşıyoruz."


Ali Bulunmaz


Bir çocuk annesiyle büyür, onu kaybedince olgunlaşır, derler.

Annenin varlığı da yokluğu da çocuğun bugününü ve geleceğini belirliyor; ya boşlukta süzülen bir ömrün kayıp öznesine dönüşüyor ya da ömrü zenginleşip hayatı öğreniyor.

Gökçe Gündüç, yeni öykü toplamı Nankör’ü “Ruh ikliminin vahşi coğrafyalarında -gece inen kâbuslara rağmen- büyümek ve büyütmek için çırpınan Anadolu annelerine” ithaf etmiş. Kitapta annelere dair öyküler de var ilişkilerin gerilimli anlatımlarının yanı sıra karanlıklar, iç sıkıntıları ve girdaplara direnişler de…




Gerçekliğin kıyılarında tuhaf dengesizlikler

Gündüç’ün öykülerinde geçmişe dönenler kadar geleceğe seslenen, hatta ileriki yaşlarına mektup yazan ve ebeveynlerinin hatalarını tekrarlamamaya söz veren karakterlerle karşılaşıyoruz. Küçük yaşına rağmen büyük bir olgunlukla gördüğü yanlışları yorumluyor ve özellikle anneleriyle ilişkilerine dair çözümlemelere girişiyorlar. Hâliyle tortular ve kabuğun altında hâlâ yaş kalmış yaralar açığa çıkıyor. Kendisiyle gurur duyulmasını bekleyen evlatlarla birlikte, azar işitmekten korkan ve bu endişeyle bir ömür geçirme tedirginliğine kapılan çocuklar dikiliyor karşımıza. Tesadüfen karşılaştıkları aile içi ve dışı sırlar da cabası.

Gündüç, ilişkilere yoğunlaşmış Nankör’de. Geçmişin kapılarını aralayan, karşılaştıklarına şaşıran, üzülen ve tebessüm eden karakterlerle kurgulamış hikâyeleri. Kimi zaman çocukların gözünden ebeveynlere kimi zaman ise

“yaşantıların iplerini avuçlarından kaçırmayan bir yetişkine dönüştüm çoktan, hiç çaresiz kalmayan, hiç yetersiz hissetmeyen”

diyenlerin gözünden dünyaya bakıyor: “Akşam olur, yatağa girerim. Yanıma uzanan kendi annem değil, babamınki. Ben öyle hemen uyuyamam babamın annesi gibi. Raflardaki bebeklerle birlikte benim gözlerim de açık. Belki binlerce yıl düşündükçe düşünürüm sonra, oyuncaklarıma annelik ederken unuttuğum kimsesizliğimi, beslerken onları, koynumda uyuturken nasıl çoğaldığımı, annemin beni bir başkasına nasıl olup da bıraktığını. Düşündükçe düşünürdüm, kim bilir ne kadar yalnızdır. Gözlerimi açık tutardım, ta ki artık tutamayana dek. Fakat büyüdüğümden beri başka.”


Nankör’de kırgınlıklarla, özlem ve birikmiş öfkelerle yüzleşiyoruz; toprağın altında olanlar ile üstündekilerin bitmeyen didişmesi de hayattakilerin gidenleri yâd edişi de metinlerin önemli bir parçası: “Bütün oyuncaklarla en az bir kez oynamak, en sevdiği çizgi filmleri en az bir kez izlemek gerek. Bir günü ancak bu uğraşlarla bitirebilirim çünkü, düşlediğim bu başka boyutta, bu meşguliyetler sayesinde katlanabilirim yaşamaya; kızımı büyütebileceğim, alnından silinmiş ömrü günbegün ona geri verebileceğim bu saklı evrende, onun hayaliyle yaşlanabilirim yaşlanacaksam. Bütün bahar dallarına, denizden esen bütün rüzgârlara rağmen beni teselli edemeyen dünyanızda değil sizin. Ama farkındayım; onu sokaklarda bulamayacağımı, gerçeğin nerede bittiğini, hayalin nerede başladığını biliyorum. Evet, bildiğimden hep emindim.”


Kıymet bilen ve bilmeyenleri de karşılaştırıyor Gündüç; bir tarafta evladını yitirenler, diğer tarafta üstüne titredikçe çocuklarına bir türlü yaranamayanlar bulunuyor. Yaşamın ortasından tuhaf dengesizlikler âdeta. Zaten öyküler de bu anlamda gerçekliğin kıyılarında konumlanıyor.



"Çember içinde çember"

Nankör’de yalnızca anneler ve çocuklar arasındakiler değil, ebeveynlerin birbiriyle ilişkisi de bulunuyor. Geçmişten gelen hesaplaşmalar, kapanmamış defterler ve hatıralar, çoğunlukla çocukların gözünden anlatılıyor. Zamanı geldiğinde ve uygun ortam oluştuğunda, her şey bir sel gibi geliyor: “Beni yüreklendirmek aklınıza neden gelmedi peki hiç? Biraz cesaret verseydiniz liseyi Fransa’da, üniversiteyi Almanya’da okuyamaz mıydım ben de? İngiltere’de doktora yapıp İtalya’da evlenemez miydim? Sizsiz yaşayamayacağıma inandırdınız beni, bir çocuğun annesine inanmaması mümkün mü? Sonuçta ne eş olabildim ne de anne. Köşk bir oyuncak ev, ben de içindeki bebek, dedi kızgınlıkla…”


İki kişi arasında yaşananların derinlerinde aile hikâyelerini görüyoruz. Gündüç, geçmiş-şimdi bağlantısı kurarak zaman atlamalarıyla ve güçlü olay örgüleriyle karşımıza çıkarıyor bu hikâyeleri. Mesela gerçeklerden sıkılanlarla kurduğu hayalin gerçekleşmemesinden yorulanlar, ince bir çizginin iki tarafında konumlanabiliyor. Bir başka örnek ise huzurlu bir yaşam düşleyenler ile yaşadığı aşkların birbirine benzediğini düşünenlerin teması. Onların ortak noktası, büyüterek büyümeyi istemeleri. Bu arzu, bazen bir hayal olarak kalıyor bazen tam manasıyla değilse de gerçeğe dönüşüyor.


Gündüç’ün öykülerinde, hatırlama ve anımsamanın çemberinde kısılıp kalma önemli bir unsur. Bazen insanları bazen mekânları bazen de her ikisini hatırlayan karakterlerden, bu döngüden hiç çıkamayacakmış gibi bir hisse kapılanlar oluyor; rüyayla gerçek arası, dehşetli bir durum bu: “Bir kez daha çocukluğumun geçtiği evdeyim. Bir türlü kaçamadığım merkezi evrenimin. Geride kalanları düşünmemeye çalışarak, ümitsizliğe kapılmamak için ardıma da bakmadan karanlıkta ve aydınlıkta yürüyorum. Yürüdükçe büyüdüğümü, değiştiğimi sanıyorum. Bir zaman sonra başka düşünceler geliyor aklıma. Yol yeni hayaller kurdurur, uzaklaşmak için yürüdüğümü unutturur. Fakat en beklemediğim bir anda sular yükselip çağlıyor üzerime, kapılmamak mümkün mü? Beni her şeyin başladığı yere süpürdü. Annemle birlikte mutfaktayız işte. Böyle rüya olmaz, korkunç bir kâbus bu. Birkaç yıl sonra evden atacakları şu yuvarlak masada oturuyoruz. Ben yine balkon kapısının önündeki yerimdeyim. Sağımda duvar, solumda babamın boş sandalyesi var. Annem de yerli yerinde, babamın sandalyesinin yanındakinde, karşımda oturuyor. Derken yine duvar. Yuvarlak masanın etrafındaki eşyadan halka tamamlanıyor böylece. Çember içinde çember. Kuyruğunu yiyen benim.”


Gündüç, insanın hemen her hâlini anlatmış Nankör’de; anne, baba, çocuk, ergen, yetişkin ve yaşlı… Dolayısıyla her yaşın kendine has ilişki kurma biçimleriyle buluşturmuş bizi. Girdaplar, labirentler, tüneller, yanılsamalar, karanlıklar ve aldatıcı aydınlıklar da güçlü eşlikçiler olarak karşımıza çıkıyor öykülerde.


NANKÖR

Gökçe Gündüç

İthaki Yayınları, 2023

88 s.

bottom of page