Hava durumu ne diyor?
Nagihan Kahraman, Mesut Barış Övün'ün Neyse ki Günler Uzadı adlı kitabı üzerine yazdı: "Yazar, cümleleri özellikle öykülerdeki karakterlerin genel ruh hâliyle eşleştirerek vermeyi tercih etmiş. İşte kitabı ilgi çekici kılan unsurlardan biri de bu."

Günlük hayatın telaşı içinde küçücük anları, geçmişten gelen hatıraları bir kesit olarak anlatan öyküler günümüzde daha fazla yer buluyor kendine. Modern hayatın pek çok insana sunduğu nimetlerin yanı sıra, şehrin keşmekeşi ve kaosunu da beraberinde getirdiği bir gerçek. Bu hareket ve yoğunluk içinde de “durmak”, bir anlık nefes almak, ne yaptığını fark etmek demek belki de. Parkta oynayan çocuklara kulak vermek, ağaca tırmanan kediyi fark etmek, bir kafede tek başına hiçbir şey yapmadan oturmak… İşte bunlar gibi günlük hayatın biz farkında olmasak da gerçekleşmeye devam eden küçük olayları, bize hem çok tanıdık hem de bir yandan da çok uzak.
Mesut Barış Övün de yazdığı yazılarda buna odaklanıyor. Kendisiyle tanışmamız Parşömen’deki Dünizleri ile olmuştu. Ayda bir yayımladığı bu sanal günlüğü uzun zamandır takip ediyorum. Sonrasında Salınımlar adındaki romanı geldi ve geçtiğimiz günlerde de bir öykü kitabını buluşturdu okurlarıyla. İthaki Yayınlarından çıkan Neyse ki Günler Uzadı’nın Albert Bierstadt’a ait masmavi kapak görseli oldukça çarpıcı. Kitap, on iki öyküden oluşuyor ve adını içindeki öykülerin birinden alıyor. Öykülerde kısa ve uzun mesafeli yolculuklar, cenazeler, parklar eşlik ediyor genelde. Evden dışarı çıktığımızda ne görüp yaşıyorsak onlar bu öykülerin her yerinde. Gerisi bol bol insan ilişkileri…
Mesut Barış Övün’ün öykülerinde “zaman” önemli bir öge. Bir leitmotif olarak tekrarlanıyor çoğu öyküde. Mevsimler, zamanın akışının kanıtı bu öykülerde. Zaman akıyor, mevsimler değişiyor ve insanlar bu geçişlerden, hava durumundan etkileniyor. Hemen hemen her öyküde hava koşullarından sık sık bahsediliyor ve hatta kitaba adını veren öyküdeki “Neyse ki günler uzadı” ifadesi bunun en iyi örneklerinden biri. Kitaba bu ismin seçilmesi de yazarın öykülerde kurduğu zamanın devamlı akmasına dair yarattığı kurmaca dünyaları en iyi yansıtan ifadelerden biri. Kitapta buna benzer pek çok cümle var; dediğim gibi, neredeyse her öyküde mevcut. Yazar, bu cümleleri özellikle öykülerdeki karakterlerin genel ruh hâliyle eşleştirerek vermeyi tercih etmiş. İşte kitabı ilgi çekici kılan unsurlardan biri de bu. Daha ilk öyküde ve ilk sayfada “Havaların artık soğumaya başladığı günler ve belki önümüzdeki haftadan sonra bahçeye çıkılmayacak bile.” (s.7) diyor “Görüntüler”de.
Nazlı’yla Adnan’ın ansiklopediler üzerinden aralarında oluşan gerginliği anlatan bu öyküde, kış kendini göstermeye başlıyor. Tıpkı ikisi arasındaki anlaşmazlıkların kendisini göstermeye başlaması gibi. “Günün En Yüksek Sıcaklığı”nda “Hava kapalıydı, ortalık erkenden kararmıştı. Zaten bu hafta için hep yağmurlu demişlerdi. Yolda yine yağmura yakalanacaktık, biliyordum.” (s.25) diyor öyküdeki bir karekter. Böylece kışın gelişi hissettirilirken, kasvet de yavaş yavaş artıyor.
Yazar, okuyucuyu karın, yağmurun acımasızlığıyla karşı karşıya getirmekten hiç çekinmiyor: “Biraz yükseğe çıkınca hava sertleşti, yağmur zaten hep çiseliyordu ama bazen sağanak hâlinde de yağıp sonra kesiliyordu. Sileceklerin eskimiş lastikleri yağış biraz azalır gibi olumca rahatsız edici bir ses çıkarıyorlardı. Yağmurun ön cama hışımla vurduğu o anlarda bizi sollayan kamyonların dev tekerleri ayrı bir fıskiye gibi çalışıyor, gelen sular yukarıdan inenlerle birlikte tüm görüş alanımızı parlak damlacıklarla kapatıyordu.” (s.27) Öyküler devam ederken “Boşluk”ta da “Gökyüzü, gecenin içine girmişti. Kapalı, gri bir gün bizi bekliyordu.” (s.35), “Ayrılma Anları”nda ise “Bir anda yağmura yakalanmıştık -zaten şehrimizde yağmur ne zaman eksik oldu ki-“ (s.38) ifadeleri yılın hangi diliminde olunduğuna dair ipuçları vermeye devam ediyor. “Neyse ki Günler Uzadı”ya gelindiğinde Aynur Hanım bir mendil çıkarıp gözyaşlarını silerken ağzından çıkan bu söz, mevsimin nihayet değişmeye başladığını imliyor. (s.51) Evet, zaman geçiyor hem de hiç durmadan. “Her Yeri Sarmışlar”da da açık bir gökyüzüne bakan Hasan için çok uzun sürmüş bir kışın ardından sokakların o yapış yapış hâlini hatırlamanın neredeyse imkansız olduğunun bahsi geçiyor. (s.63) Kitabın sonlarına yaklaşırken “Bir Şey Anlatırsan Zaman Geçer” adlı öykü “Yaz geldi, herkes memleketine döndü.” cümlesi ile başlıyor. (s.75) Bu öykü, kitabın geneline de dem vuran bir özellik gösteriyor. Benim saydığım kadarıyla on iki öykünün toplam on dört yerinde hava koşullarına ve mevsim özelliklerine dair ifadeler yer alıyor. Bu lineer döngüde yağmurların başlaması ve ardından kışın bastırmasıyla başlayıp ardından da baharın ve yazın gelişi anlatılıyor eserin sonuna kadar. Bu döngüsellik sayesinde de toplam on iki öykünün satır aralarında bir kompozisyon da kurulmuş, bir anlatı daha ortaya çıkmış olduğu göze çarpıyor.
Bu öykülere damgasını vuran ana şey, küçük anlar ve sıradan insanlar. Çoğu, altında derin anlam taşısa da kısacık yazılmış öyküler. Övün, derdini en az sözcükle anlatmayı tercih ediyor zaten genelde. Kitabından önce de çeşitli mecralarda yazarın öykülerini okuyanların aşina oldukları bir şey bu.
Örneğin, “Biz Buna Üzülmeyiz”de çocuğuna yeni çalışma odası için bir sandalye almak için esnafı dolaşan bir anne ve babayı okuyoruz. Bundan nasıl öykü olur ki, denebilir ancak mesele sadece eşya bakma değil bakıp da almamak. Bir esnafın gözünden neyin kusuruna bakılıp neyin bakılmayacağının öyküsü. Pandemide yaşanan ölümler de var bu kitapta. İş yerlerinde çalışan Altan Abi’nin ölümünün ardından eşinin emeklilik işlemleri için ne yapacağı anlatılıyor. “Şimdi Ne Yapmalı?”da. “Günün En Yüksek Sıcaklığı”nda da yine yakınının cenazesine giden iki kişiyi ve onların yolculuğunu okuyoruz. Maske takmalarından, dışarı çıkarken belge taşıma zorunluluklarından döneme dair bilgi ediniyoruz. Kitabın en güçlü öykülerinden biri de “Bir Şey Anlatırsan Zaman Geçer”. Öğretmen Bey’in nasıl biri olduğunu, anlatıcıya aktaran bir bakkalın öyküsü. Küçük bir yerde yaşayan bu adamlardan Öğretmen Bey dedikleri kişinin özelliklerini konu ettikleri bir nevî dedikodu aslında. Oldukça farklı bir anlatım biçimi var; çünkü öykünün ana karakteri, doğrudan öyküde yer almıyor. Bakkal Alaattin’le Öğretmen Bey hakkında konuşan anlatıcı sadece öyküyü aktaran kişi konumunda ve Öğretmen Bey’in garipliklerini okurla paylaşıyor. Okur, öğretmeni üçüncüye aktarılan bir anlatımla tanıyor yani, adeta kulaktan kulağa oynanıyormuş gibi… Bu açıdan bakıldığında hikâye anlatıcılığına dair oldukça yenilikçi bir öykü.
Öyküleriyle adından bolca söz ettireceğe benziyor Mesut Barış Övün. Okura çok da uzak olmayan karakterleri, olayları ve durumları anlatırken, etkileyici bir üslup kullanıyor. Zamanın geçici, öykülerin kalıcı olduğu dünyalar kurgulayan Mesut Barış Övün’ün eserlerini ve Parşömen’deki Dünizleri’ni ısrarla tavsiye ediyorum.
NEYSE Kİ GÜNLER UZADI
Mesut Barış Övün
İthaki Yayınları, 2025
Tür: Öykü
88 s.
Yorumlar