top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Zorunda kalmışlıkların ortasında yaşama açlığı çeken biri: Olive Kitteridge

Muhammet Halit Koçak, Elizabeth Strout’un kaleme aldığı 2009 Pulitzer Edebiyat Ödülü kazananı Olive Kitteridge adlı romanı üzerine yazdı: "Hayatın anlamını çözdüğünü sanan biz gençler bir kenara dursun sözüm ona artık yaşamın daha fazla kendilerini şaşırtamayacağını düşünen yaşlılar için ders niteliğinde hikâyeler anlatıyor."


Muhammet Halit Koçak


“Yaşam bizim için meçhuldür” demişti martı Jonathan Livingston’un karşısına çıkan martı konseyinin başkanı. Bu sözü okuduğumda yaşımın geç olmasından da mütevellit çok üzerinde durmamıştım. Zira genç olmanın böyle avantajları var. Geleceğin ne getireceğinden bihaber olmak insana saf bir mutluluk getiriyor. Oysa yaşamak; hayatın karşımıza getirdiği tüm sıkıntılara rağmen yaşamak, geri kalan her şeyden daha önemli... Bu sözleri belki benim söylemem abes kaçabilir fakat Elizabeth Strout’un kaleminde hayat bulan Olive Kitteridge’in hayatının sizi ikna edebileceğini düşünüyorum.



Olive Kitteridge, eğitimci bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Elizabeth Strout’un üçüncü romanı. Kırk iki yaşındayken yazdığı ilk eserle Pen/Faulkner Edebiyat Ödülü’ne aday olan Elizabeth Strout, 2008 yılında yayımlanan Olive Kitteridge adlı kitabıyla 2009 yılında Pulitzer Edebiyat Ödülü’nün sahibi oldu. Bu büyük başarısının ardından sürekli olarak yazmaya devam eden Elizabeth Strout, 2019 yılında yeniden Olive Kitteridge’in hikâyesini anlatmak için kalem kâğıdı eline aldı ve Olive, Yeniden kitabını yazdı. Ülkemizde daha önce Pegasus Yayınları tarafından Kül Mevsimi adıyla yayımlanan Olive Kitteridge’in maceraları, birkaç hafta önce Merve Sevtap Ilgın’ın çevirisiyle İthaki Yayınları tarafından Olive Kitteridge ve Olive, Yeniden kitaplarıyla bir kez daha okurların beğenisine sunuldu.


Hepimiz kendi hayatımızın başrolü olduğumuzu düşünmeyi tercih ederiz. Hatta bu düşünceyi biraz daha ileri götürerek başka insanların hayatında da başrol olduğumuzu iddia etme cüretini kendimizde buluruz. Oysa gerçek, bundan çok daha acı. Hepimiz, başkalarının hayatında birer figürandan ibaretiz. Bu yazıyı yazan ben örneğin; sabah işe giden, öğle arasını beklerken zaman geçirmek isteyen ya da uyumadan önce bir şeyler okumak isteyen, sizin hayatınızda sıradan bir figürandan başka bir şey değilim. Olive Kitteridge de öyle.

“’Ben biraz şey gibi biriyim aslında,’ diyerek konuşmayı sürdürdü, ‘hani insanlığın haritasını çıkarıp her insan için bir raptiye koysanız, o haritada bana ait bir raptiye olmazdı.’”

Olive Kitteridge romanını okumaya başladığımda Elizabeth Strout’un kalemine karşı büyük bir hayranlık duydum. Zira Elizabeth Strout, kitabını yazarken oldukça cesur bir hamle yaparak ana karakterini hikâyenin başrolü değil, bir figüranı olarak konumlandırmıştı. Kitapta yer alan on üç hikâyenin tamamında Olive Kitteridge’i görüyoruz. Fakat Olive Kitteridge, sıradan bir başkahraman gibi her zaman hikâyenin odak noktasında değil hatta bunun tam tersi. Olive Kitteridge’in dünyasında yaşayan diğer karakterler kendi hikâyelerini anlatıyor, biz tam bu kitabın onlar hakkında olduğunu düşünürken kapı açılıp Olive Kitteridge içeri giriyor ve bize kendini yeniden hatırlatıyor. Fakat bunu yaparken Bayan Kitteridge tüm sahne ışıklarını üzerine çekmiyor, ışığını diğer karakterler üzerine yansıtıyor ve onların kendi öykülerini, kendi hayatlarını anlatma fırsatı veriyor.


Yaşam bizim için meçhuldür demişti ya martı konseyinin başkanı, Olive Kitteridge romanını okurken bu söz sıklıkla aklınıza geliyor. Hayatını bir öğretmen olarak geçiren, eczacı eşi Henry Kitteridge ile uzun yıllar süren bir evliliğe ve Christopher ismini verdikleri bir erkek evlada sahip olan Olive Kitteridge, bize yaşamın kaç yaşında olursak olalım bilinmezliğini her zaman koruyacağını hatırlatıyor. Hayatın anlamını çözdüğünü sanan biz gençler bir kenara dursun sözüm ona artık yaşamın daha fazla kendilerini şaşırtamayacağını düşünen yaşlılar için ders niteliğinde hikâyeler anlatıyor.


Olive Kitteridge mükemmel biri değil. Tıpkı onun dünyasındaki diğer herkes gibi. Ne mükemmel bir eş, ne mükemmel bir anne, ne mükemmel bir öğretmen ne de mükemmel bir arkadaş. Fakat elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan biri, diğer herkes gibi. Aslına bakarsanız Olive Kitteridge bir insan, tıpkı bizim gibi. İnsanları istemeden kırıyor, hayatındaki en değerli insanlara onları ne kadar sevdiğini söylemekte geç kalıyor, hatalar yapıyor, ağlıyor, gülüyor ve hepsinden önemlisi hayat ona ne kadar aksini iddia etse de o yaşamaya devam etmeye çalışıyor. Onun hikâyesinde ejderhalar, uçan halılar, büyülü şatolar yok. Sadece basit, sıradan ve ölüme endeksli hayatlarını hiçbir zaman ölmeyecekmiş gibi yaşayan insanlar var. “Yaşama açlığı” diyor Olive Kitteridge buna ya da en azından ben öyle sanıyorum.

“O sakin ve sıradan anların hayatlarının en mutlu anları olduğunu içten içe biliyorlar mıydı? Muhtemelen hayır. Hayatlarının en mutlu anlarını yaşayanlar genelde o anları yaşarken değil, yıllar sonra geriye dönüp baktığında anlardı bunu.”

Kitabın parmak basmasına mutlu olduğum bir diğer konu ise “zorunda kalmışlık”. Yıllar içerisinde hepimiz hayatımızla ilgili kararlar veriyor ve bu kararların, etrafımızı çevreleyen birer duvar olmasına müsaade ediyoruz. Toplum içinde, başlangıçta severek ve isteyerek büründüğümüz rolleri oynamaya devam etmek zorunda kalıyoruz. İyi bir evlat olmak, iyi bir ebeveyn olmak, sevdiğinin yanlışlarını haykıramayan bir eş olmak zorunda kalıyor ve bu zorunda kalmışlığın altında eziliyoruz. Bazılarımız yaşamaktan zevk bile almıyor ve yaşamak zorunda olduğu için yalnızca ölemiyor o kadar. Olive Kitteridge kitabı ise bu “zorunda kalmışlıkların” hikâyesini anlatıyor bize. Karakterlerimizin toplumun ya da bizzat kendi seçimlerinin sonucunda yaşamak zorunda kaldıkları hayatları içerisinde nefes almaya ve bu zorunda kalmışlıklarını geride bırakmaya çalışmalarını okuyoruz. Bazıları bu döngüyü kırabilecek kadar güçlü olurken diğerleri bunlarla yaşamayı öğrenmek zorunda kalıyor fakat her iki durumda da sizi büyük ölçüde etkiliyorlar.


Olive Kitteridge’in hikâyesini okuduktan sonra bankaya, metroya ya da insan kalabalığının bulunduğu herhangi bir yere aynı gözle bakmanız imkânsız bir hâle geliyor. Çünkü kitabı okumadan önceki aynı insan değilsiniz. Biliyorsunuz ki bu gördükleriniz birer figüran değil, hepsi kendi hikâyesinin başrolü ve siz yalnızca onların hayatlarından geçip giden bir yan karaktersiniz. Hepsinin kendi hikâyesi, anlatacak dertleri, söylenecek şarkıları var. Böylece durup onları izliyorsunuz, izliyorsunuz ve merak ediyorsunuz.


OLIVE KITTERIDGE

Elizabeth Strout

İthaki Yayınları, 2023

Çeviri: Merve Sevtap Ilgın

328 s.

bottom of page