top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Aile Denen Garip Şey

"Oldum olası uğraşırdı benimle. Bizimkisi öyle kardeş kardeşe yapılan tatlı şakalaşmalardan değildi. Beni aşağılamayı görev bellemişti."


Miray Aydın


Saatime baktım, onu yirmi geçiyor. Zile bastım. Kapıyı annem açtı, “Hoş geldin kızım.” Elimdeki poşeti uzattım, “Sevdiklerinizden aldım, sıcacık.” “Ne zahmet ettin,” dedi, sarıldık. Üzerimi dökündüm, içeri geçtim. Sofra kurulu. Abim masanın yanı başında adımlıyor. Az duyulur bir sesle, “Sonunda,” dedi. Kolları göbeğinin üzerinde kenetli. Babam koltukta, gazetesinin üzerinden baktı, “Geldin mi güzelim...” Yanına varıp eğildim, yanağından öptüm. “E hadi geçin siz sofraya,” dedi annem, “geliyorum hemen.”


Sandalyelerimize yerleştik. Annem peynir ve salatalık tabağını diğer kâselere doğru yanaştırdı. Açtığı boşluğu getirdiğim börek, poğaçayla doldurdu. “Gecikti ya, bahanesini de hazır etmiş,” dedi abim, gözleriyle tabağı işaret etti, yüzlemedim. Peşine, “Arabaya yer mi bulamadın yine yoksa,” diye sordu. Taksiyle geldiğimi söyleyince pis pis sırıtarak, “Geceden kalmasın o zaman,” dedi. Esnedi, kollarını yukarı uzattı, gerindi. Gözlerimi suratına diktim, herhangi bir cevap vermedim, iç çektim. Oldum olası uğraşırdı benimle. Bizimkisi öyle kardeş kardeşe yapılan tatlı şakalaşmalardan değildi. Beni aşağılamayı görev bellemişti. Ara sıra -çoğunlukla gençlik yıllarımda- uyarılarda bulunmuştum ama pek yararı olmamıştı. Zamanında annem ve babam da uygun yolla çekmişti kulağını. Sonuç değişmedi. Abim böyle biriydi. Kanıksamaya karar vermiştik. En iyisi görüşmemekti. Bir tek bu yolla alay ve dokundurmalarından uzak kalabiliyordum. Pazar kahvaltısı geleneğini bozmamak için haftada bir katlanıyordum mecbur, annem ve babam hatırına.


Annem önce çayları servis etti. Ardından, “Bu seninki yavrum,” dedi, yumurtamı uzattı. Herbirimizin sevdiği gibi haşlamıştı. Teşekkür ettim. Abim kıkırdamaya başladı. Gülüşünün öncü olduğunu, bir yere varacağını sezebiliyordum, iğneleyeceği belliydi. Çok geçmedi, “Yumurtan da senin gibi, kaskatı Nazlıcığım,” dedi, kıkırdamaya devam etti. Annem, abimin yumurtasını da tabağına bıraktı. Az pişmiş sever abim, sarısı vıcık vıcık olur. Buradan kolaylıkla yürüyebilirdim. Uğraşmadım. Eşini ve çocukları sordum, niye gelmediklerini. Okul etkinliği mi ne varmış, üstüne bir ton anlattı. Yumurtasının tepesine çay kaşığıyla vurdu, iki parça kabuğu sıyırdı. Önce beyazını kaşıkladı, çene hizasına kadar sarısını uzattı, ağzına götürdü.


Babam haftamın nasıl geçtiğini sordu. İş yerinde neler olup bittiğini, geçen pazar yönetimde bazı değişiklikler yapılabileceğini söylemiştim. Kim bilir, terfi alabilirim, diye de eklemiştim. Annem, “Var mı bir gelişme kızım?” diye sordu. “Şimdilik bir gelişme yok, bekliyoruz. Ama yakındır,” dedim. Yumurtamı tabağımın kenarına vurdum. Çatladı. Kabuk küçük parçalara ayrıldı, bütün hâlde düşmedi elime. Nokta büyüklüğündeki kabukları tırnağımla tutup soymaya başladım.


Babam, “Merak etme, muhakkak yükseleceksin iş yerinde. Emeğin elbet görülecek. Her şey zamanla,” dedi. Annem, “Öyle tabii,” diye onayladı babamı. Gülümsedim.


Yumurtamı neredeyse soydum. Üzerinde kalan küçük parçacıklar sıkıyordu canımı, uğraştırıyordu. “Bu küçükken de böyleydi,” dedi abim, “bir işe mi kalkıştı, dünyası o iş olur, bakın hâlâ yumurtayı soyacağım diye uğraşıyor.” Zıplayarak gülmeye başladı. Sandalyenin gırç gırç sesi de eşlik etti ona. Kollarını havaya kaldırdı, ellerini yumruk yaptı, başının üzerinde sallamaya başladı. Yanaklarını şişirdi, “Hadi kızım yapabilirsin, az kaldı hadi,” dedi.


Ne olduysa dayanamadım. “Şu alaycı tavrından vazgeç,” dedim. Alışık olmadığı bir tonda söyledim. Belki de ona karşı sesimi ilk kez yükseltmiştim. Şaşkınlığını görebiliyordum. Yine de pis sırıtışı onunlaydı. Ekledim, “Bu konuda bir kez daha uyarmak istemiyorum seni,” dedim. Şaşkınlığı hepten arttı. “Naparsın yoksa,” dedi kahkahayla karışık.


Gözüm döndü bu kez. Düşünmeye fırsat vermeden avucumdaki iyi pişmiş yumurtayı abimin yüzüne fırlattım. Tam isabet, burnundan vurdum. “İğneleyici konuşmaktan vazgeçeceksin,” dedim. Her bir hecenin üzerine bastım. Uzun uzadıya anlatmadan konuyu açıklığa kavuşturmuş olmalıyım.


Babam çatalını tabağına yasladı. Dirseklerini masaya yerleştirip parmaklarını birbirine geçirdi. Annem ağzındaki lokmasını çiğnemeyi bıraktı. Öfkemi uluorta sergilediğim görülmemiştir. Ailem verdiğim tepkiye alışık değil. Durağanlaşmaları normal. Öte yandan abimin suratındaki ifade bir ömür saklanmaya değer.


Çok değil, beş on saniye öylece durduktan sonra kahvaltımıza devam ettik. Abim ayaklandı, suratındaki ifade yerli yerinde. “Ben lavaboya gideyim,” dedi. Hepsi bu kadar.


Kahvaltı bitene kadar tek tük konuştuk. Yaptığımın gereksiz olduğunu düşünmeye başlayacak oldum. Ardından umursamadım. Kahvaltı sonrası koltuklara geçtik, kahve faslına.


Önceki gergin hava dağıldı. Televizyonda geçen haber üzerine tartışmaya başladık. Herkes kendince yorumda bulundu. Ben de bir şeyler söyledim. Abim, “Haklısın. Olabilir,” diye onaylayıcı bir ifade kullandı. Yüzüne yuva yapan aşağılayıcı havadan eser yok. Aksine tebessüm etmeye çabalıyor. Hayretimi saklayamadım. “Şu aile denen şey ne garip,” diye geçirdim içimden.

bottom of page