İnsanın kırılganlığı ile kibri arasındaki muhteşem Dünya
- Şule Tüzül

- 2 dakika önce
- 5 dakikada okunur
Şule Tüzül, Samantha Harvey'in 2024 Booker Ödülü'ne layık görülen romanı Yörüngede üzerine yazdı: "Yörüngede, iyi bir edebiyat eserinin olmazsa olmazları söylemlerini yerle bir edip, edebiyatın kural tanımazlığının, sınırsızlığının ve özgürlüğünün en iyi örneklerinden biri olarak dünya edebiyatında yerini alıyor."

İngiliz yazar Samantha Harvey'in 2024 Booker Ödülü'ne layık görülen romanı Yörüngede, iyi bir edebiyat eserinin olmazsa olmazları söylemlerini yerle bir edip, edebiyatın kural tanımazlığının, sınırsızlığının ve özgürlüğünün en iyi örneklerinden biri olarak dünya edebiyatında yerini alıyor. Donuk ve mesafeli bir dil, kahramanı ve heyecanı olmayan bir kurgu, bir sürü bilimsel cümle... Çok küçük bir yaşam alanına sahip bir uzay gemisinde insana ve yaşama dair her şey anlamını yitirirken Samantha Harvey, edebiyatın ve romanın sınırlarını zorluyor. 160 sayfalık bir romanda o kadar çok şeyi o kadar iyi ifade ediyor ki, iyi bir yazarın en sıradan sandığımız şeylerle nasıl iyi bir edebiyat eserine imza attığına tanık oluyoruz.
Yörüngede, ilk olarak 2023 yılında yayınlanıyor. Ülkemizde de İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlandı. Şimdi dünya çapında üzerine çok konuşulan romanlardan biri. Farklı ülkelerden altı astronotun bir uzay aracının içindeki bir gününü anlatıyor. Uzay aracı bu bir gün içinde dünyanın yörüngesi etrafında 16 kez dönüyor. Roman bu dönüşleri anlatan 16 bölümden oluşuyor. Üçüncü tekil ve zaman zaman araya giren ikinci tekil anlatıcı tarafından anlatılıyor. Daracık bir mekânda, kısacık bir sürede bu altı astronotun, dünyanın ve insanlığın hikâyesi.
Harvey bir söyleşisinde bu romanda güzelliği anlatmak istediğini söylüyor. Dünyanın, yaşamın ve insanın güzelliğini. Roman boyunca dünyanın pek çok sorununu gündeme getirse de genel anlamda onun anlatmaya çalıştığı güzelliğin büyüsüne kapılıveriyorsunuz. Harvey gerçekte bir uzay gemisinde bulunmuş olmasa da, bir uzay gemisinden bakarak anlatıyor dünyayı, tüm kötülüklerin ve çirkinliklerin çok ötesinden. Dünya güzel, çünkü o güzelliği ancak çok dışarıdan bir gözle bakarsak görebiliyoruz, aslında diğer her şeyin anlamsızlığını, aslolanın o güzellik olduğunu. Harvey, bu romanın pandemi döneminde oluştuğunu söylüyor. O dönemde hepimiz, biraz daha geniş alanlarımız olsa da, bir uzay aracında gibi yaşıyorduk evlerimizde ve dünyaya zorunlu olarak dışarıdan baktığımız ve üzerine çok düşündüğümüz bir süreç geçirdik. Harvey o süreçteki düşüncelerini, bir uzay aracında geçen bir hikâyeye dönüştürmekle çok etkileyici bir kurguya imza atmış.
Dünyanın güzelliği konusunda uzay aracındaki altı astronot da Harvey'le aynı düşüncede. Her birinin elbette dertleri var, ama hepsi mutlu. Hepsinin içinde taşıdığı ulvi bir amaç olan insanlığın geleceği için, o küçücük aracın içinde, dünyanın tüm konforundan, yerçekiminden, sevdiklerinden uzak, zaman ve beden gibi birçok şeyin anlamını yitirdiği günler yaşıyorlar, ama mutlular. "Uzay zamanı parça parça ediyor." Yerçekimi olmadığından kaslarını, bedensel fonksiyonlarını kaybetmemek için her gün spor yapmak zorundalar, üstelik yerçekimi olmayan o ortamda. Uzayda yürüyüşlerine dair sohbet ederken hepsi aynı duyguları taşıyor, orada daha önce bulundukları hissine kapıldıklarını söylüyorlar. Astronotlardan biri bu durumun ana rahminde hissettikleri şeyle eş olduğunu söylüyor ve şöyle diyor; "Uzayda süzülüp durmanın bende yarattığı duygu bu, henüz doğmamış olmak."
Romanın dili oldukça sade ancak dilin en önemli özelliği soğuk, donuk ve mesafeli olması. Uzayda yol alan bir aracın içinde yaşananlara dair dil ancak bu kadar donuk ve mesafeli olabilir. Uzay dili. Romanın en büyük başarısı da bu dil; kısacık bir romanda bu kadar çok meseleyi, romanın sesini, duygusunu ve ruhunu eksiltmeden bu donuk ve mesafeli dille anlatabilmek, bravo Samantha Harvey. Bir bravo da romanın çevirmeni Püren Özgören'e. Bu dili okuruna tüm donukluğuyla olduğu kadar tüm duygusuyla da aktarabildiğini düşünüyorum. Tebrikler Püren Özgören.
Harvey, hem astronotların yaşamlarına hem de uzay gemisinden görünen dünyaya dair gel gitlerle pek çok meseleyi irdeliyor: iklim krizi, ırkçılık, savaşlar, zaman, beden, uzaklık ve yakınlık, insan hakları, kadın hakları, hayvan hakları bunlardan bazıları. İçinde bilim olan ama bilimkurgu olmayan bir roman Yörüngede. Bu yönüyle de fark yaratmış Harvey. Bir sayfada Tanrı'ya inanmakla bilimsel gerçekler arasındaki ince çizgiye dair bir hikâye anlatırken, bir başkasında gelişmenin insanlık için iyi mi kötü mü olduğunu irdeliyor, bir başka sayfada ise politikacıları eleştiriyor. İki astronot, Shaun ve Pietro arasında geçen şu diyalog bugünün özeti değil mi:
"Uzay yolculuğunun bu yeni dönemiyle, insanlığın geleceğini nasıl yazıyoruz?
İnsanlığın geleceği mi? diyor Pietro.
Evet. Nasıl yazıyoruz onu?
Milyarderlerin altın kaplama dolmakalemleriyle sanırım."
Yörüngede, bu kadar çok şeyi anlatırken aslında tek bir şeyi anlatıyor: insanın kırılganlığını. Bu kırılganlığı anlatan en güzel metinlerden birine imza atmış Samantha Harvey.
"Biz rüzgârda savrulan yapraklarız. Rüzgâr olduğumuzu sanıyoruz, oysa sadece yaprağız."
Harvey, bir yandan dünyanın ve insanın güzelliğini anlatırken, diğer yandan o güzel insanın kibrini ve hırsını anlatıyor. İnsanın kırılganlığı ile kibri arasında gidip gelen bir insanlık tarihini. Ona göre, uzaya gemiler göndermek de insanın kibrinin göstergelerinden biri. Oysa uzay gemisinde insan denen canlı bir hiç, gerekli koşullar sağlanmazsa yok olmaya mahkûm. Dünya var olduğu için insan var. Dünya dışında bir yerde insanın yaşama şansı sıfır, dünya yoksa insan bir hiç.
"İnsanoğlunun kibri. Öyle muazzam bir kibir ki, ancak aptallığıyla eşdeğer. Uzayı delen şu fallik gemilerse kesinlikle kibrin zirvesi; kendini beğenmişlikten kafayı yemiş bir türün totemleri."
Bu insanlık tarihi içerisinde önemli yere sahip olan iki eser de romanın yapı taşları arasında yer alıyor. Biri 1964 yılında aya giden ilk araçta yer alan Michael Collins tarafından çekilen dünya fotoğrafı. Dünyadaki herkesin içinde olduğu, sadece tek bir insanın, fotoğrafı çeken kişinin eksik olduğu o ünlü fotoğraf. Diğer eser ise Diego Velazquez'in Nedimeler tablosu. Harvey resme muazzam bir yorum getiriyor. Resimde yer alan aynalar nedeniyle resimde yer alan herkes, hatta aynaya yansıyan ressam bile bir yere bakıyor, kral, kraliçe, prenses, nedimeler. Bir şeye bakmayan tek figür yerde yatmış gözleri kapalı köpek. Resimde neredeyse en az ilgi çeken tek figür olan köpeği anlatıyor aslında resim. Tarih boyunca hayvan olmaya direnen insanın geldiği acayip nokta ile köpek arasındaki tezatlıkları anlatıyor. Tablodaki özgür olan tek figürü, köpeği anlatıyor.
"Yeryüzündeki herhangi bir canlıyı seç, onun öyküsü Dünya'nın da öyküsüdür. O tek bir yaratık sana her şeyi anlatabilir. Dünya'nın tüm tarihini, Dünya'nın muhtemel geleceğinin tamamını."
Romanı farklı yapan özelliklerden biri de bir kahraman olmaması. Romanda geçen karakterlerin hiçbiri roman kahramanı değil, kimse ön plana çıkmıyor. Altı astronot da romanı oluşturan parçalardan biri olarak varlar. Yine de düşünmeden edemiyorum, romanın kahramanı insanlık olabilir mi? Ya da Dünya? Dünyaya hayran bir yazarın elinden çıkma bir roman okuduğumuza göre romanın ana kahramanı dünya diyebiliriz rahatlıkla.
Romana dair iki eleştirim var. Biri hayvan deneyleri. Romanda hayvan haklarına, hayvanların ne kadar özel canlılar olduğuna dair ifadeler yer alsa da, vegan nüfusun en yüksek olduğu bir ülkede yaşamasına rağmen Samantha Harvey'in fare deneylerinden bahsedilen bölümlerde bu deneylerin anlamsızlığı ya da saçmalığına dair hiçbir ifadeye yer vermemesi şaşırtıcı benim için. İkinci eleştirim ise çok iyimser bir metin olması. Harvey, sanki bizimle aynı korkunç dünyada yaşamıyor, o dünyadan bihaber gibi anlatıyor ve öyle iyi anlatıyor ki, belki de buna ihtiyacımız olduğundan, bizi de dünyanın ve insanların iyi ve güzel olduğuna inandırıyor, ya da inanmak istiyoruz bu düşünceye. Roman boyunca sık sık, Harvey hangi dünyada yaşıyor acaba, diye sordum kendi kendime. O küçücük uzay aracının içindeki altı kişi hiç mi kavga etmiyor, birbirine sinir olmuyor, hiç haset, kin ve kıskançlık duymuyorlar birbirlerine. Sanki insan aslında iyi bir tür. Sanki dünya insan yüzünden yok olmuyor. Sanki iklim krizine, savaşlara, her gün binlerce türün yok olmasına neden olan insan değil. Her gün her türlü medyada izlemek zorunda kaldığımız vahşet haberlerinin, cinayetlerin, tecavüzlerin, işkencelerin faili insan değil sanki. Romanın sonlarında bir kehanette bulunuyor Harvey; "İnsanlık şu ya da bu ulus değil, o bir bütün, ileride ne olursa olsun, her zaman birlikte olacak."
Dünya, yaşam ve insan bir mucize mi gerçekten? Aklımızı karıştırmayı başarıyor Samantha Harvey. Onun iyimserliğini eleştirsem de, Pınar Kür'ün dediği gibi, edebiyatta mutluluğun resmi yapılmaz, diye düşünsem de, bir yanım hak veriyor Harvey'e. Belki insanın gerçek başarısı bu olmalı; insanın karanlığının farkında olup, her şeye uzaktan bakabilmek, o mesafeden tüm güzelliklerin de farkına varabilmek ve o güzelliğin verdiği huzurla yaşayabilmek. Kelimelere dökünce hiç inandırıcı gelmiyor, ama yine de inanmak istiyor insan...













































Yorumlar