Öykü: Ay Dede’nin Emanet Dükkanı
Yumuşacık minderleri üstünden koparılıp alınmış, ehlikeyfin biri yaz boyu üstünde uyumuş ama bir teşekkür etmeden defolup gitmiş gibiyim. Soğuğum, demirim, yalnızım ama üstümde sallanan yok. Mutluyum!
Özge Gökbulut Bayer
İnsan yalnızlaşıp, ekseriyetle kendisiyle konuşmaya başlayınca kafasında öyle nahoş olaylar oluyor ki anlatamam. Böyle zamanlarda beynimin başköşesinde hep iki düşünce oturuyor. Onlar öyle filmlerdeki gibi biri iyi, biri kötü düşünceler değil. Biri kötü, diğeri ondan daha kötü. Sarhoş, ayakları çıplak, birinin elinde balta, birinin elinde sopa, öyle çağdışı öyle mağara insanı ki bu yaratıklar nereye koysam kime versem ya da hangi tozlu kitabın sayfalarına geri göndersem bilemiyorum. Merve ”Nereye gidersen git o kafa da seninle gelecek“ demişti. Bavula birkaç eşya alıp kimliğimi, kartlarımı ve artık önemli olmayan mesleki unvanıma ait her şeyi masaya koyarken bunun gerçek olabilme ihtimalini hiç düşünmedim. Arabaya binip bu eve gelene kadar cama yağan her yağmur tanesiyle birlikte tüm yaşananlardan uzaklaştım. Kışın, yazlık yerlerin terk edilmiş hali beni hep heyecanlandırmıştır. Herkesin kumlu şemsiyelerini, güneşte erimiş sandalyelerini içeri alıp, balkondaki demir salıncağın sadece minderlerini söküp, kendisini bıraktıkları o fotoğraf karesi zihnimde öyle bir yerde ki bu sıcaklığı bana mutfağında çorba kaynayan hiçbir mutlu aile tablosu veremez. Çünkü ben, kendimi o demir salıncak gibi hissediyorum. Yumuşacık minderleri üstünden koparılıp alınmış, ehlikeyfin biri yaz boyu üstünde uyumuş ama bir teşekkür etmeden defolup gitmiş gibiyim. Soğuğum, demirim, yalnızım ama üstümde sallanan yok. Mutluyum! Demirime yağmur yağmayacak bir yerdeyim ama aynı zamanda onu hissedip izleyebiliyorum. İşte tam olarak aradığım hayattayım.
Merve’nin dediğinin doğruluğunu kanıtlaması yaklaşık iki günümü aldı. Kafamdaki savaş sanki tarih kitaplarındaki “Dünyanın En Uzun Savaşı“ başlığı altındaki olaymış da ben de izliyor gibiyim. Buraya bu iki çağdışı yaratığı doğa, ağaçlar, çiçekler, böcekler, dalga sesi terapisi ve bilumum şaman öğretileri ile birlikte özgürlüklerine kavuşturmaya geldim. Aslında ikisi de canımdan bir parça, az değil yirmi senedir benimleler. İçkiyi sever, gece uyumaz, olur olmadık yerlerde arıza çıkartırlar. İmkanları olduğu müddet mağara duvarlarına, yani beynime çiviyle resim kazırlar. Bu hengame içinde ben yaşamaya çalışırken onlar bir gün ateşi buldu. Önce dumanları gördüm, dumanın buğusuyla gözlerim görmez oldu, vücudum alev alev yanmaya başladı. Onlardan arıtılmış ufacık normal beynimle birazcık olsun mantıklı düşünüp hemen yola koyuldum. Eve girince, nedensizce beyaz çarşafla örtülmüş tüm koltukları düzelttim. Çarşafları dertop edip öylesine bir kenara koyuverdim. Yatak buz gibi, odanın köşesindeki plaj çantası için için kan ağlıyor. İlk gün boş ve kedili sokaklarda saatlerce yürüdüm. Balkonlarda bir sürü arkadaşa denk geldim. Kimisi küflenmeye yüz tutmuş, kimisi hala neşeli gibi, bazısı da kendi kendine sallanıyor, deli mi ne anlamadım! Günlerce yağmurun sesinin çatıda çıkardığı sesi dinledim. Şehirde böyle bir imkanım yokmuş, onu anladım. Kargaların kavgası, aç kedilerin birer pantere dönüşme süreci, tüm oluklara dolan kuru yaprakları temizleme çilemle tam bir yaban oluverdim. Kafamdaki mağara adamları kimi zaman uyudu, kimi zaman resim yaptı, ama asla gitmediler.
İki sokak ötemde açık olan tek bakkaldan alışveriş yapıyorum. Bakkal sanki yazları uzun metrajlı bir filmin baş aktörüymüş de şimdi kabuğuna çekilmiş bir ünlü havalarında. Bir şey alırken hırsızlık yapar gibi çekinip, parasını verirken de “Kusura bakma abi sana layık değil ama…“ demek geliyor içimden. Bazen de kafamdan biri “Ne oğlum bu havalar! Parasıyla değil mi? İstediğimi alırım“ diyor. Ben ise onu sakinleştirmek için önce gözlerimi kısıp, sonra sabit bir şekilde yazar kasaya bakarak, içimden ona kadar sayıp susturuyorum.
Merhabalaştığım canlı insanlar da yok değil tabi. Hüseyin Amca mesela her sabah yürüyüşünü yapar, bahçesini temizler ve sık sık kahve içer. Belli, bu adamın kafası tertemiz. İçeride kimse yok. Olanı atmış, yollamış.
Ben ise öyle miyim? Zamanında kafamdaki meyus adamlardan kurtulmak için terapiste bile başlamıştım. Ben, terapistlere fayda ummak için değil de terapistin en ufak bir açığını bulup sonraki seansa gelmemek için bahane arayanlardanım. Bana öyle yavaş yavaş konuşarak, zamanla içimdekileri benden soğutacak bir yöntem lazım değil. Benim devrim yapmam lazım. Asıp kesmeliyim, efendilerin façasını bir gecede almalıyım. Kadına türlü bahaneler bularak terapilere devam etmeyeceğimi Merve’ye üçüncü seanstan sonra söyledim. Onu ikna etmeye hiç uğraşmadım, çünkü benimkiler o sırada çoktan ateşi b