Öykü: Bazı Sistemsel Sorunlar
“Sen bir süre işimize karışmayacaksın. Bunu yapmanın senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum, seni anlamaya çalışıyorum ama vaktimiz kalmadı.”
Şenay Şentürk
“Öncelikle bugün burda toplanmamızın nedeni, hepimizin uzun süredir baskı altında olması. Biliyorsunuz ki sistemin kuruluşundan bu yana geçirdiğimiz uzun yıllar boyunca bir çok badireler atlattık. Dışarıdan müdahaleye gerek duyduğumuz zamanlarımız oldu. Bu hiç istemediğimiz bir şeydi. Daracık bir alanda elektronik cihazlara sistemimizi ayağa kaldırmak için muhtaç olmak, kısa vadede işlevsel gibi görünse de, iyileştirildiği düşünülen parçaların, tek başına varolamadığı, sadece bütünün parçası olarak, sistemin geri kalanıyla birlikte iyileştirilebileceği hep gözden kaçtı.”
Kıvrımlı bedenini geriye yaslayarak, söylediklerinin üzerimizdeki etkisini ölçmek için bir süre sessizce bekledi. Kimseden çıt çıkmıyordu. Söylediklerinde haklılık payı olduğunu, belki tümünün doğru olduğunu hepimiz biliyorduk. Fakat bilmek her zaman inanmaya yetmiyordu işte. Top bedenini yeniden masaya yaklaştırıp, ince iki kıvrımını üstünde birleştirdiğinde, kaldığı yerden devam etmek üzere olduğunu görüyordum. Bu saatte, tüm gün çektiğim ağır yükümün hafiflemesi gereken tek zaman diliminde, beni burda olmaya mecbur ettiği için kasılmaya başladım. Hay! Aksi. Hemen yakalandım. Birkaç kısa ve uyarıcı öksürükten sonra yine tüm sistemi ele geçirdi.
“Bu saatte toplanmamızın nedeni, şu an sitemimizin rölantide olması. Bu görüşmeyi daha aydınlık bir saatte yapmayı ben de isterdim. Ancak hepimiz o kadar yorgun ve meşgul oluyoruz ki, sözlerim üzerinizdeki tesirsizliğiyle kaynayıp gidecekti. Bu yüzden sistemimizi rahatsız etmeden, sessizce bu işi halledelim.”
Gözlerini üstümde uzun süre tutamadı. Hükmünün geçmediği tek kişi ben değildim, o da bunu biliyordu. En azılı rakibi karşısında konuşlanmış, her hareketini izlerken istese de ilgisini eşit dağıtamayacaktı. Şanslı günündeydi. Rakip yöneticimiz o kadar yorgun görünüyordu ki sözü ele geçirdiğinde onu en kısa sürede derdest edebileceği halde hala tek kelime edememişti. Şöyle bir baktım ikisine, ilk kez görür gibi. Yıllardır bir arada olmamıza rağmen belki ilk kez alıcı gözüyle. Ne kadar birbirlerine benzediklerine hayret ettim.
Aynı çok bilmişlik, aynı top gibi vücut. Rakip biraz daha yassı, iki yarım yuvarlağın birleşimi gibi, kıvrımlı değil, ben yine de çok benzettim onları, ne de olsa hepimiz aynı bütünün parçalarıyız. Dışarıdan gelen darbelerde, birinin soyut kavramları, diğerinin somut değerlendirmeleri sürekli çatışıyormuş gibi görünse de birbirlerine nasıl ayrılmaz bağlarla bağlı olduklarına şaşırdım. Sürekli yarış halinde olsalar da birinin ölümü diğerinin birkaç saniye arayla ölmesine sebep olacaktı. Bunu bildikleri için belki de birbirlerini sürekli yaralayarak, hırpalayarak ayakta tutmaya çalışıyorlardı. Fakat tüm sistemi sorgulamak için ilk kez bizi topluyordu desteklediğimiz yöneticimiz. Bu da beni daha çok gerdiği için işte yine kasılmalarımı engelleyemiyordum ve gözleri yeniden üzerimde.
“Bugün çok mu yeni giriş oldu? Rahatsız gibisin? Gözden kaçan bir durum olduğunda, günün her saatinde beni arayabileceğini biliyorsun.” “Evet efendim. Sizi rahatsız etmek istemedim. Yanlış yaptığımı biliyorum. Tam aksine, bir süredir hiç giriş olmuyor. Hepimizin bildiği o kahverengi sert sıvıdan bolca giriş oluyor.” Ben lafımı bitirmeden ikizler devreye girdiler. Gaz girişi de tolore edebileceğimizin çok üstünde, eğer böyle devam ederse, sistemin kısa sürede çökeceğinden endişe ediyoruz.” Öfkeleri lekeli vücutlarından, kararmış enselerinden rakip yöneticimize fırlayacak diye korktum. Tüm bunların sebebinin kendisi olduğunu yüzüne haykırmış olsalardı, bu kadar net ifade edemezlerdi.
Sistemde benim bir altımda olan en uzunumuz veri girişinin bir süredir kesilmesinden, neredeyse birbirine yapışmış ince derisiyle tehlike sinyalleri vermeye başlayınca, yöneticimiz daha fazla dayanamadı. Hepimizin gözü önünde rakibine ilk kez tavsiye içermeyen, her zaman duymaya alışık olduğumuz serzenişlere hiç benzemeyen, bize bile reva görmediği en sert komutunu verdi. “Sen bir süre işimize karışmayacaksın. Bunu yapmanın senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum, seni anlamaya çalışıyorum ama vaktimiz kalmadı.” dedi ve düğmeye bastı.
Dev ekranda uyanan sistemimizi gördük. Gözlerimin dolmasına engel olamıyordum. Onu uzun süredir bu kadar yıpranmış görmemiştim. Bundan tam kırk yıl önce ilk kurulduğumuzda da piyasanın en iyisi olmadığımızı biliyorduk. Yine de ben her zaman farklı bir auramız olduğunu düşünüyordum. Bizi diğerlerinin içinde fark ettiren bir şeyler hep vardı. Ne olursa olsun amacımız onlar kadar kazanmak olsa da şefkatimiz, sistemimizde boş yer bırakmayacak kadar çoğalan sevgimiz bizi farklı kılıyordu. Şimdi bu kırk yıllık çabayı bu halde görmeye dayanamıyordum.
Rakip yöneticimizi suçlama sırası bana gelmişti. O da fark etti. Kasılmalarımı istesem de kontrol edemiyordum artık. Her zaman kan kırmızı olan derisi daha da alevlendi. Kırmızının üstünde beyaz iplikler gibi duran damarlarından biri hızla atmaya başladı. İkizlerden biri hemen yanına koştu. Derin derin nefes almaya başladı. Biraz olsun çarpıntısını azaltmış olsa da hala kızarmaya devam ediyordu. Hepimiz korku dolu gözlerle donup kalmıştık. Onun durması hepimizin sırayla ölmesi demekti. Yeniden çalıştırılması için sistemimizin ekip çağıracak kimsesi yoktu. Aşırı tepkilerine yıllar içinde alışmıştık fakat bu saatte yaptığı çılgınlıktı. Hepimizi mahvedecekti.
Sonunda dayanacak gücü kalmamıştı. İnadından vazgeçip ilk kez kafasını kaldırıp sistemimize baktı. Korku dolu içine kaçmış gözlerine, beyazlamış yüzüne. Yıllardır içinde biriktirdiklerini tek tek masanın üstüne bıraktı. Sisteme iyi geldiğini düşündüğü şefkatleri, gereğinden fazla içimize pompaladığı sevgileri, ritmini bozan aşkları, kırgınlıkları. Onlardan ayrılmanın, onu ne kadar zorladığını görmemek için hepimiz gözlerimizi kaçırdık. Sadece yöneticimiz tüm kıvrımlarını dikleştirmiş, gözlerini üzerinden ayırmıyordu. Ritmi yavaşlamaya başladı. Sıradan bir et parçasına dönüşürken, rengi giderek soluyordu. Yangılı alevleri titrek bir mum alevi gibi söndü.
Sistemimiz yavaşça ayaklandı, nefesini kontrol edebildiğini görmek benim dışımda herkesi rahatlattı. O sırada hiç beklemediğimiz telefon sesiyle irkildik. Tam ayağa kalkmışken, tüm çabamızın tepe taklak olma ihtimali bile ödümüzü kopardı. Ekranda en son düşmanımızın adı yazıyordu. Hepimiz rengi solmuş rakip yöneticimize korkuyla baktık. Son anda kıyıda köşede kalmış zulası varsa, ya şimdi ortaya çıkıverirse. Sistem telefona zayıflamış elini götürdü. İçine çökmüş, altı morarmış, çizgileri derinleşmiş gözleriyle, kanı çekilmiş boşlukla gördüğüne sevinmedi, üzülmedi de, telefonu kapattı. Hep birlikte derin bir nefes aldık. İncecik narin bacakları mutfağa yöneldi. Buzdolabını açtı. Boşlukta iki beyaz göz gibi ona bakan yumurtaları çıkardı. Masanın üstünde ne zamandır durduğunu bilmediği ekmeği poşetinden çıkarıp kokladı. Kokusu bile kasılmalarımı hafifletti.
Veri girişi başladığında, ben de iyileşmeye saldım tüm kaslarımı, öğürmemesi için hücrelerimi zorladım. Altımda yapışmak üzere olan yoldaşıma, biraz daha dayanması için güç verdim. Yeniden kurulan dirliğimizin daha uzun yıllar bozulmaması için and içtik.
Kalp, kapakçıklarını muntazam açıp kapatırken bir daha dönüp yüzümüze bakmadı.
Comments