Öykü: Bir Beyin Uzaklık
"Keşke sakallarım dursaydı arasına saklanırdım diye düşündü bir an."
Fazilet Genç Akarçay
Aynanın karşısında tüm güzelliklerin tahtını kurmuş bir kraliçeye hayran hayran bakıyordu. Aynanın yüzeyini hafifçe okşadı. Gözleri parladı, dudakları bir gülümsemeyle dans etti. Saç telleri onun ellerine nazikçe eğildi, sanki onlar da Acure’nin sevgisine karşılık veriyormuş gibi süzüldü. Bir yandan saçlarını öpücüklerle kutsarken, bir yandan da saç tellerinin parlaklığını dünyaya ilan etti.
"Ah, sen benim için değerli bir taçsın güzel saçlarım. Bugün de ne kadar da harika görünüyorum." Uzun sarı saçlarını kulaklarının arkasına nazikçe yerleştirdiğinde kapının zili çalıyordu.
“Bir kere daha bakiyim sana…” Yüzünü iki eliyle okşayıp kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığında gözlerindeki ateş sesine yansıyordu.
“Karga bokunu yemeden mi geldin?” Sami titrek gözlerle Acure’ye bakıp gözlerini yere doğrulttu.
“Dur, ayol ayılamadım daha.” Sami cebinden çıkardığı anahtarı esmerden dönme sarışının gözlerinin önüne doğru salladı.
“Acure’m arabayı kapmışım abimden seni nerelere götürecem bir bilsen akşamdan beri uyku girmez gözüme.”
“Koltuğa sıvışıver, şu güzelliği donatıp geleyim.”
“Sen böyle de güzelsin,” dese de kıkırdayarak çoktan odasına gitmişti Acure. Donatayım demesinden en az iki saat bekleme süresi olduğunu biliyordu. Tüylü terlikleri odanın ortasında, saten sabahlığı sandalyenin üzerinde bırakmıştı Acure. Camdan yapılmış renkli kuşlar, parlak taşlarla süslenmiş vazolar ve tüylü yastıklar, sanki her biri bir renk masalının anahtarı gibiydi. Odanın en göz alıcı eşyası duvarda asılı duran gösterişli resimdi. Resimde, dönme dolaba binen mutlu çocukları, iki filin evcilleştirme anını, bir atın şaha kalkışını, sevimsiz şempanzenin seyirciler arasında dolaşırken hırsızlık yapışına ve ip cambazı sarışın kadının gökyüzündeyken serin kanlı duruşuna her gün şahit olmaktan keyif alıyordu. Yatak odasının kapısının arkasında akşamdan hazırladığı beyaz derin yırtmaçlı elbisesini göz ucuyla süzdü.
“Arabayı kapmışmış, abisi bana geldiğini bilse ayaklarından zımbalar deyyusun hahahaaa...” Kırk numara ayakları odadan çıkarken geçtiği yerleri buram buram yasemin kokutuyordu.
“Ne yaparsın beni gören unutamıyor.” Kıkırdayarak salona doğru gittiğinde duraksadı.
“Elindeki terliğim mi ayol canlısı dururken terlik mi sevilir.” Sami terliği nereye koyacağını bilemez halde kızardı.
“Tabiki sen gülüm,” diyebildi kızaran yüzünün ardındaki kendinin bile zor duyduğu sesle. Arabaya bindiklerinde zaman oldukça ilerlemişti. Sami navigasyona ‘çıkmaz sokak…’ yazdı. Acure dikiz aynasını kendine doğru çevirip incecik dudaklarını kalın göstersin diye sürdüğü kalemin üzerinden ruja acımadan tekrar tekrar sürdü. Sami arabayı çalıştırdı, dikiz aynasına baktı. Acure nerdeyse aynadaki yansıyana yapışacak kadar yakın duruyordu. Sesini çıkarmadan vitese takıp bir iki hoplamayla araç hareket etti.
“Sami, abin benden hoşlanmaz ama iyi kıyak yapmış sana. Baksana torpido paralarla dolu.” Sami bir anda gözleri donmuş direksiyona bakarken Acure, eline aldığı paraları Sami’nin nerdeyse ağzına girecek gibi burnuna doğru salladı.
“Çok eğlenecez çok.” Sami gırtlağına tonlarca ağırlık varmış gibi yutkunmaya başladı.
“Biraz ilerde sola dönün.” Sami bir telefona bir Acure’ye bir elindeki paralara bakıyor içinden akşam eve gitmemeyi diliyordu.
“Dümdüz ilerleyin 10 km ilerde sola dönün.” Uzun süren sessizlik olsa da Acure elindeki paraları saymakla meşguldü. Başını kaldırdığında çınar ağacının fısıltısını açık camdan duyabiliyordu.
“Yeni bir rota belirleniyor...”
“Gelmedik mi daha? İki saat oldu nerdeyse yol ikidir ağacın oraya götürüyor.”
“Az kaldı.”
“Yüz metre sonra sola dönün”
“Navigasyon gerçekten tuhaf aynı yerden üçüncü geçişimiz. Götüreceğin yeri yıkmışlar kocaman çınar ağacı dikmişler hahahaaa”
“Biraz ilerde sola dönün.”
“Umarım doğru yolu buluruz. Doğru yolu bulamadık mı hala?”
“Rahat ol Acure’m. Navigasyonun sıkıntısı var herhâlde.”
“Yüz metre sonra sola dönün”
“Evet evet, sola döneceğiz bulduk bulduk.
“Neden hep sola dönüyoruz?” Paraları kollarının arasında sarıp gözlerinin ucuyla Sami’ye baktı.
“İşte bulduk bak yine ağacın oraya geldik.” Kıkırdadı. “Hadi hadi eve götür beni.”
Hava iyice kararmıştı. Sessizliği köpek ulumaları bozuyor sokak lambalarının soluk ışığı altında yavaşça ilerlerken sadece kendi nefeslerini duyabiliyorlardı.
“Başka bir rota belirliyoruz. Hedefinize en yakın zamanda ulaşacaksınız.”
“Sana da seninle yola çıkana da sürekli sola döndüren şu orostopola da…” Açtığı camdan fırlatıverdi telefonu.
“Acure’m ne yaptı sana telefon niye attın taksidi daha bitmemişti.”
“Arabayı durdurayım deme sakın. Eve gidiyoruz.” Ellerini karnının üzerine birleştirdi kaşları gözlerinin üzerine devirerek yan dönüp Sami’ye baktı. Sami, pişman olmuştu bu sabah sinek kaydı traş olduğuna. Keşke sakallarım dursaydı arasına saklanırdım diye düşündü bir an. Direksiyonun karşısında kendini itici bir böcek gibi hissediyordu. Sokak lambalarının soluk ışığı altında ilerlediler. Kendi nefeslerini ve arabanın hafif gürültüsünün yankılandığını duyuyorlardı. Gece karanlığında arabanın önüne aniden bir karartı belirdi ve Sami frene bastı. Arabadan tüm cesaretini toplayıp indi. Yerde yatan köpek yavrusunu görünce derin bir nefes aldı.
“Ne olmuş Sami neyi ezmişsin. Durmayalım dedim sana niye durduk bu sapa yerde, bizi kurtlar kuşlar yiyecek…” arabanın kapılarını tek hamlede kapadı Acure. Sami’nin kucağında yavru köpeği gördüğünde daha çok korktu. Kafasını kollarının arasına sakladığında paralar burnunun dibindeydi.
“Aç diyorum kapıyı bak hayvancağıza ölecek. Aç şu kapıyı.” Bir taraftan hayvanı kucaklarken diğer taraftan kapının kolunu tutmuş açmaya çalışıyordu. Birden arkasında ona doğru havlayarak koşan bir köpek peydah olduğunu gördü.
“Aç diyorum, köpeğin babası geliyor beni ısıracak. Aç diyorum..” Köpeğin sesi daha yakından gelmeye başlamıştı.
“Köpeklere, kurtlarla kalacaksın sonunda araçtan çıkacaksın değil mi? Aç diyorum.” Arabanın üzerine çıkmaya hazırlanıyordu ki Acure yavaşça başını kaldırıp sol eliyle kapının kilidini açtı.
“Çabuk bin ve buradan uzaklaşalım.” Sami yavru köpekle birlikte arabaya binip kapıyı kapadı. Kucağındaki yaralı hayvanı Acure’nin kucağına vermek için ona baktı.
“Kucağındaki paraları torpitoya koy hemen.”
“Neyi onlar benim” kekeleyerek “Yani bizim…”
“Koy dedim. Yoksa seni burada bırakırım...” Arabanın camına patileri ile yapışan köpek tüm dişlerini göstererek havlıyor, gecenin sessizliğini vahşi bir kurt gibi bozuyordu. Acure, istemeyerek koyduğu paraların içinden iki tane çekti, avucunun içine sıkıştırmayı başarmanın mutluluğuyla koltukta sağına dönüp göğsünün içine yerleştirerek kutladı.
“Sen…”
“Sus dedim. Al şu hayvancağızı”
“Söyle bana bakmasın…” Yaralı hayvan titriyor, inliyor, gözlerini bir açıp bir kapıyordu. Beş metre yükseklikten düştüğündeki çığlıkları şimdi kucağında duruyordu. Birkaç km yol gitmişlerdi ki Sami’ye tanıdık gelen lunaparkın ışıkları göründü. ACUREM LUNAPARKI’na hoş geldiniz yazısı geceyi aydınlatan tek şeydi.
Comments