top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Bitmeyen Kavga Ya Da Kim Korkar Hain Editörden

"Zaten yazara oranla editör, bir filmdeki başrolün yanındaki figürandan farklı mıdır işin aslına bakılacak, kibarlık bir anlığına bir tarafa bırakılacak olursa?"


Korkut Kabapalamut


Bildiğiniz üzere editörlerle yazar adayları modern edebiyatın ya da yayıncılığın başlangıcından bu yana birbirlerinin âdeta doğal düşmanıdır. Elbette her kitap bir editör tarafından dikkatlice gözden geçirildikten, zaman zaman da yazarına soracak olursanız tamamen gereksiz, yersiz türlü muamelelere, eziyetlere tâbi tutulduktan sonra okuyucunun beğenisine sunulur; ancak söz konusu kitap yine de yazar ile editörün mutlu mesut beraberliklerinin meyvesi değildir çoğu durumda. Daha çok, yasak, sorunlu bir aşkın ürünü olduğunu söylemek yerinde olur onun.


Peki nedir bu iki saygın, edebiyat disiplini adına vazgeçilemez nitelikteki kalem erbabının birbirleriyle bu derece alıp veremediği? Hedefleri ortak değil midir sanki? Aynı yolun yolcusu, kader birliği etmiş kimseler diyemez miyiz onlar için ilk bakışta? En nihayetinde amaç, güzel bir kitabı dizgiye yollamak, sonra da bir an önce yayınlanmasını, hakkında kaleme alınacak övücü, kuşatıcı yazıları, yeni baskıları beklemek değilse nedir? Zaten yazara oranla editör, bir filmdeki başrolün yanındaki figürandan farklı mıdır işin aslına bakılacak, kibarlık bir anlığına bir tarafa bırakılacak olursa? Yapıta A kişisi değil de B kişisi editörlük etse, sonuç çok mu farklı olacaktı sanki? Madem öyle, bu değerli çiftimiz arasında tam anlamıyla neler dönüyor, paylaşılamayan nedir, bu ikili neden tamamen başka yerlere ya da başka yerlerden bakıp, eninde sonunda neredeyse birbirlerinin yakasına yapışacak raddeye geliyorlar acaba? Tümü de öfke dolu, hırçın, uzlaşılmaz kimseler mi yani tesadüfen? Tabii ki hayır.

Belki de bu noktada sorunu kavramak adına sürecin en başına dönmeliyiz Yani yazar adayının eserini editöre gönderdiği, editörün de metni biraz da isteksizlikle okumaya başladığı o heyecanla gerilim dolu kritik âna. Zira tatsızlık tam da bu noktada başlıyor çoğu örnekte. Genellikle yorgun, meşgul, belki nispeten de biraz mutsuz kimseler olan editörler, kusursuz çalışan birer hata radarı edasıyla, kendisinin keşfedilmeyi bekleyen bir dahi olduğundan en ufak kuşkusu bulunmayan yazar adayının eksiklerini işaretlemeye, hatalı, zayıf, gereksiz olduğunu düşündüğü satırların altını ya da üzerini hiç azalmayan bir zevk ve öfkeyle çizmeye, karalamaya, kimi sözcükleri fonetik ve semantik yönlerden kesinlikle daha yerinde buldukları anlamdaşlarıyla değiştirmeye başlıyor utanıp sıkılmadan. Peki nereden alıyor editör nam kişi bu sınırsız yetkiyi? Haiz bulunduğu afili sıfatından mı? Bu soru, çoğunluk tarafından derhal olumlu biçimde yanıtlansa da, yazara soracak olursanız böyle bir yetkinin kaynağı hiçbir yerde bulunamaz. Zira yoktur öyle bir şey. Editörün yapması gereken, o mükemmel metnin tadını doya doya çıkarmak, sonra da yazarı içtenlikle, uzun uzun kutlamaktan ibarettir. Bundan fazlasına neden gerek duymaktadır ki? Yoksa bir deli ya da kıskanç bir kişi midir o? Eserin mükemmel, çığır açıcı bir sanat eseri olduğunu bal gibi de bilmekle beraber, onu katletmek için türlü hileler, desiseler mi düşünmektedir alçakça? Nedir bu tipin zoru? Yazara neden, hangi uydurma gerekçelerle takmıştır kafayı? Kendisi yazamadığı ya da kötü yazdığı için mi? Genellikle hayır. Hiç de o yüzden değil.

Sorunun kökeninde, herkesin kendini tam, kusursuz ya da buna çok yakın sayması, hissetmesi, eleştiriden, sorgulanmaktan hiç hoşlanmaması hakikati ya da olgusu yatar. Yani yazara göre eseri, editöre göre editörlük yeteneği ve pratiği neredeyse tam ve noksansızdır. Her ikisi de kendilerine göre mesleklerinin erbabıdır. Değilseler bile, en azından yakın vadede buna en büyük adaydırlar. Dolayısıyla karşı tarafın bir noktada kendilerine körü körüne muhalefet etmesi, durduk yere yeni, ahmakça önerilerle çıkagelmesi, pişmiş aşa su katması tam bir küstahlık, nankörlük, kendini bilmezlik örneğidir. O adam ya da kadın kendini kim ya da ne sanmaktadır acaba? Dostoyevski ya da Ataç mı, Stendhal ya da Yaşar Nabi Nayır mı? Peki, bütün gerçekten de mükemmel yazar ya da editörler birbirleriyle daima iyi mi geçinmiştir? Bana kalırsa hayır. Bir yazar ya da editör, kendisinin ya da performansının kusursuz olduğunu düşünmeye başladığı anda, karşı yana farkında bulunmadan savaş ilan etmiş demektir. Zira bu durumda pek de bir önemi yoktur diğerinin tercih ve ısrarlarının. Nasılsa her iki yana göre de mutlaka kendi dediği olmalıdır, olacaktır.

Tabii gül gibi geçinip giden, tabiri caizse can ciğer kuzu sarması yazar ve editörler de bulunur yeterince kararlılıkla aranacak olursa. Nedir, bunlar genellikle kitabın edisyonu başlamadan çok çok önce bir vesileyle sıkı dost olmuşlardır ya da editör yazar adayının sıkı okuru, eski bir hayranıdır dergilerden, öykü seçkilerinden. Öyle olunca taraflar birbirlerinin suyuna ve hoşuna gitme konusunda hiçbir duraksama, sıkıntı yaşamazlar. Kitap, dostluklarının, birbirlerinden sınırsız memnuniyetlerinin akıntısında tatlılıkla sürüklenen minik bir kâğıttan kayık gibidir. Zaten alt tarafı bir kitap için kavga etmeye, durduk yere dostluğunuzu tehlikeye atmaya değer mi hiç canım! Kaldı ki kitapta da düzeltilecek pek bir şey bulamamıştır editör o kadar uğraşmasına, kül yutmaz biri olmasına karşın. Belki de sırf mükemmel bir yazar, eşsiz bir yetenek ve deha olduğu için dost ya da sıkı okur olmuştur o kişiye. Fazla da kaşımaya, kurcalamaya gelmez bu hassas, sıkıcı konular. Mutlaka bir bildiği vardır yazarın, kitabı o şekilde ve o uzunlukta yazmışsa. Tanrı her yazara böyle halden anlar, işinin ehli bir editör nasip etsin diyeceğim ama, tam da bunu söylemek üzereyken büyük, münasebetsiz bir soru işareti beliriyor zihnimde yazık ki. Ya yazar adayı o kadar da bilge ve hatasız biri değilse, ya eserin gerçekten de titiz bir taramaya, bir tarla gibi işlenmeye, yer yer yamalanıp söküklerinin ustaca dikilmeye, azıcık silkelenmeye gereksinimi bulunuyor, ancak bundan sonra ortaya harika bir roman ya da öykü demeti çıkıyorsa? Sizce de biraz olsun düşünmeye değmez mi bu konuyu?

Comments


bottom of page