top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Ceviz Ağacı

"Paslı çatılar, yapraklar dökülüp  ağaçlar çıplak kaldığında da fakirliğin ve varoşluğun sureti oluveriyor. Bu fakirlik, yağan yağmurlarla birlikte evlerin avlularına paslı paslı damlıyor."

                         Reşide Değirmi


Turuncu ve sarı yapraklar arasında evlerin paslı çatıları, sonbahara ayrı bir hava katıyor. Çatılar, mevsimin renk cümbüşüyle bir ahenk içerisinde. Bu paslı çatılar, yapraklar dökülüp  ağaçlar çıplak kaldığında da fakirliğin ve varoşluğun sureti oluveriyor. Bu fakirlik, yağan yağmurlarla birlikte evlerin avlularına paslı paslı damlıyor. 

Bu evlerin birine taşınalı bir yıl oldu. Şehir merkezinde kiralar fırlayınca kendi bütçeme uygun bir evi ancak bu kenar mahallede bulabildim. Buraya yıllar önce köylerinden göç etmiş, ne köylülüğünden kopabilmiş ne şehirliliğini sindirebilmiş, iki kültür arasında sıkışıp kalmış insanlarla dolu. Ben de üniversiteden hemen sonra iş hayatına atılmış, şehir merkezlerinde büyümüş, küçük, dar bir çevrede hep aynı tip insanlarla iletişim kurmuş, kendi kabuğu dışında başka bir alemi tanımamış biriydim. Bundan dolayı bu insanlarla yapabilir miyim, burada yaşayabilir miyim gibi birtakım kaygılarım vardı. Ama bir baktım ki kısa bir süre içinde ben onlara, onlar da bana alışmış. Buna da mahallemizin bakkalı Mevlüt amca sebep oldu. Burada ev ararken ilk onunla tanışmıştım, oturduğum evi de o bulmuştu bana. Evimi yerleştirirken de çok yardımcı oldu. Mevlüt amca, bakkaldan ziyade mahallenin muhtarı gibi. Mahallede olup biten her şeyden, ilk önce onun haberi oluyor. Ayrıca mahallede tanımadığı kimse yok. Kimi sorarsan şeceresini çıkartıp hemen önüne seriyor. Ev sahibimi ve komşularımı da iyi tanıdığından beni onlarla tanıştırıp hemen kaynaştırmıştı. 

Beş katlı bir binanın dördüncü kattında olan evimin bir cephesi mahalle meydanına bakıyor. Diğer cephesiyse tüm mahalleye hakim. Ev yüksek bir arazinin üzerinde yapılmış. Sokaklarında ve evlerin avlularında meyve ağaçları var. Pencereler saksılardan görünmüyor. Bu saksılara çeşit çeşit çiçekler ekilmiş. Gündüz vakti herkes işende gücünde olduğu için mahallenin sokakları bomboş ama akşam olup karanlık çöktü mü mahalleye öyle bir canlılık geliyor ki insan hayretler içinde kalıyor. O saatlerde hemen hemen herkes dışarı çıkıyor. Komşular her gün birinin evinde toplanıp avluda semaver keyfi yapıyor. Gençlerin bazıları bisiklet yarışları, bazıları da futbol turnuvaları düzenliyor. Gece geç saatlere kadar çocuklar da ara sokaklarda, mahalle meydanında oyunlar oynuyor. Ne hikmetse o saatlerde kuşlar da gökyüzünde çocuklar gibi hareketli ve cıvıl cıvıl. 


Yaşadığım sokaktaki evlerin tümü dolu. İçinde kimlerin kaldığını kısa bir süre içinde öğrendim. Çözemediklerimi de bakkal Mevlüt’e sordum. Sarı binanın birinci katında genç, evli bir çift yaşıyor. Bebekleri çok küçük. Gece hiç uyutmuyor onları. İkinci katta tek başına yaşayan yaşlı bir teyze var. Genç bir adam ara ara ziyaretine geliyor. Oğlu olmalı. Onun geldiği gün mutfak lambası geç saatlere kanar yanıyor. Üçüncü kattaki ev hep karanlık. Her zaman kalın perdeleri çekili. Mevlüt amcanın dediği kadarıyla orada kan davası olan bir adam kalıyor. Kimse görmesin diye de perdelerini hiç açmıyor. Bunları sessini kısarak, bir sır verir gibi bana söyledi. Sarı binanın hemen yanında iki katlı ev, Almancı dedikleri bir adama ait. Zamanında Almanya’ya işçi olarak gitmiş, biraz para biriktirince de memleketimde de bir evim olsun diyerek bu evi yapmış. Kırk yılda bir gelirmiş buralara. Geldiğinde de herkese hediyeler getirirmiş. Ayrıca buradan Almanya’ya gidenlere iş ve kalacak yer için yardımcı olurmuş. O yüzden bu evin sahibinden herkes saygıyla söz eder. Karşıdaki mavi bina dört kattan oluşuyor. En üst katta Hatice adında bir kadın oturuyor. Kocası yıllar önce ölmüş. Karı, koca zamanında oğullarını da düşünerek evi dört katlı yapmışlar. Hatice sırasıyla üç oğlunu da evlendirip her birini bir kata yerleştirmiş. Kalabalık bir ev. Bazı sabahlar evin avlusunda tüm aile birlikte kahvaltı yapıyor. Beş, altı yer sofrası ancak yetiyor. Ama bu binanın dikkat çekici tarafı nüfusunun çokluğu değil, önündeki ceviz ağacı. Akşam oldu mu onlarca karga gelip bu ağaca konuyor. Gelinler avluyu, balkonu pisletiyor diye bu kargalardan çok rahatsız. Çocuklar, bazen annelerinin talimatıyla boş tenekelere sopalarla vurup ses çıkartarak kargaları kovmaya çalışıyor. Ama kargalar ne korkuyor ne yerlerinden kıpırdıyor. Hatta buranın sahipleri biziz, siz de kim oluyorsunuz, diyen vakur bir duruşları var. Mavi evin avlusu bu kargalar yüzünden her sabah bir gelin tarafından yıkanıyor. Sırası gelen gelin, kargalar gittikten sonra su dolu kovalarla, içeriden çektikleri hortumlarla karga pisliklerini yıkıyor. Gündüzleri başka yerlere uçan kargalar akşamüstü yine gelip bu ağaca konuyor. Hatice dışında herkes onlardan şikayetçi. En çok da bahçe duvarları bitişik olan, tek katlı evde oturan emekli öğretmen Nazmi. Bazen kargaların sesine dayanamayıp eline aldığı kurusıkı tabancasıyla sokağa çıkıp havaya iki el ateş açıyor. Genç kargalar korkup kaçıyor ama yaşlı kargalar hiç oralı değil. Onlar uzun yıllardır Nazmi’nin bu boş tehditlerine alışkın gibiler. Mahalleli, her defasında ağacı keselim diye ayaklansa da Hatice, ağacın kocasının adına dikildiğini, o ayakta durduğu sürece kocasının ruhunun onu koruduğunu, canını almadan ağacın kesilemeyeceğini, ağaca dokunanı geberteceğini söyleyip tehditkâr bir şekilde herkesi geri püskürtüyor. Bu tehditleri, o gün sokakta oyun oynayan bir çocuğun kafası birkaç karga tarafından gagalanıncaya kadar işe yaradı. Bu olaydan sonra çocuğu olan aileler, bir araya gelerek çözüm yolları aramaya başladı. Nazmi öğretmen bunu fırsat bilip millete, ceviz ağacının kesilmesi için, belediyeye gitmelerini söyledi. Bunun üzerine aileler, Nazmi öğretmenin öncülüğünde toplanıp belediyeye; çocuklarının hayati tehlike altında olduklarını, kargalar yüzünden sokağa çıkmaya korktuklarını, mahallenin huzuru için bu ağacın bir an önce kesilmesi gerektiğini ifade eden bir şikayet dilekçesi yazdı. Birkaç gün sonra da belediye çalışanları kepçeleriyle Hatice’nin kapısına dayandı. Hatice, kocasının vişne ağacından özel olarak yaptırdığı bastonunu ve daha önceden hazırladığı benzin bidonunu alarak, dördüncü kattan koşar adımlarla inip işçilerin karşısına dikildi. Ağacın önüne geçip durdu. Bidonun içindeki tüm benzini üstüne boşaltarak elindeki çakmağı gösterip: “Erkekseniz gelip bu ağacı kesin şimdi. Bir adım daha atarsanız yakarım kendimi” diyerek, tehditler savurdu. İşçiler de bu mahalleden olduklarından Hatice’nin ne kadar gözü kara biri olduğunu bilirlerdi. Şimdi bir, iki kuş yüzünden kadını canından mı edeceğiz, diye söyleyerek geri çekildiler. Mahalleli homurdanarak oradan ayrıldı. “O zaman bu kargalara bir çözüm bul!” diye bağırdı oradan Nazmi öğretmen. Hatice hiç istifini bozmadan, “Bu kargalar haberci. Kocam onlarla diğer taraftan aileme bereket, sağlık ve afiyet gönderiyor,” dedi. Nazmi kadının kafayı yediğine salık getirerek: “İnşallah o kargalar, oyum oyum oyar da gözlerini, senden kurtuluruz. Deli karı. Onlar yüzünden ne tadımız kaldı ne huzurumuz,” deyip evinin yolunu tuttu. Hatice hiç aldırış etmeden amacına ulaşmış olmanın rahatlığıyla ceviz ağacının altında oturdu. Ama mevzu burada kapanmadı. Ben o sıralar memleketime ailemi ziyaret etmeye gitim. Bir ay sonra döndüğümde ceviz ağacının yerinde yeller esiyordu. Kargalar çatılara tünemişti. Burada yokken neler olduğunu baya merak ettim. Valizlerimi eve bıraktıktan sonra direkt bakkal Mevlüt’ün yanına gittim. Sanki uzun süredir gelmemi bekliyormuş  gibi beni kapıda karşıladı. Tezgahın altından iki tabureyi çıkartıp bakkal kapısının önüne koyarak yan kahvehaneden iki çay istedi. Lafı hiç uzatmadan hemen olanları anlattı:

“Son zamanlarda Hatice’nin ceviz ağacına sadece kargalardan rahatsız olanlar değil altın arayan maceracılar da musalat oldu. Seksenine merdiven dayamış Çingene Selma, ölüm döşeğindeyken o ceviz ağacı dikildiğinde altına bir çuval altın konulduğunu gözleriyle gördüğünü, söylemiş. Bu haberi duyan altın arayıcıları hiç durur mu, imamı da yanlarına alarak dedektörleriyle o gece ceviz ağacının altında buluşmuşlar. Dedektörleri birkaç defa sinyal verince heyecanlanmışlar. Ses çıkmasın diye ağacın altını kazma, kürekle kazmamışlar. Nazmi öğretmenle daha önceden anlaştıkları gibi onun evinden hortum çekmişler. Bu hortumla ağacın altını iyicene ıslatmışlar, toprak yumuşayınca da on, on beş adam elleriyle toprağı eşerek kazımış. İmam sürekli dualar okuyor, diğerleri de var güçleriyle toprağı elleriyle kazıyormuş. Baya da yol almışlar ama sabah ezanı okuyunca namaza kalkan Hatice, abdestini almadan önce akşamdan astığı elbiselerini toplamak için balkona çıkmış. O esnada aşağıdan gelen su sesine kulak kesilmiş. Bir bakmış ki on, on beş adam çamura batmış bir biçimde cevizin altını kazıyor. Sesizce eve girip kocasından kalma duvara asılı çiftesini almış, yine sesizce balkona çıkıp iki el ateş etmiş. Maceracılar neye uğradıklarını şaşırmış. Korkudan sesin nereden geldiğini dahi anlayamamışlar. Can havliyle bahçe duvarından atlayarak sokakta koşmaya başlamışlar. Nazmi öğretmen banyo camından çıkardığı hortumu sessizce içeriye çekmiş. Sabah olunca maceracıların, ceviz ağacını köküne kadar kazıdıkları görülmüş. Hatice her bir torununun eline birer kürek vererek ağacın köklerini kapatana kadar toprakla örttürtmüş, ayaklarıyla toprağı basmış  ama ceviz ağacının altı eskisi gibi sıkı olmamış. Bir kaç gün sonra da çatıları uçuran, cami minarelerini deviren bir rüzgar çıkmış. Tabii bu rüzgar, Hatice’nin toprağı gevşemiş ceviz ağacını da sokağın ortasına devirivermiş. Hatice ertesi günü devrilen ağaca ağıt yakmış. ‘Hadi gelin, çil çil altınlarınız alın bakayım, Allah önce size akıl verenin sonra da sizin bin belasını versin,’ diye beddualar okumuş. Hâlâ da beddua okuyarak dolaşıyormuş ortalıkta,” dedi bardığının altında kalan son yudum çayı içerken. Merakıma yenik düşüp ceviz ağacının altında, altın olup olmadığını sordum. Bıyık altından gülerek:

“Yok be oğlum, ne altını. Çingene Selma zamanında Hatice’nin kocasına sevdalıymış. Allah günah yazmasın Selma’nın büyük oğlunun Hatice’nin kocasından olduğunu söyleyenler çok oldu. Rahmetliyi tanırdım. Allah günah yazmasın Selma’nın büyük oğlu hınk demiş rahmetlinin burnundan düşmüş,” dedi bir kahkaha patlatarak. Yeni gelen çaydan bir yudum alıp tekrar devam etti:

“Selma gider ayak sevdasının intikamını Hatice’den böyle almak istemiş. Hatice’nin o ağaca ne kadar bağlı olduğunu dünya alem bilirdi,” dedi. 

“E, ağaç da devrildi, kargalar niye gitmedi. Demek maksatları ceviz ağacı değilmiş,” dedim.

“Kargalar asıl ondan sonra bela olmaya başladı. Ceviz ağacına tüneyen kargalar ağaç devrilince yersiz, yurtsuz kaldılar. Onlar da çareyi çatılara konmakta buldu. Geçenlerde Nazmi öğretmen, paslı yerlerini boyamak için çatıya çıkmış, onu tehdit olarak algılıyan bir karga kafasını gagalamaya başlamış. Öğretmen, dengesini yitirip çatıdan düşmüş ama yine de kargadan kurtulamamış, içeriden gümbürtüye gelen karısı eline aldığı çalı süpürgeyle kargaya vurarak Nazmi’yi ancak kurtarabilmiş. Nazmi’nin omuriliğine zarar gelmiş. Mecbur ameliyata almışlar. Sanırım uzun bir süre de yürüyemeyecekmiş.” Mevlüt amca bunları anlatırken ara ara hikâyeyi yarıda kesip gelen müşterilere de baktı. Yanında daha uzunca kalıp biraz daha soru sormak istiyordum ama yağmur başlayınca evin yolunu tuttum. Memlekete gidip gelene kadar neler olmuş neler. Bunca olayı kaçırdığıma içten içe üzüldüm. 

Eve döndüğümde diğer evlerin çatılarında olduğu gibi yaşadığım evin çatısına da onlarca karganın tünediğini gördüm. Kargalar, yağan yağmurun altında sırılsıklam olmuş vaziyette birbirlerine sokulmuş. Evlerin paslı çatılarının üzerinde siyah benekler oluşturan bu kargalar, mahalleye ayrı bir hava katıyor. Şimdi yağan yağmur, çatılardaki pasla birlikte karga pisliklerini de evlerin avlularına damla damla akıtıyor. 

bottom of page