Öykü: Deniz kızı
"Öksürmeye başlıyorum, yıllar evvel boğazıma takılan kılçığın etime yeniden batışını hissediyorum. Annem sırtıma vuruyor, Geçti geçti, diyor, Hadi gel biraz da makyaj yapalım."
Gaye Keskin
Mor elbiseni giy, diyor annem, En sevdiği renk mor. Siyah kotumu, sarı bluzumu üzerimden çıkarıyorum. Sutyen külot mor elbisemi arıyorum dolapta. Yanlış yere bakıyorsun, diyor annem, Orada değil, şifonyerin ilk çekmecesinde. Ne işi var orada, diyorum, Dolap dururken. Ne bileyim, diyor, Oraya koymuşum. O önde ben arkada şifonyerin yanına yürüyoruz. İlk çekmeceyi çekip birkaç bluzu kaldırınca mor elbisemi buluyorum. Kumaşı topak topak. Penyesi sağa sola sünmüş. Rengi de epey solmuş. Başka bir şey giysem olmaz mı anne, diyorum, Olmaz, diyor, Başka mor kıyafetin yok. Mecburen elbiseyi üzerime geçiriyorum. İnce ip askıları gevşemiş, ama tamire vakit yetmez. Omuzlarımın üzerinden iki düğüm atıyorum. Hah, diyor annem, Sana bayılacak, bir de o renkli tacını taktın mı tam bir deniz kızı olacaksın. Öksürmeye başlıyorum, yıllar evvel boğazıma takılan kılçığın etime yeniden batışını hissediyorum. Annem sırtıma vuruyor, Geçti geçti, diyor, Hadi gel biraz da makyaj yapalım.
Tuvalet aynasının önündeyiz şimdi. Otur, diyor otuz iki yıllık vizon kadife pufu göstererek. Oturuyorum. Yanaklarına biraz allık sür, diyor, Ama fazla abartma. Yanaklarıma biraz allık sürüyorum, fazla abartmıyorum. Kirpiklerini rimelle, diyor, böyle uzun uzun oldukları belli olsun, kirpikleri ne kadar da bana benziyor diye düşünsün. Kirpiklerimi rimelliyorum, çok da uzun durmuyorlar ve hatta bence onun kirpiklerine hiç benzemiyorlar, ama anneme söylemiyorum. Az da ruj sür, diyor annem, sürüyorum. Saat kaçta geleceğim demişti, diyor kol saatime bakıp. Yedi, diyorum. İyi iyi, diyor annem, Ben sana gelecek demiştim, bak gördün mü geliyor. Yirmi yıl sonra, diyorum, Her şeyden sonra geliyor. Olsun olsun, diyor annem, Konuştuğumuz her şeyi hatırlıyorsun di mi? Hatırlıyorum. Tekrarla, diyor, tekrarlıyorum. Aferin, diyor, Aferin, bu iş bu kez kesin tamam.
Annem telefonumu gösteriyor. Aç bak bakalım, şu kız yeni bir şeyler paylaşmış mı. Açıp bakıyorum. Çeşme’deymiş diyorum, Çeşme’de midye dolma yenir, yazmış. En sevdiğim, diye de eklemiş. Kızın silikon memelerine, protez tırnaklarına, kaynak saçlarına bakıyorum. Kirpikleri uzun, diyorum, Epey uzun. Çocuğa bak, diyor annem, O nerede? Ona da bakıyorum. Toplantıdaymış, diyorum, Bilmem ne bankasının bilmem ne sorumlularıyla. Üzerinde koyu renk smokin. Ayakkabıları rugan. Onun da kirpikleri uzun. Annem saçımı okşuyor, Neredeyse gelir, diyor, Hazır mısın? Ben cevap veremeden telefonum çalıyor. Boğazımdaki kılçık yeniden dirilirken, telefonu açıyorum. Beş dakikaya kapındayım, diyor, Evdesin değil mi? Bir öksürükle kılçıktan kurtuluyorum. Evdeyiz, diyorum. Kuşkuyla tekrarlıyor, Evdesiniz? Ah, diyorum, Evdeyim, bekliyorum. Tamam, diyor, bina şifresi ne? Annemin adını söylüyorum, Mualla. Şifre Mualla mı? Tiksinti mi o sesindeki? Anlamıyorum. Evet, diyorum, Öyle. Peki, diyor, Hadi aç kapıyı geldim. Açıyorum.
Yirmi yıl evvel uğurladığım kapıda karşılıyorum şimdi onu. Saçları kır. Göz kenarlarında derin çizgiler. Elleri dizlerinde, yavaş yavaş çıkıyor merdivenleri. Bir basamak sonrasında, arkasına bakmadan gittiği o günü hatırlıyorum, bir de boğazımda takılı kılçıkla ardından çırpınışımı. Çocuk ölüyor, dediğini duyuyorum annemin, Bir şey yap. Durduğunu görüyorum ama belki de geçen bunca zamandan sonra hatıralarımda onu orada ben durduruyorum. Bazen sarsılıp titreyen anılarımın içinde başka bir görüntü var oluyor, dönüp bana baktığını, gülümsediğini, dudaklarını kıpırdatıp beni sevdiğini söylediğini görüyorum. Gerçek mi değil mi? Sonra sesini duyuyorum. Bıktım artık numaralarınızdan, deyişi çınlıyor apartmanın boşluğunda, Ne haliniz varsa görün. Komşular çıkıyor sesime. Kılçıktan kurtarıyorlar beni. Babasızlıktan? Hayır. O seviyor diye her geldiğinde balık pişiren annem kendini yerden yere atıyor. Kurtuldum korkma, diyorum, umurunda değil. Bana değil, belli ki ona ağlıyor. Hah, diyor, Ne çok merdiven var. Şimdi neredeyse karşımda, son iki basamak kaldı. Hoş bulduk, diyor kinayeli. Hoş geldin, diyorum. Ters yüz, diyor ayakkabılarını çıkarırken. Ayakkabılarını çıkarmasına gerek yok, diye sesleniyor annem mutfaktan. Tekrarlıyorum. Olmaz, diyor, Olur mu hiç öyle. Peki, diyorum. Bir kavganın daha ortasında kalmaya mecalim yok. Holde duruyor, mor elbisemi süzüyor. Şimdi nereye? Salonu gösteriyorum. Kahve mi içersin çay mı? Salona seğirtiyor. Kahve, diyor, Az şekerli, bol köpüklü. Hep sevdiği gibi, diyor annem mutfaktan, yineliyorum. Başını sallıyor. Salondaki üçlü antrasit koltuğun en ortasına oturuyor. Mutfağa gidiyorum.
Annem otuz iki yıldır sandıkta duran gelinliği giymiş, eteğinin kuyruğu mutfak fayansının üzerinde salınıyor. Gülümseyerek bana bakıyor. Bu nereden çıktı, diyorum, İçimden geldi, diyor. Kahve neredeydi, diye aranıyorum, annem kilerin kapağını işaret ediyor. Peki şeker? Hay Allah, diyor, Şeker de kullanmıyorsun ki. Kileri kurcalıyorum, dört küp şeker b