top of page
  • YouTube
  • IG
  • twitter
  • Facebook
Ara
  • Yazarın fotoğrafıLitera

Öykü: Doğum Lekesi

“Yorgunum hakim bey, otuz yıllık yorgunluk çöktü üzerime. İzin verirseniz önce biraz soluklanayım!”

Ayşen Yenilmez


Boran’dan olma, Umar’dan doğma Dumrul'un üvey kızı Tunay…

“Böyle mi çağırırlar acaba beni?”

Yoksa etek giymeği unuttuğum, bir erkek gibi davrandığım için gerek görmeyebilirler mi?

Hakimin inceleyeceği dilekçe kusursuz olmalı. Peki hangi sebeple hakim karşısına çıkmalı?

“Boş bu dilekçe”

“Yorgunum hakim bey, otuz yıllık yorgunluk çöktü üzerime. İzin verirseniz önce biraz soluklanayım!”

Burnumda bir koku, kendimi bildim bileli benimle. Anlatamıyorum da. Koca şehir her yer taş duvar, ne bir ağaç ne bir çiçek. Bir umut olsa da çocuklar top oynasalar ama daireleri bile topraktan satıyorlar. Bir bulsam ya. Yorgunluğumu atsam ya!

Hava almalıyım…

Hemen evin önünden kalkan Taksim-Beyoğlu otobüs hattına binebilirim, yine az ötede yürüyerek ulaşabileceğim tramvaya gidebilirim ama yürümek istiyorum. Şehir yeni uyanıyor. Bahar yağmuru var inceden, ıslansam ne güzel. Sabahın daha bu saatinde korna sesleri. “Elimi bırakma sakın” diyen annenin öğütleri, birbirine iltifat ederek güne başlayan bir çiftin sevgi dolu sözleri ile karşı kaldırımda sabahın o saatine hiç acımadan bir adamın okuduğu lanetin cümleleri değiyor kulaklarıma. Rutin bir günün sabahı işte diye geçiriyorum içimden.

“Yorgunum hakim bey, biraz müsaade edin lütfen anlatacağım. Önce biraz soluklanayım”

Burnumdaki koku deniz mi yoksa?

Galata’da balık tutanların mesaisi çoktan başlamış. Onları görmek beni rahatlatıyor. Balıkçıların yüzü gülüyor, ayrıca kaç gündür hava da yağmurluydu, deniz bu havalarda güzel istavrit yapar. Kediler kovaların başında gündüz düşlerinde. İstanbul semalarında yankılanan saba makamındaki sabah ezanı balıkları uyandırmış olmalı. Oltanın ucuna solucanını takıp büyük umutla suya atışlarını izliyorum. Misina gerilmeye başladı mı o ne palazlanmış keyifli bir paniktir öyle. “Akşama balık var çocuklar” diyen gururlu sesi işitmemle yorgunluğum artıyor, kulağıma değiyor kuş sesleri, bülbül olmalı. Böyle de güzel ötülmez ki. Büyük şehir değil burası, olsa duyamam onları. Gidiyorum, şimdi rahiyanın izini takip ediyorum.

“Yorgunum hakim bey az daha müsaade edin lütfen, hemen anlatacağım. Avına yaklaşan şahin gibiyim, leşin üzerinde birikmiş kargalar kadar azimli”

Bu Arnavut kaldırımlı sokaklar, bu taş evler ne güzel yerler buralar. Havada asılı olan bu kekik, bu sümbül nazlı nazlı salınıyor etrafta. Hele sabun kokusu yok mu sokak ortası duş aldırır inana. Şuracıkta çeşmenin başında yıkansam ya, yıkansam da üzerimden otuz yıllık yorgunluk gitse ya. Burnumun izini sürüyorum, bir bulsam ya!

Yün eğiriyor kadınlar babaannem geliyor aklıma. Onu da anlatacağım hakim bey!

Salça yapıyorlar, gülüyorlar. Ekmeğin kenarını koparıp koparıp, üstüne salça sürüp çocukların kıçına vurarak “Al bakalım” diyorlar. Bunu hem büyükler seviyor, hem de çocuklar. Herkes birbirine günaydın diyor, belli ki tanımaya gerek bile duymuyorlar. Burnumda aynı koku gittikçe keskinleşiyor “Az kaldı hakim bey, soluklanıyorum”

Taklacı güvercinlerin kanat sesleri kedinin miyavlamasına karışıyor. Zamansız ötüyor horozlar, keşke hiç susmasalar. Mübadele yıllarında gülen yüzü solan bu köy, şimdi güzel konuşan, gözleri gülen saçları mutluluktan havalanan insanlarla dolu. Rüzgar dans ediyor onlarla. Görüyorum, gördükçe yorgunluğum artıyor. Gırgır balıkçı teknelerinin ağından boşalan balıklar geliyor. Kimi mastika içmek için, kiminin eli uzoya uzanmak için bekliyor. Burada yatıp, burada uyansam ya! Köyün meydanında asırlık çınar ağacının altında annesini seven, babasına seslenen çocukların sevinci sarıyor herkesi. Şehrin gürültüsüne dönme fikri zul geliyor.

“Hoş geldin abla, bir çay içer misin?” derken adisyona günahları yazıyor

“Şimdi almayayım sağ ol, gelirim birazdan”