Öykü: Düş Hırsızı
"Bana rüyalarını satar mısın?"
Aydın Kayabaşı
Şehrin meydanında yoğun bir kalabalık vardı. Büyük çınar ağaçlarının gölgesi insanlara temmuz ayının sıcağında bir sığınak olmuştu. Küçük çocuklar fıskiyelerin altında hem serinliyor hem eğleniyordu. Ama onlardan uzakta bir çocuk kendine yer edindiği çınar ağaçlarından birinin gölgesinde babasından kalma ikinci el kitapları kaldırım taşlarının üzerine dizmiş, satış yapmayı bekliyordu. Fakat onun olduğu tarafa bakan bile yoktu. Bir an kitapları toplayıp eve dönmeyi düşündü. O an aklına hasta ninesi geldi. Ona iyi bakılması gerekiyordu ve evde yiyecek hiçbir şey yoktu. Babası ve annesinin erken vedası onu ninesi ile baş başa ve çaresiz bırakmıştı. Bu yaşında bir işe girip çalışması imkansızdı. Kendisini yetimhaneye, ninesini de huzurevine götürmeyi teklif eden mahallelilere şiddetle karşı çıkmıştı. Ninesi hastalanınca acaba yanlış mı yaptım diye düşündüyse de onun burada, babasından kalma evde daha mutlu olduğunu görünce bu düşüncesinden uzaklaştı. İş başa düşmüştü. Aklına ilk gelen de babasından kalma bu eski kitapları satmak oldu. Zaten evde para edecek değerli bir eşya da kalmamıştı. Öğlen güneş tepeye yükselince sıcak da iyice bastırmıştı. Çocuklarla beraber fıskiyelerin altında koşmak için ayaklandığı sırada omzuna bir el dokundu.
"Küçük bey kitaplarınız satılık galiba?"
Bu cümle o kadar kibar, o kadar yumuşak söylenmişti ki çocuk bir an omzuna dokunan şefkatli elin annesine ait olduğunu düşündü. Aynı kibarlıkla karşılık vermek isterken komik göründüğünün farkında değildi.
"Evet, hanımefendiciğim. Hepsi satılık."
"Güzel, hepsini alıyorum o hâlde."
"Gerçekten mi?"
"Evet, kendime kütüphane kuracağım bunları da oraya eklerim. Başka kitabın var mı?"
"Hayır, sadece bunlar var."
"Neden satıyorsun bu kitapları?"
"Evde yiyecek bir şey kalmadı ve ninem çok hasta hanımefendiciğim."
"Peki, bu para bitince ne yapacaksın?"
"Bilmiyorum." dedi çaresizce. Az önce esnaflar gibi kibar konuşayım derken yüzüne takındığı yapay ifadeden çok uzaktı şimdi. Sonra ne olacağını gerçekten bilmiyordu.
"Sana bir teklifim var küçük bey."
Ses tonu yine yumuşak, yine şefkatliydi.
"Dinliyorum hanımefendi."
"Bana rüyalarını satar mısın?"
"Nasıl? Anlamadım."
"Şöyle anlatayım. Her gün gelip bana gece gördüğün rüyaları anlatacaksın. Ben de sana para vereceğim."
"Ama rüyalar para etmez ki."
"Değerini bilenler için eder. Sen teklifimi kabul ediyor musun? Onu söyle."
"Tamam, kabul ediyorum. Sizi nerede bulacağım?"
"İlerideki Demirciler Sokağı'nda mavi bir apartman var. Onun birinci katında, bir numarada oturuyorum."
Kadın çocuğun eline kitapların parasını uzattı ve kitapları alıp gitti. Heyecanla markete koşan küçük bey alışverişini tamamlayıp evin yolunu tuttu. Ninesine durumu anlattı. Olanlara o da bir anlam veremedi. "Aman yavrum, dikkat et, böyle insanlara güven olur mu?" demeyi de ihmal etmedi. Çocuk ise rüya görmek için hemen yatağına uzandı.
Sabah olunca gördüğü rüyaları unutmamak için koşar adımlarla Demirciler Sokağı'na gitti. Mavi apartmanı bulup bir numaranın ziline bastı. Kapı usulca açıldı.
"Ah sen miydin küçük bey? Hoş geldin. Umarım bana güzel düşler getirmişsindir."
"Anlatayım da buna siz karar verin hanımefendi."
İçeri girince rafların küçük şişelerle dolu olduğunu gördü. Etrafta başka da hiçbir eşya yoktu. Odanın içi loş olduğu için şişelerin içlerini boş sandı. Gösterilen koltuğa oturunca aceleyle rüyasını anlatmaya başladı. Onun bu acelesi kadının hoşuna gitmişti. Çocuk fark etmedi ama kadın bir şişe de onun için açtı. Alacağı parayı düşünen küçük yavrucak gözlerinden beyaz bir bulutun şişeye doğru gittiğini görmedi bile. Rüya bitince kadın şişenin ağzını kapattı. Çocuğa önce teşekkür etti, sonra da parayı uzattı. Bu para dünkü kitapların parasından daha çoktu. Demek bu kadar kolaydı para kazanmak. Hemen apartmandan çıktı. Bir an önce olanları ninesine anlatmak istiyordu. Ninesi merakla dinliyor, endişelerini dile getiriyordu. Fakat çocuğa laf anlatamıyordu. Çocuk yine erkenden yattı rüya görebilmek için. Sabah da önceki günkünden bir saat daha erken uyandı. Doğruca mavi apartmana gitti. Artık çok mutluydu. Ninesini iyileştirecek, ona iyi bakabilecekti. Her gün aynı şeyi yapmaya devam etti. Günler geçtikçe uykusu daha da kısalmaya başladı. Öyle ki uyanıp sabahın olmasını saatlerce beklemek zorunda kalıyordu. Gelince uyurum diye düşündü ama geldiğinde de gözlerini bir türlü kapatmıyordu. Ayrıca rüyaları da azalmaya başlamıştı. Ninesini endişelendirmemek için bundan ona hiç bahsetmedi. Ancak torununun gözlerindeki kırmızılıklar gittikçe artınca kadıncağız daha fazla dayanamadı. Artık bu işi bırakması gerektiğini söyledi. Buna rağmen çocuğu vazgeçiremedi.
"Bak yavrum. Al bu paraları geri götür. Ben ayağa kalkamıyorum görüyorsun. Yoksa çoktan gider o kadının kapısına dayanırdım. Büyü mü yaptı ne yaptı sana bilmiyorum. Ama böyle devam edersen önce aklını yitirir, sonra da canından olursun."
Çocuk hiç aldırış etmedi. Güneş doğar doğmaz yine mavi apartmanın yolunu tuttu. Meydanı geçip Demirciler Sokağı'na gelince annesi ve babasını gördü. Koşarak yanlarına gitti. Ama o koştukça onlar uzaklaştı. Çok derinden ve uzaktan bir ses duydu. "Gitme güzel yavrum." Sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Sağa sola bakmaktan başı döndü. Ninesinin dediği oluyordu galiba. Aklını yitirmeye başladığını düşündü. Sokağın girişindeki çeşmede yüzünü yıkadı. Adımlarını hızlandırıp mavi apartmana ulaştı. Bu gece yalnızca bir rüya görmüştü. Hâliyle parası da az oldu. Tam çıkacakken kapıda durdu.
"Hanımefendi siz bu rüyaları neden dinliyorsunuz?"
"Bu seni ilgilendirmez küçük bey. Paranızı aldınız. Şimdi çıkabilirsiniz."
Eve gitmek istiyordu ama sokakları, caddeleri karıştırıyor bir türlü yolunu bulamıyordu. Zar zor mahalleye ulaşınca komşuları ona yardım edip eve götürdü. Ninesi torununu bu hâlde görünce ağlamaya başladı. Hemen ambulans çağırdılar. Hastanede doktorlar serumla, iğneyle uyutmaya çalıştılar ama olmadı. Gözleri bir türlü kapanmıyordu. Çocuk hayal ve gerçeği ayırt edemez olmuştu. Ninesi son çare ona ninni söyledi. Bir ara gözleri daldı. Rüyasında annesi ve babasının yanındaydı. Başını annesinin kucağına koymuş babasının anlattığı masalı dinliyordu. Ninesi onu rahatsız etmeyecek bir ses tonu ile ninniye devam ediyordu. Masal bitince çocuğun gözleri açıldı. Hemen yataktan doğruldu. Ninesi "Yavrum nereye?" bile diyemeden çocuk kapıdan fırladı. Nefes nefes meydanı geçti. Demirciler Sokağı'na ulaşınca biraz yavaşladı. Mavi apartmana girince bir numaralı kapının açık olduğunu gördü. İçeri girdi. Kendi gibi bir sürü çocuk kadının başına toplanmış. Rüyalarını geri istiyordu. Kadın da gülerek parasını istiyordu. Ama çocukların bu parayı vermeleri mümkün değildi. Çocuklar kadının üstüne yürüdüler fakat onu durdurabilecek güçleri yoktu.
"Sizi ahmaklar!"
Kadın öyle bir bağırdı ki hepsi bir yere çöküp kaldı.
"En güzel düşlerinizi bana sattınız. Artık ne uykunuz kaldı ne de huzurunuz. Sizi buraya zorla getirmedim. Hiçbir şey alamazsınız. Bir iddiada da bulunamazsınız. Rüyalarımızı sattık deyin de gülsünler size!"
Onlar böyle tartışırken bizim küçük bey şişelerin dizili olduğu rafların yanına varmıştı. Duvara dayalı süpürgeyi eline aldı ve şişelere vurmaya başladı. Kırılan her şişenin içinden beyaz bir bulut havaya uçuyordu. Bazı bulutlar ait oldukları gözleri tanıdıkları için onların göz bebeklerine koşuyordu. Bulutuna kavuşan gözler hızla kapanıp yere düşüyordu. Kadının çığlıkları sokağa taşmıştı. Sesi duyan demirciler apartmana koştu. Dairenin içi kırık camlar ve yerde uyuyan çocuklarla doluydu. Çığlıkların sahibi kadın ise bir köşeye çökmüş ağlıyordu. Herkesin rüyasına kavuştuğu anda o, çocukların bütün mutsuzluklarını yüklenmişti.
Comments