Öykü: Duvarın Ardı
"Kaderini yaşlı yazarın kaderine teyelledin sen."
Dilek Altundağ
Çıkıp buraya gelmeni açıklayamıyordun kendine. Gözlerini karşıya sabitlediğin eski bir binanın zemin katının penceresini gözetliyordun. İçini tarifsiz bir keder kapladı. Yüzün yanıyordu. Belki yüreğin. O utanma duygusunu bir kez daha yaşıyordun. Seni bir bahçe duvarının ardında tutan bu duygunun ne olabileceğini düşünüyordun. Kaderini yaşlı yazarın kaderine teyelledin sen. Kaç kez bu köşede durmuş, bahçeden yola sarkan iğde ağaçlarının gölgesini kendine bir liman yeri bellemiştin. Burada adeta renkler silinmiş kuşların, insanların sesi uğultuya dönüşmüştü.
Vazgeçmiyordun yaşlı yazara olan sevdandan. Unutmak istemediğini hatırlatan sözlerini duyuyordum her gün. Ondan duyacağın her sözcüğe umut yüklemeye hazırdın. Beklemede kaldı umutların. Bekleyen sadece umutların değil bedenin, geçmiş yıllarındı. Bilmiyordu kimse birbirine yüklü yükünü. Ellerinle duvara tutunup içindeki çığlığı bastırmak istiyordun. Sakladıklarını bilseler daha mı iyiydi? Hayatın sebebine içinin sonuçsuzluğunun üzerine kalın bir çizgi çekemedin.
Onunla aranızdaki ummanları yakın kılacak adımı atmasını bekliyordun çaresiz. Seni görünür kılan nesnenin işlevini yitirdin günden güne. Gelip durduğun yerdeki bakışların dağınıktı. Seni yoldan çıkaran duygularındı. Bir gün, “Sana ihtiyacım var. Aklımı yitiriyorum galiba. Kendimi güçsüz, aciz hissediyorum,” sözlerin karşısında bakışları donuktu yaşlı yazarının. Yazdığın metni düzenlerken de parmaklarınızın anlık dokunuşu sarsaladı seni. Yaşlı yazarın tenine yayılan esrikliğin ivmesiyle elini çekti irkilerek. Yel gibi kalktı yerinden rahatsız. “Aşklar anlık, tutkular yakıcı olur,” diyebildi sadece. Yine de avutamıyordu seni. Yaşadığın kentin uzağına düşmüştün. Gitsen de konup göçmen bir oluyordu.
Yaşlı yazarın yazdıklarını beğenmeyip, “Gereksiz sözcüklerin metni boğuyor,” diye uyarıyordu seni. Çünkü yazılarında yaşadıklarından söz ediyordun. Çoğunlukla kendini anlatıyordun. Öykü yazmanı istiyor, ısrarla ona mektuplar yazıyordun. Mektuplarında da bir eda yoktu. Hatta o mektuplardan birinde, “…Defalarca hata yapıp çoğu kez döndüğüm bu hatalarımı hiç yüzüme vurmadın. Tıpkı Gepotto Usta’nın Pinokyo’sunu defalarca affettiği gibi affettin.” diye yazıyordu. Anneye mektupta Pinokyo örneği verdiğin için küçümsemişti seni. Üzülmüştün. Hem yazdırıp hem yayımlamadığı sayfalarda sesin titriyordu. Ürküntü içindeydin. Bir köşeye sıkışıp kalmıştın. Adanmışlığını dile getirdiğin sözlerin vurgun yaşatmıştı sana. Sürüklendiğin yerdeki çöküşünü göremedin. Ne yaşlı yazarını dinliyor ne de arzularından vazgeçiyordun.
Yaşlı yazar, yeryüzündeki yalnızlığını giderecek seslerin uzağındaydı artık. Bir kadınla yaşadığı şenlikli günlerin çok ötesinde. Ne bir arınma ne de sağalma yolu arıyordun. Çıldırasıya bir bakışla yıkıntıların arasından çıkmak istercesine, “Yazarımı istiyorum,” demiştin.
Anımsadıkça o anı neden sonrasına gidemediğine hayıflanmıştım. Kayıp giden zamanını yakalayamayacağını düşünmüştüm. Kaşların, gözlerin, dudakların hatta yüzünün yatımının bana ne kadar benzediğini fark etmiştim. O an içimden sana doğru akan duygu selinin önünü alamadım ben de. Ama sen yaşlı yazarına kavuşma buluşma anının beklentisi içindeydin. Tecrübeye alınmış bir ömrün yazgısıyla tutunduğun duvardan uzaklara sabitlediğin sevdanın kıyısında dolaşıyordun. Hiç senin olmayacak birini bekliyordun. Pörsümüş büzüşmüş bir kâğıt parçası gibiydin. Parça pincik kaldın kendine. “Ruhlarımız ayrılmadı, metafizik büyü yaptılar bize,” diyerek kurtardın kendini bu azaptan. Bu halinin çevreye/doğaya aykırı bir durum olduğunu yaşlı biriyle asla bir hayat kuramayacağınızı anlatmak istedim sana. Beni dinlemedin! Yaşlı yazarla ortak bir geçmişiniz bile yoktu. Oysa çocukluktan beri içimdeki seni koparıp atamıyordum. Onca sustuktan sonra aşkımı sevgiye dönüştürdüm. En belalı yolu seçtim. Kendi sığınağımda yaşadım. Asık gözlü çehresinden taze baharları muştulayan zamana bıraktım hayallerimi. Oysa görmüyordun beni. Yaşlı yazarının, “Gitmek karşılaşmaktır,” sözüyle İstanbul'dan Anadolu'ya açılmayı bile düşledin. Sevinç, acı, ayrılık, kavuşma ne varsa toplamak istiyordun. Öykülerin hâkimi olmaya gidiyordun güya. Anadolu'nun topraklarını yüzüne sürebilsen de süremesen de yolların yükünü almak istiyordun omuzlarına. İçindeki gelgitler gamlı bir coşku ve eleme bulanmış umuttan başka şey değildi. Biliyordum. Yaşlı yazarın gönlüne girmek içindi tüm bu çırpınışların. Nafile!
***
Okul yıllarımızda bende kalan defterlerini açıyorum bir bir. İlk sayfada adın çıkıyor karşıma. Mürekkep kalemle yazılmış… Bir manolya kokusuyla karşılıyorsun beni. Sesin, gülüşün, nefesin… İçindeki uğultularını, hüzünlü bakışlarını mısralara döktüğün ilk satırlardayım.
Kim duyar sesimi şimdi1 şairin sözüyle başlamıştın yazına. Hatırlıyorum. Bana sevdiğin yazarlardan söz ederdin. Beğendiğin şiirlerin mısralarını not ederdin. Her bir mısrada çocukluğumuzun yanını görüyorum. Kimsenin artık hiç bilemeyeceği, senin anımsamak istemediğin. Peki ben? Ne istiyorum senin çocukluğundan? Sesini duymak, işitmek seni… İşitebilmek… Bu duyguyu yaşamak. Bundan daha kutsal ne olabilir ki benim için? Durulanmış sözlerin, sevgilerin, yalnızlıkların umutlarınla çocukluğumu arıyordum sende.
Bir sayfa daha açıyorum defterinden. Söyle beni böylesine inciten hak etmediğim yerlere savuran neydi? Ya bu acıları bana yaşatan? Hemen alt satırda, “Hak etmediğim bir dünyayı yaşatıyorlar,” diyordun. Elim varmıyor bir sayfayı daha açmaya. Yaşadığın bungunlukları dile getiriyordun sürekli. Hepimizin içinde bir Kafka oturuyor derdin. Yazgısını kabullenen Kafka’nın Babaya Mektuplar‘ı okuyup onun gibi bir yazar olmak istediğini söylerdin. Gönlünün yitik yurdunda kurtuluşun olacaktı yazarlık. Kim bilir belki de bu yazarlık sevdandı senin yaşlı yazarına olan tutkun?
***
İkimizin sevdiği şairdi, Michaux. Bir iz bırakan yara da bırakır, demişti. Ne çok yara aldım. Görüyor musun, ben de kopamıyorum senden. Ama düşünüyorum da sevgi dediğimiz şey insanın kendisini başkasına açmasıyla filiz verip gelişebilirdi ancak. Sana iyileştirici sözler ediyordum. Seni salındığın kuyulardan çekip çıkarmak istiyordum.
Geçti vakit çok geçti artık. Ama gene de her an kendini daha uyanık duyumsayabilseydin; sanki yavaş yavaş, gün ışığı dünyasından çok daha ürpertici heyecan verici dünyaya uyanıyormuşun gibi olacaktın. İmkânsızlığın hikâyesiydi senin için sevip kavuşmak. Aşkın aşkınlığın hikâyesiydi bu. Yaşlı yazar, imkânsız olana sırtını dönüp kendi dünyasına kanat açtı. Sen hâlâ çamura saplanmış bir araba gibi sürekli patinaj çekiyordun. Senin yaşlı yazara aşkın tutkuydu. Arzuydu. Benim sana olan sevgim duru. Masum. Biri ne ölçüde yaralayıcıysa öbürü o ölçüde sağaltıcıydı. Sanki ikimizin de sevgiye gereksinmesi vardı. Belki de duvarın ardında beklediğin buydu. Sevgiye gereksinimindi. Ne dersin?
1Rilke
Comments